Bir ‘ırkî yükümlülük’ hikâyesi

1954’te Teksas’ta Siyonist bir ailenin son çocuğu olarak dünyaya gelen Jonathan, holokost hikâyeleriyle büyüdü. Annesi ve ödüllü bir mikrobiyolog olan babası, ona güçlü bir Yahudi kimliği aşılamak için elinden geleni yaptı. Genç Jonathan için en önemli şey, İsrail davasına sadakat mânâsına gelen “ırkî yükümlülük”tü. Stanford Üniversitesi’nde siyaset bilimi okurken arkadaşlarına çifte vatandaş olmakla hava atıyor, Mossad için çalıştığını, İsrail ordusunda albay rütbesiyle bulunduğu yavesiyle birlikte anlatıyordu.
1954’te Teksas’ta Siyonist bir ailenin son çocuğu olarak dünyaya gelen Jonathan, holokost hikâyeleriyle büyüdü. Annesi ve ödüllü bir mikrobiyolog olan babası, ona güçlü bir Yahudi kimliği aşılamak için elinden geleni yaptı. Genç Jonathan için en önemli şey, İsrail davasına sadakat mânâsına gelen “ırkî yükümlülük”tü. Stanford Üniversitesi’nde siyaset bilimi okurken arkadaşlarına çifte vatandaş olmakla hava atıyor, Mossad için çalıştığını, İsrail ordusunda albay rütbesiyle bulunduğu yavesiyle birlikte anlatıyordu.

İsrail olmasa da başka biri adına casusluk yapmak, bu macerayı yaşamak ve karşılığında yüklü ödemeler almak hoşuna gidiyordu. Şu var ki İsrail adına ve idealizm uğruna casusluk kulağa daha hoş geldiğinden Pollard o kimliğe bürünmeyi daha makul bulacaktı. Bilhassa yakalandıktan sonra.

İsrail nâmına casusluk yaptığı için 1985’te tutuklanıp 30 yıl hapis yattıktan sonra şartlı tahliye edilen Jonathan Pollard’ın tüm kısıtlamaları ABD yönetimi tarafından geçtiğimiz günlerde kaldırıldı. Amerikan standartlarında bile fazla İsrailci olan Trump’ın giderayak Yahudi lobisine yardakçılığı sayesinde özgürlüğüne kavuşan Pollard meselesini irdeleyerek İsrail’in ABD içindeki casusluk faaliyetlerinin mânâ ve mahiyetini kavramayı deneyebiliriz.

1954’te Teksas’ta Siyonist bir ailenin son çocuğu olarak dünyaya gelen Jonathan, holokost hikâyeleriyle büyüdü. Annesi ve ödüllü bir mikrobiyolog olan babası, ona güçlü bir Yahudi kimliği aşılamak için elinden geleni yaptı. Genç Jonathan için en önemli şey, İsrail davasına sadakat mânâsına gelen “ırkî yükümlülük”tü.

İsrail nâmına casusluk yaptığı için 1985’te tutuklanıp 30 yıl hapis yattıktan sonra şartlı tahliye edilen Jonathan Pollard’ın tüm kısıtlamaları ABD yönetimi tarafından geçtiğimiz günlerde kaldırıldı.
İsrail nâmına casusluk yaptığı için 1985’te tutuklanıp 30 yıl hapis yattıktan sonra şartlı tahliye edilen Jonathan Pollard’ın tüm kısıtlamaları ABD yönetimi tarafından geçtiğimiz günlerde kaldırıldı.

16 yaşında kitabına uydurulmuş bir bilim programı vesilesiyle İsrail’e ilk seyahatini gerçekleştirdi. Orada bir öğrenciyle kavga edip hastanelik olması onun baş belâsı karakterinin ilk belirtilerinden biriydi. Stanford Üniversitesi’nde siyaset bilimi okurken arkadaşlarına çifte vatandaş olmakla hava atıyor, Mossad için çalıştığını, İsrail ordusunda albay rütbesiyle bulunduğu yavesiyle birlikte anlatıyordu. “Albay Pollard’a” diye yazan bir telgrafı delil olarak sunsa da bunu muhtemelen kendisi hazırlamıştı.

