Bu dünyaya imtihana mı geldik yoksa uyutulmaya mı?

Bu dünyaya imtihana mı geldik yoksa uyutulmaya mı?
Bu dünyaya imtihana mı geldik yoksa uyutulmaya mı?

Ahzâb suresinin 11. âyet’inde denildiği gibi dünya bir ‘uyuma ya da uyutulma yeri’ değil. ‘Mü’minlerin çetin şartlarla denendikleri ve sarsıldıkça sarsılıp, şiddetle silkelendikleri’ bir yer. Sarsıldıkça sarsılacağımız, şiddetle silkeleneceğimiz bir imtihanı geçmek yerine, oturduğumuz sıralarda uyuyup kalmak çoğumuza cazip gelse de ahiretini düşünenler için uzak durulması gereken bir hâl.

İnanılmaz ölçülerde dar bakmaya alıştırıldık. Her yalana kolayca kanmaya, merak etmemeye, soru sormamaya, kurcalamamaya, etraflıca düşünmemeye de.

O yüzden de dar bakışlarımızı yoğunlaştırdığımız noktalara bile derinlemesine inceleyen, sorgulayan, çok yönlü bakmayı bilmiyoruz. Boş, ruhsuz ve feri gitmiş gözlerle birilerinin “cambaza bak cambaza misali” işaretledikleri noktaları seyretmekle yetiniyoruz sadece.

Nicedir ormanlar ilgilendirmiyor bizi. Hayatımızın her anıyla ilişkili uçsuz bucaksız koruluklar yerine içindeki bir ya da birkaç ağaca odaklanmak yetiyor bizlere. Üstüne odaklandığımız o birkaç ağaç bizim kendi düşüncelerimizden, hislerimizden, okumalarımızdan yola çıkarak ilgi duyduğumuz, merak ettiğimiz ağaçlar da değil. Birileri bizim onlara bakmamızı istedikleri için bakıyoruz.

O yüzden de her seferinde bizim için geliştirildiği ve yapıldığı söylenen teknolojilerin, hizmetlerin, yasal düzenlemelerin gerçekte hayatımıza epey bir acı, yokluk, dert, sıkıntı, hastalık hatta kayıplar, ölümler kattığını da aklımıza getiremiyoruz. Getirdiğini dillendirenleri ya da bu tehlikeler konusunda bizleri uyaranları ise her defasında deli, hain, komplocu, şuursuz diye damgalıyor, taşlıyoruz.

Çoğumuz iyi niyetimizin, bir kısmımız ise derdine düştüğü küçük hesapların kurbanı olup her defasında aynı amaçla fakat farklı şekillerle gelen tilkiliklerin tuzağına düşüp, ağzındaki peyniri çaldıran kargalar olmaktan kurtulamıyoruz.

Onlarca, yüzlerce defa yaş tahtaya basmış, eziyetler çekmiş olsak da bir türlü hayatımızı tarumar eden art niyetli, zehirli ve yok edici silahların hep normal saydığımız, beğendiğimiz hatta destek verdiğimiz şekilde sokulduğunu kavrayamıyoruz. Hatta daha mutlu ve huzurlu olacağımızı düşünüp, üstüne zehri yapıp, bedenimize enjekte edenlere saygı duymayı ihmal bile etmiyoruz.

Yalancı dünyanın eski taktiği

Oysa hayatımıza sokulan her yeni şeyin, kuşku duymayacağımız hatta sevip, sevineceğimiz şeyler olarak girmesi aslında şu yalancı dünyanın bilinen en eski taktiği. Oturup bir düşünsek, biz insanları var olduğumuzdan beri yıkan, güçsüzleştiren, hasta eden ya da öldüren her şeyin her daim başlangıçta hep iyi, güzel, hoş şeyler olarak gösterildiğini görebileceğiz.

Onlarca, yüzlerce hatta binlerce örneği var bunun.

Sağlıktan ziraata, havadan suya, dinden bilime, sanattan tarihe kadar bizi biz yapan hayatın her alanındaki her şey hep bu kurala göre işliyor. Hayatımızı kolaylaştıracağı, rahatlatacağı, geliştireceği, huzur vereceği söylenen her yeni şeyin nihai amacı maalesef hayatımızı zorlaştırmak, aklımızı ve kalbimizi rahatsız etmek, benliğimizi yozlaştırmak ve huzurumuzu kaçırmak için giriyor hayatımıza.

Biz sıradan milyara hazırladıkları sonun yaklaştığı son zamanlarda farklı farklı seviyelerde de olsa dünyanın her yanında daha bir görünür oldu bu kural. Lakin ta şeytanın öfkesini çektiğimiz ilk günden beri işliyor bu kural.

Mesela insanlık tarihinin en tehlikeli ve yok edici yalanı olan iklim değişikliği ile mücadeleyi; atmosferimizin daha fazla ısınmasını önlemek, ekosistemimizi, biyo-çeşitliliğimizi, gıdamızı korumak için yaptıklarını söylüyorlar biz de kolayca inanıyoruz.

Radyasyon havuzunda “Big Brother” düzeni

5G gibi insanı ve çevresini âdeta radyasyon havuzunda yaşamaya mahkûm edecek bir teknolojiyi internet dünyasında ihtiyaç duyduğumuz her şeye daha hızlı, daha kolay, daha rahat ulaşmamız için yaptıklarını anlatıyorlar, rahatlıkla kanıyoruz bu yalana.

Sokakların güvensiz olduğu algısını güçlendirmek için ite, serseriye, suç bağımlısına had safhada tolerans gösterilirken, tedirginliğimizin ve güvenlik endişemizin ancak ‘Tek Dünya’nın yeni kölelik rejimi ‘Sosyal Kredibilite Sistemi’ ile son bulacağını her fırsatta kulaklarımıza fısıldıyorlar, sorgusuz sualsiz kabul ediyoruz.

