Burj el Barajne, Kefernahum ve bir yol hikâyesinin sonu -6-

Dedim ya, baştan ayağa hüzün var burada.
Dedim ya, baştan ayağa hüzün var burada.

Okulun terasına çıktığımızda gördüğümüz manzaranın adını tam olarak hüzün koyabiliriz. Kefernahum filmi geliyor aklıma. Filmin esas oğlanı Zain buralarda bir yerlerde olmalı diye düşünüyorum. Zain’in sıradan bir küçük çocuktan 12 yaşında genç bir delikanlıya dönüşümü hemen gözlerimin önünde yeniden cereyan ediyor. Zain’in hayat mücadelesinin yüzlerce örneği işte hemen şuradaki sokaklarda veriliyor, hem de tam şu anda. Dedim ya, baştan ayağa hüzün var burada.

Kurban Bayramının üçüncü günündeyiz. Bugün Sadakataşı Derneği’nin bağışçıları adına kestiğimiz kurbanların son dağıtımlarını gerçekleştireceğiz. Ama öncesinde Lübnan’daki faaliyetlerimizi birlikte koordine ve icrasını gerçekleştirdiğimiz GAWS Derneği’nin merkezini ziyaret edeceğiz. Burada Lübnan’da öğretim görevlisi olarak vazife yapan ve kendisi de aslen Filistinli olan Mahmud Hanefi ile Lübnan’da bulunan Filistinli mültecilerin durumlarına ilişkin olarak bir görüşme gerçekleştireceğiz. Hemen akabinde ise Beyrut’ta bulunan Filistin mülteci kamplarından biri olan Burj el-Barajne Mülteci Kampına giderek mülteci yaşamlarına tanıklık ederek gözlemlerde bulunacağız. Bugün aynı zamanda Lübnan’daki son günümüz olduğundan odamızı da boşaltıyoruz. Nebil bey alıyor bizi otelimizden. GAWS Derneği merkez binasına gidiyoruz. GAWS Derneği Filistinli mültecilerin sorunları ile yakından ilgilenen bir sivil toplum kuruluşu. Eğitimden yardım faaliyetlerine, mültecilerin hukuki sorunlarından, psikolojik sorunlarına kadar birçok sorunla ilgileniyorlar.

Dernek binasında Mahmud Hanefi ile oturuyoruz. Uzun uzadıya Lübnan’daki Filistinlilerin durumlarını anlatıyor bize. Kimlikleri olmayan, mülk sahibi olabilmek ya da çalışabilmek için bir Lübnanlının kefaletine ihtiyaç duyan, insani ihtiyaçlarını giderebilmek için yüzlerce zorlukla mücadele eden, seyahat özgürlüğü olmayan Filistinlilerin yaşadıklarından örnekler veriyor. Türkiye’nin son yıllarda almış olduğu inisiyatiften memnuniyetlerini dile getirmekle birlikte Türkiye’nin yapmasını beklediklerini sıralıyor sonra. Öncelikle, Lübnan’a gelerek Filistinlilerin sıkıntılarına tanık olanların tanığı olduğu hususları Türkiye’de gündeme getirmelerini beklediklerini söylüyor. Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının burada yaşananlar hususunda daha fazla şey yapabileceklerini ve buna dair beklentileri olduğundan söz ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Filistinlilere kısa süreli de olsa vize kolaylığı sağlaması hususunda yardım beklediklerinin özellikle altını çiziyor.

Ticari kabiliyetleri ile bilinen Filistinlilerin kendi ticari faaliyetlerini sürdürebilmeleri için bunun kaçınılmaz bir ihtiyaç olduğunun altını çiziyor. Bununla birlikte ticari faaliyetlerine ilişkin para transferlerini daha kolay gerçekleştirmelerine olanak tanıyacak bir sistemin tesisinin yaşamsal bir önem arz ettiği hususunu da dile getiriyor. Ve belki de en önemlisi diyor, Lübnan’daki Filistinlilerin sorunlarını hem Lübnan Hükümeti nezdinde hem de Birleşmiş Milletler ve Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA) nezdinde diplomatik kanallar vasıtasıyla dile getirmesini Filistinlileri önemseyen bir devlet olması hasebi ile Türkiye’den beklediklerini söylüyor. GAWS Derneği’nden ayrılarak Burj el-Barajne Mülteci Kampına doğru yola çıkıyoruz. Derneğin bu kampta bir hizmet binası mevcut. Kamptaki mültecilere yönelik tüm faaliyetler bu binadan koordine ediliyor.