Yetenekli ve eksantrik

Okul bitince sahiden de CIA mensubu olmak için müracaatta bulunmuş ama reddedilmişti. Böylesi bir zevzeğin CIA’e alınmamasında şaşılacak bir şey yok fakat 1979’da donanmaya istihbarat analisti olarak alınmasına ne demeli? “Önemli duygusal dengesizlik” tespit edilse de “yetenekli ve eksantrik” genç, en hassas istihbarat belgelerine erişebileceği bir konuma tayin olunmuş, ciğer kediye teslim edilmişti.

Mossad için çalıştığını, İsrail ordusunda albay rütbesiyle bulunduğu yavesiyle birlikte anlatıyordu.
Mossad için çalıştığını, İsrail ordusunda albay rütbesiyle bulunduğu yavesiyle birlikte anlatıyordu.

Mayıs 1985’te İsrail Hava Kuvvetleri’nde görevli, sahiden albay olan Aviem Sella ile tanışması hikâyede dönüm noktasını teşkil ediyor. Sella’ya istihbarat belgeleri temin etme teklifinde bulunan bizatihi kendisi. Kimse onu ayartmak, devşirmek için çaba sarf etme gereği duymuyor. Bilakis Sella, onun bir FBI zokası olduğunu düşünmekten kendini alamıyor; dönemin büyük icraatlarına imza atmış, hızlı Mossad şefleri de ilişkiyi geliştirmesini ama tedbiri elden bırakmamasını telkin ediyorlar.

Birkaç gün geçmeden Pollard evrak dolu kutularla gelmeye başlayınca nasıl bir çılgınla muhatap olduklarını anlıyorlar. Sella, minnetlerini sunmak için 10 bin dolar değerinde bir elmas yüzük hediye ediyor ve ayda 2 bin 500 dolar ödeme teklifinde bulunuyor. Pahalı gezi ve otel hediyeleri hariç. Pollard, tüm bu ücretleri kabul ediyor, “işini ne kadar iyi yaptığımın yansıması olarak”.

Hâsılat

18 ay içinde bin 500 istihbarat özeti ve 800 gizli belge. Hiç de fena bir hasılat değil. Sovyet uçakları ve hava savunması, füze sistemleri, Arap ordularının muharebe düzeni ve hazırlıkları, silah tesisleri… FKÖ’nün Tunus’taki karargâhının uydu fotoğrafları, İsrail’in hava saldırısına kılavuzluk yapacaktı. Bunlar bir yere kadar mazur görülebilirdi.

18 ay içinde bin 500 istihbarat özeti ve 800 gizli belge. Hiç de fena bir hasılat değil. Sovyet uçakları ve hava savunması, füze sistemleri, Arap ordularının muharebe düzeni ve hazırlıkları, silah tesisleri…
18 ay içinde bin 500 istihbarat özeti ve 800 gizli belge. Hiç de fena bir hasılat değil. Sovyet uçakları ve hava savunması, füze sistemleri, Arap ordularının muharebe düzeni ve hazırlıkları, silah tesisleri…

Gelgelelim Pollard Amerikan ordusunun en mahrem sırlarını da iletiyordu. Şifreleme kodları, casus uydu fotoğrafları, elektronik dinleme istasyonlarından toplanmış bilgiler, gizli operasyonlarda ele geçirilmiş veriler… ABD’nin küresel elektronik gözetimine dair 10 ciltlik kılavuzun son sürümünü dahi kopyalayıp araklaması kendi başarısından ziyade kurumun başarısızlığı olarak okunabilirdi.

Öyle veya böyle, yerel casus ve köstebeklerin kimliğini deşifre etme riski bulunan bu dokümanların çalınması hiçbir ülkenin tahammül ve müsamaha edemeyeceği cürümlerdi. Bu belgelerden bazılarının İsrail tarafından peşkeş çekilerek veya Sovyet casuslarınca elde edilerek Moskova’ya aktarılmış olması, durumun vahametini artırmaktaydı.

