Bir Cumhuriyet trajedisi: Çanakkale zaferini kutlayamamak!

Çanakkale zaferinin kutlanamazlığı Cumhuriyetin temel trajedisini ortaya koyar.
Çanakkale zaferinin kutlanamazlığı Cumhuriyetin temel trajedisini ortaya koyar.

20 Temmuz 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşeti şöyleydi: “Atatürk Çanakkale’yi bir daha kurtardı.” “Lozan kurtarışı”nın üzerinden 13 yıl geçmiş… Çanakkale’yi kim kaybetmişti ki, şimdi kim kurtarmaktadır? Bu manşet Montrö Boğazlar “Mukavelenâmesi”nin imzalanacağı gün atılmıştır. Ertesi günkü nüshanın manşeti daha açıklayıcıdır: “Cumhuriyet ordumuz dün gece Karadeniz boğazına girdi! Çanakkale bugün öğleyin işgal edilecek, bütün donanma boğazlara gitti.”

Montrö Mukavelenamesi’nin, 24 Temmuz 1923’te Lozan’da imzalanan mukavele yerine ikame edileceği de belirtiliyor. Demek ki, Lozan’da Boğazlar üzerinde hükümranlık hakkımız yokmuş! Boğazlar üzerindeki kontrol için uluslararası bir komisyon kurulmuşmuş ve bütün yetki o komisyonda imiş! Gazete haberinde “Beynelmilel komisyonun vazife ve selahiyetleri Türk hükümetine intikal etmiştir” deniliyor…

‘Cumhuri̇yet’i̇n temelinde ne var?

Cumhuriyet’in temelinde Millî Mücadele mi var, Lozan mı?

Millî Mücadele’ye dayanan bir cumhuriyet kursa idik, her şey başka olurdu; Lozan’a istinad eden bir cumhuriyet kuruldu. Bunun sonucudur ki Türkiye gerçek kimliği üzerinde yükseltilemedi, sentetik bir kimlik inşası ile uğraşmak zorunda kalındı. Millî bünyeyi ayakta tutan kurumlar ortadan kaldırıldı, milletin değer verdiği büyük şahsiyetler itibar suikastine mâruz bırakıldı.

Bu kimlik inşasında yakın dönem tarihi Millî Mücadele zaferlerinden ileriye gitmez, o da asıl muhtevasından koparılarak “Kurtuluş Savaşı”na dönüştürülmüş ve bir tek adama mâl edilmiştir.

20 temmuz 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesi̇.
20 temmuz 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesi̇.

Zafer olup olmadığı tartışmalı 1. İnönü’den başlayarak Yunanlılara karşı kazanılan Sakarya ve Dumlupınar zaferleri büyük tantanalarla kutlanırken, 1. Dünya Savaşı’nın İngilizlere karşı kazanılan iki büyük zaferi, Çanakkale ve Kûtül’amare resmî kutlamalarda yer almamıştır. Kûtül’amare artık ırağımızda kalan bir coğrafyada kazanıldığı için, fazla dikkat çekmeyebilir. Ya Çanakkale?

Çanakkale zaferinin kutlanamazlığı Cumhuriyetin temel trajedisini ortaya koyar. Zamanın cumhurbaşkanı Çanakkale muharebelerinin kahramanlarından biridir. O dahi Çanakkale’nin kutlanmasını sağlayamamıştır. Dünya hâkimi Britanya İmparatorluğu’na karşı kazanılan bir zaferi kutlamak tam istiklâle sahip olmayı gerektirir. 1930’ların gazetelerine bakın, Çanakkale kutlamaları ile ilgili haberleri boşuna ararsınız.

Bu, zaferin 20. Yıldönümü olan 1935’te dahi böyledir.

Çanakkale kutlamaları için 1916’dan itibaren 18 Mart deniz zaferi esas alınmıştır. 16 Mart İstanbul’un işgali yıldönümü ile ilgili resmî faaliyetler o günlerin gazetelerin birinci sayfalarında yer alır. Üst kademedekilerin mesajları yayınlanır. Cumhuriyet’in 18 Mart 1929 nüshasında “16 Martı unutmadık, fakat meşhedi (şehidliği) unuttuk” ve “16 Mart faciasının cereyan ettiği yer 6 seneden beri işte böyle bir harabe halinde duruyor” manşeti yer alır.

İstanbul zaten İtilaf güçlerinin işgali altındayken, 16 Mart 1920’de İngilizler Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Karokulu’nu sabahın erken saatlerinde basarak, 5 askerimizi şehid etmişlerdir. Resmiyet bu beş askerin yasını tutarken, Çanakkale’de yatan on binlerce Mehmetçikle ilgili gazetelerde tek satıra dahi rastlanmaz. Orada İngilizler, Fransızlar kendi ölüleri için kabirler yapar, anıtlar inşa ederken, bu vatan ve millet uğruna canını veren ve zaferin kazanılmasını sağlayan şehidlerimizin kabirleri yapılamamakta, bir âbide dahi dikilememektedir…

1931 Ağustosundaki hamle!

1931 Ağustosunda İçişleri Bakanı öne sürülerek Çanakkale kutlamaları için bir hamle yapıldığı anlaşılıyor. 17 ağustos 1931 tarihli Cumhuriyet’te Dâhiliye vekilinin Çanakkale şehitlerini ziyarete gittiği haberi yer almaktadır. 19 ağustosta ise Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın “Çanakkale’de güzel bir nutuk söyledi”ği haberleştirilmiştir.