Derneğin yetkilileri ile tanışıyoruz. Çoğunluğu Filistinli kadınlar tarafından üretilmiş ürünlerin dernek yararına satıldığı bir bölümü geziyor ve karınca kararınca sembolik de olsa bir miktar alışveriş yapıyoruz. Akabinde dernek toplantı salonunda icra edilen kurban dağıtım organizasyonunu gerçekleştiriyoruz. Kalan bir miktar kurban etini ise kamp içerisinde dağıtmak üzere kamp sokaklarında yola düşüyoruz. Kamp zaman içerisinde herhangi bir mühendislik ya da mimari sistematiğe ihtiyaç duyulmaksızın inşa edilen çok katlı binalardan oluşuyor. Plastik su tesisat ve atık su boruları onca nüfusun barındığı bu kampa hizmet etmekten yorulmuş durumda olsa gerek hemen hepsi ya patlak ya da su sızdırıyor. Bunu söylerken nizami bir durumdan bahsetmiyorum; boruların yürürken kafamızın hemen üzerinde, derme çatma binaların duvarlarından sarkmakta olduğunu söylemem gerekiyor.

Benzer bir şekilde kampın hemen her yerinden sarkan, zaman zaman görüş açınızı kısıtlayan ve çoğu çıplak durumda bulunan elektrik kablolarından da bahsetmeliyim. İki bina arasındaki mesafe çoğunlukla bir ya da bir buçuk metre. İki insanın omuz omuza yürümesi neredeyse imkânsız. Bu kamptaki her bir evde onlarca kişiden oluşan aileler yaşıyor. Kamp dışına çıkmaları bir sorun, kamp dışına çıktıktan sonra kampa yeniden girmeleri bir başka sorun. Çocukların eğitimi ise daha büyük bir sorun. Kapı kapı dolaşarak gerçekleştirdiğimiz dağıtımlar sonrası takip ettiğimiz güzergah bizi kamp standartlarının çok üzerinde inşa edilmiş binanın önüne getiriyor. Bu bina, Sadakataşı Derneği tarafından inşa edilmiş. Binanın tefrişi ise TİKA tarafından yapılmış. Burası El-Aksa Anaokulu. Yaklaşık 200 öğrenci burada eğitim görüyor. Binanın içerisindeki sınıfları dolaşıyoruz. Oyuncaklardan, eğitim araç/gereçlerine kadar her şey eksiksiz olarak mevcut.

2017’den bu yana kamptaki küçük yavrularımıza hizmet veriyor burası. Okulun terasına çıktığımızda gördüğümüz manzaranın adını tam olarak hüzün koyabiliriz. Kefernahum filmi geliyor aklıma. Filmin esas oğlanı Zain buralarda bir yerlerde olmalı diye düşünüyorum. Zain’in sıradan bir küçük çocuktan 12 yaşında genç bir delikanlıya dönüşümü hemen gözlerimin önünde yeniden cereyan ediyor. Zain’in hayat mücadelesinin yüzlerce örneği işte hemen şuradaki sokaklarda veriliyor, hem de tam şu anda. Dedim ya, baştan ayağa hüzün var burada. Az ötede güvercinler uçuyor. Burası dünya işte azizim diyorum Fatih’e. Öylece susuyor ve yığılıp kalıyoruz her şeyin tanığı olan bu terasta. Bir miktar Beyrut turu, biraz güvercin kayalıkları, biraz Akdeniz’e bakan bir pastanenin eski sandalyeleri ve biraz da kısa bir Lübnan ziyaretimizin kazandırdığı dostça muhabbetler sonrasında oldukça yoğun bir havaalanı bekleyişi sonrasında uçağımızdaki yerimizi alıyoruz.

İstanbul’daki yeni havalimanından Sadakataşı Derneği Başkanı Kemal Özdal alıyor bizi. Gözlerinden uyku akan Kemal Başkan bayram boyunca İstanbul’da yorulmuş biz ise Lübnan’da. O kadar çok şey konuşuyoruz ki yol boyu. Aklımda kalan en önemli şey, bu bayram da vazifenin yerine getirilmiş olmasının verdiği huzurla hemen her cümle sonunda elhamdülillah deyişimiz oluyor.

-bitti-