Top secret

Ne var ki Pollard’ın yegâne cürümü İsrail hesabına casusluk değildi. Onu yakalayan kontrespiyonaj ajanı Ron Olive, Pollard’ın İsrail’le çalışmadan önce gizli bilgileri başkalarına satmak için çok sayıda temas gerçekleştirdiğini tespit etmişti. Güney Afrika’yla, Avustralya’yla, özel şirketlerle, hatta üçüncü bir taraf aracılığıyla Pakistan’la, “onu casus olarak kabul etmeleri umuduyla” birçok kez irtibata geçmişti. Silah komisyonculuğu da yapıyordu ve İran’a bile silah satmaya kalkmıştı.

Muhataplarına kendi reklamını şöyle yapıyordu: “Eğer onu görebilir ve dokunabilirsem, aldığımı varsayabilirsin. Tek sınırlamam taşıyamayacağım bir şey olması.” Haftada 3 gün, günde 2-3 kez “TOP SECRET” dosyaları kimin için çaldığı çok da belirleyici değildi aslında. Çin’le ticaret yapan karısı için bile çalabilirdi o. Tanıdığı bir yatırım danışmanı için de.

İsrail olmasa da başka biri adına casusluk yapmak, bu macerayı yaşamak ve karşılığında yüklü ödemeler almak hoşuna gidiyordu.
İsrail olmasa da başka biri adına casusluk yapmak, bu macerayı yaşamak ve karşılığında yüklü ödemeler almak hoşuna gidiyordu.

İsrail olmasa da başka biri adına casusluk yapmak, bu macerayı yaşamak ve karşılığında yüklü ödemeler almak hoşuna gidiyordu. Şu var ki İsrail adına ve idealizm uğruna casusluk kulağa daha hoş geldiğinden Pollard o kimliğe bürünmeyi daha makul bulacaktı. Bilhassa yakalandıktan sonra.

Kaktüs

Bu açgözlülükle yakalanmaması düşünülemezdi. İnsanların hafta sonu tatiline odaklandıkları cuma günlerini tercih etse de ilgilendiği dosyaların kendi uzmanlık alanının dışında oluşu ve tüketim alışkanlıklarındaki değişiklikler şüphe şimşeklerini çekmesine yetmişti. İş arkadaşlarının ve patronunun dikkatini celp ettikten sonra dahi temkinli hareket etmedi.

  • Soruşturmaya FBI dâhil olduğunda bile paçayı kurtarabilirdi. Karısına telefon açma izni aldığında “Kaktüs” kelimesini telaffuz etmeyi başarmıştı. Bu başının belâda olduğu mânâsına geliyordu ve karısının derhal evdeki birikmiş dosyalardan kurtulması gerekirdi.

Gelgelelim karısı, 32 kiloluk dosyayı tutup komşusuna emanet etmekten başka bir şey yapamamıştı. Komşu, bir deniz subayıydı ve elindeki şüpheli emaneti ne yapması gerektiğini öğrenmek için askerî istihbaratı aramıştı. Bu esnada yalan makinesine bağlanan Pollard, İsrail’i saklasa da evrak hırsızlığı yaptığını itiraf etmişti bile.

Soruşturma sürerken gözaltına alma lüzumu duyulmamıştı, kaçmak için elinde hâlâ şans vardı. Mossad, bu kıymetli kaynağı, sırf kendi şanı için bile korumakta hayli yetersiz kaldı. Ondan sorumlu olan Mossad yetkilisi Rafi Eitan 2014’te verdiği mülâkatta Pollard’ın ABD’yi terk etmesi için önceden ayarlanmış bir işaret verdiklerini ama onun buna kulak asmadığını söyleyecekti.

3 gün sonra Pollard iltica başvurusu için İsrail büyükelçiliğine geldiğinde ise elçilikten çıkarılması talimatını veren bizatihi kendisiydi. Çıkış kapısında FBI onu bekliyordu.