Bize, malımıza, mülkümüze dair sahiplenmenin son bulacağı düzeni, ‘Para ve cüzdan taşımaya son!’ ya da ‘Artık bir dokunma ile dünyanın her bir noktasında her türlü alışverişinizi yapabileceksiniz’ diyerek ‘Nakitsiz Toplum’ dedikleri bir başka ucubeliği methediyorlar, çar çabucak fit oluyoruz.

Asıl derdin her şeyin tek elden kontrol edildiği ‘Big Brother’ dünyasına geçiş olduğu ‘Dijital Hayat’ sistemini, milyonlarca ağacın kesilmesine, ormanların katledilmesine sebep olan kâğıt, kırtasiyeden ve de milyarlarca kâğıdı ve belgeyi depolamaktan kurtulmak olarak müjdeliyorlar, biz sevinçten yerimizde duramıyoruz.

Bir tek elektrikli aracın pilinin üretimi için gerekli minerallerin çıkarılması ve işlenmesi için 680 ton toprağın kazılması gibi bir gerçeği saklayarak sera gazı emisyonunu azaltacağı, atmosferimizi daha temiz tutacağı yalanlarıyla ‘Elektrikli Araçları’ hayatımıza sokuyorlar, biz oturup mutluluktan ağlıyoruz.

İklim değişikliği yalanını desteklemek için hayatımıza yavaş yavaş giren elektrik ve su kesintilerinin artması durumunda âdeta insanların sıkışıp kalacağı fare kapanlarına dönüşecek olan uzaktan kontrol edilebilir akıllı ya da yaşanabilir evleri büyük reklamlarla tanıtırlarken, bizler sevinçten göklere uçuyoruz.

Binlerce yıldır etinden, sütünden, derisinden yararlandığımız hayvanlarımızı nefes aldığımız atmosferi ısıttıkları, iklimimizi değiştirdiği yalanlarıyla hedefe koyarlarken, onlardan elde edilen nispeten sağlıklı gıdaları ‘sentetik sözde et ve gıdalarla’ ikame edeceklerini gazetelerden, ekranlardan her gün bizlere müjdeliyorlar, bizler kendimizden geçiyoruz.

İçinde her türden anormal maddeyi taşıyan türlü türlü sıvıları ve bizleri iyileştireceğine âdeta hastane bağımlısı yapan bin bir çeşit ilacı sağlığımızı korumak için ürettiklerini söylüyorlarken, sarılıp ellerini öpüyoruz.

  • Aileyi yıkan pozitif ayrımcılık garabeti
  • “Kadına pozitif ayrımcılık” gibi garabet bir uygulama ile kadını, erkeği, çocuğu, aileyi tarumar edip, doğurma mucizesinden soğutulmuş kadınların elinde erkeği üçüncü sınıf insan konumuna itekliyorlarken dahi kalkıp ‘Aileyi koruyoruz’ diyorlar, biz de yatıp kalkıp teşekkür ediyoruz.
  • Kadını iş dünyasının hızlı ve ağır çarklarında öğütüp, ona anneliği ve kadınlığı unutturuyor, nasılsa hamile kalmış olanın doğuracağı bebeğin bağışıklık sistemini bozma pahasına sezaryen doğumlara teşvik ediyorlarken bile pişkince “her şey kadını daha mutlu ve özgür yapmak için” diyorlar, bizler ‘bravo’ sesleri eşliğinde delice alkışlıyoruz.
  • Tuhaf lobi ve ilişkilerin yönlendirdiği algı operasyonlarıyla hepimizi hayvanlara âşık olmuş, garip ve tehlikeli bir ruh haline itekliyorlarken dahi ‘can dostlarımız’ söylemini ağzımıza sakız ediyorlar, dayatılan tuhaf hayvan tapınmacılığının hayvan-severlikle ilişkisinin olmadığını anlayamıyoruz.
  • Etrafımızda olup, herkesi menfi şekilde etkileyen vakalara ve meselelere olağan dışı ölçülerde dar baktığımızı gösteren birkaç örnek bunlar. Maalesef hipnoz olmuş gibi her geçen gün daha çok alışıyoruz bu türden şaşı bakmalara. Her yalana, sahte olana, ters yüz edilmişe, alengirli olana, altüst edilene sorgusuz sualsiz, meraksız kolayca inanıyoruz. Boş, ruhsuz ve feri gitmiş gözlerle her taraftan kendi işini yürütmenin derdinde olanların “cambaza bak cambaza misali” gösterdikleri noktalara takılıp kalmış haldeyiz.
  • Bir silkelenme, uyanma, farkına varma, akletme, her yalana kolayca inanmama, merak etmeme, soru sormama, kurcalamama, etraflıca düşünmeme halinden kurtulma aydınlığına ihtiyacımız var. Bu hem kişisel hem toplumsal aydınlanma ihtiyacı, bizim dünya imtihanımızın gereği aslında. Çünkü Ahzâb suresinin 11. Ayet’inde denildiği gibi dünya bir ‘uyuma ya da uyutulma yeri’ değil. ‘Müminlerin çetin şartlarla denendikleri ve sarsıldıkça sarsılıp, şiddetle silkelendikleri’ bir yer. Sarsıldıkça sarsılacağımız, şiddetle silkeleneceğimiz bir imtihanı geçmek yerine oturduğumuz sıralarda uyuyup kalmak çoğumuza cazip gelse de ahiretini düşünenler için uzak durulması gereken bir hâl.