18 Ağustos akşamı belediye Şükrü Kaya şerefine bir ziyafet vermiş, o da ziyafetin sonunda bir konuşma yapmış. “Çanakkale yalnız Türk milletinin hayat ve hissiyatına karışmış bir menkıbe değil, bütün cihan tarihine mâl olmuş bir kahramanlık efsanesidir. Çanakkale milletler arasında geçen mücadelelerin nişânesi ve Türk hamasetinin bir abidesidir. Hiçbir millet, hak ve hududu için bu kadar kan dökmemiştir. Kanını akıtarak memleketi müdafaa etmek bahsinde Türk milletine takaddüm edecek bir millet yoktur.”

Haberin devamında vekilin 25 ağustosa kadar Çanakkale’de teftişlerde bulunacağı, 22’sinde Bozcaada’ya gideceği, 25’inde Çanakkale’ye dönerek “Şüheda abidesinin ziyareti esnasında beklenilen nutkunu irat edeceği” belirtilmektedir.

Devrin gazetelerinin bu konudaki hassasiyeti Çanakkale ile ilgili bir hamle yapıldığının delili olarak görülmelidir. İçişleri Bakanı’nın önceden ilan edilen konuşması 25 Ağustos’ta yapılmıştır. Bu konuşmanın “Kemalyeri”nde yapıldığı haberlerde yer almaktadır. Çanakkale savaşı sırasında Mustafa Kemal’in kumanda ettiği 19. Tümen karargâhının bulunduğu yere “Kemalyeri” adı verilmiştir. Bu seçim dikkat çekicidir. 18 Mart deniz zaferi kutlamaları yerine Mustafa Kemal Paşa üzerinden bir kutlamanın başlatılmasının İngilizler tarafından hoş karşılanacağı sanılmış olmalıdır. Konuşma metninde yer alan ifadeler bu kanaatimizi doğrular mahiyettedir.

“Biliyorum ki bu aziz kahramanların kurdukları ve korudukları yıkılmaz Türk vatanı onların hatıralarını daima taziz ettirerek ifade ve manzarası cihanşumul en yüksek bir abidedir. Karşıda yine Türklerin bu aziz topraklarında maksatlar(ı) için ölmüş insanların mezarlarını ve abidelerini görüyoruz. Orada yatanları da takdir ederiz... Karşımızda mezarlar bırakan milletler, bizim bu samimi ve çok yeni mahiyette nokta-i nazarlarımızı (bakış açımızı) iyi telâkki ederlerse bu karşılıklı mezarlar aramızda kin, husumet ve ölmez mübareze (çatışma) hisleri yerine muhabbet, dostluk temin eder.” (Milliyet, 26.8.1931)

1931 Ağustos teşebbüsünden sonra, Çanakkale’de kutlamalar için Montrö Mukavelenamesi’ne kadar herhangi bir hareket olmadığına göre, bu yumuşak mesaj hedefine ulaşmamıştır. Fakat bu yumuşak ifadelerden daha sonra Mustafa Kemal’e mal edilen uydurma mesajlar üretilmiştir.

Eline konuşma metni vermişler

Bu uydurmacılığın dayanağı, Şükrü Kaya’nın 22 yıl sonra bir mülakata verdiği cevaptır. Dünya gazetesinin 10 Kasım 1953 sayısında yayınlanan mülakatta Şükrü Kaya, bu sözleri kendiliğinden söylemediğini, konuşma metnini Atatürk’ün kendisine yazıp verdiğini açıklamıştır. Tarih olarak 1934 yılını işaret eden Kaya mülakatta, o günün gazetelerinde yer alan Anadolu Ajansı mahreçli metinden farklı cümleler söylemektedir:

  • “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarların evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Şükrü Kaya.
Şükrü Kaya.

Şükrü Kaya’nın 22 yıl önce konuştuklarını tam olarak hatırlaması mümkün olmayabilir. Nitekim, konuşmanın tarihini dahi yanlış hatırlamaktadır. Fakat bu metin nasıl olmuşsa daha sonra bazı broşürlerde yer almış, İngilizceye çevrilerek Anzaklara ulaştırılmış, onlar da Türk Tarih Kurumu Genel Müdürü Uluğ İğdemir’e bu metni doğrulatmışlardır!

Uluğ İğdemir’in konuyla ilgili ciddi bir araştırma yapmadığı yayınladığı risaleden anlaşılmaktadır (Atatürk ve Anzaklar). Çünkü 1934 tarihi doğrulatılmadığı gibi, dönemin gazetelerinde yer alan Anadolu Ajansı mahreçli metin de görülmemiştir.

İş burada kalmamış, Avustralya’da bir çeşmeye konulan kitabedeki İngilizce metne “bizim için Johnnyler ile Mehmetler arasında fark yoktur cümlesi” eklenmiş, Genel müdür de bunu kabullenmiştir! Çanakkale zaferini kutlayamamak trajedisi, lider adına vecize uydurarak katmerlenmektedir!