Dost bir ülke adına çalışmak

Karısı Anne, kendisini takip eden FBI ajanını atlatarak İsrailli pilot Albay Sella’yla bir restoranda buluşup kocasının tutuklandığını haber verdi. Sella ve karısı derhal New York’a giderek oradan Londra’ya uçtular. Operasyonda görev alan 3 İsrailli diplomat da kör gözüm parmağına gelişmeleri okuyamamış, son dakikaya dek ülkede kalmayı sürdürmüşlerdi. Hepsi de 24 saat içinde ABD sınırları dışına çıkmayı becerdi ama Pollard’ın karısı Anne tutuklandı.

  • Anlaşıldığı kadarıyla İsrail ABD’yle anlaşmış, diplomatların cezalandırılmaması kaydıyla Pollard’ı gözden çıkarmıştı. Süreçteki amatörlüklerin ve paçozlukların esas sebebiyse şüphesiz ki rehavetti. Mossad sanki Amerikan güvenlik güçlerinden böyle bir hamle beklemiyordu. Nitekim Pollard yargılanma safhasında “ABD vatandaşlarını İsrail adına casusluk faaliyetleri nedeniyle kovuşturmamak Adalet Bakanlığı'nın yerleşik politikasıydı” diyecekti.

Savcının mütalaası ise farklıydı. “Dost bir ülke adına çalışmanın sadet dışı” olduğunu söylüyordu. Eski bir savcı da “Birleşik Devletler'de casusluk için iki standart yok” diyordu. Casusluk casusluktu ve “hepsi kötü”ydü.

Karısı Anne 5 yılla kurtulurken, kendisi müebbet aldı. Sovyetlere devlet sırlarını satan köstebeklerle aynı kefeye konmuştu. Müttefiklerden birinin gizli servisine çalıştığı gerekçesiyle ömür boyu ceza alan tek Amerikan vatandaşı oluyordu böylelikle. Oysa kendisini suçlu dahi görmüyordu: “Aynı anda iki ülkeye hizmet etmeye kalktım. Bu işlemedi.”

Yıllar süren çaba

Tutuklanışını seyretmiş olsa da İsrail onun hapiste kalışını seyretmekle yetinmedi. Her fırsatta konuyu gündeme getirerek serbest kalması için her yola başvurdular. 1995’te Başbakan Rabin, Bill Clinton’un onu affetmesi için ricacı oldu. Bunu sonraki başbakanlar sonraki ABD başkanları için de yaptı. İsrail’i ziyaret eden her Amerikan başkanını bekleyen konu başlıklarından biri kesin oydu. En gayretkeşleri olan, 2002’de Pollard’ı hapiste ziyaret eden Netanyahu, sinekten yağ süzmenin peşindeydi: “Şayet Arafat’la anlaşmayı imzalarsak umuyorum ki Pollard’a af çıkacaktır.”

Onunla takas için Sovyet casuslarından Amerikan casuslarına kadar pek çok teklifle gelmeyi sürdürdüler. İran’ın elindeki rehinelerin kurtarılmasındaki katkılarını da bu talepleri için kullandılar. Hahamların, senatörlerin, heyetlerin ortak kanaatleri Pollard’ın yeterince ceza çektiği yönündeydi. 2011’de Henry Kissinger, Obama’ya yazdığı mektupta benzer şeyler söylüyordu.

2015’te salıverildiğinde Netanyahu hemen başarıyı sahiplenmek istedi: “On yıllardır süren çabalarımız sayesinde…” Doğrusu İran’ın nükleer programıyla ilgili kotardığı anlaşmaya daha fazla gocunmasın diye Washington bir jest yapma gereği duymuştu. GPS taşıyan bileklik giymesi ve kişisel bilgisayarının sürekli takip altında tutulması kaydıyla.

Şimdi işgüzar Trump tarafından o kısıtlar da kaldırıldı. Çocukluğundan beri casusluk hayalleriyle kafayı bozmuş Jonathan Pollard artık tamamen hür. 1996’dan beri uyruğuna geçtiği ve milli kahraman sayıldığı İsrail’e gidecek olursa nasıl bir şovun bizleri beklediğini şimdiden tahmin edebiliriz. Pollard da başına geçirdiği kippayla milli kahraman rolüne erkence bürünmüş gözüküyor.

Anlaşılan, Mossad yeni Pollard’lar devşirmek için bu mutlu sonu köpürtmeye devam edecek.