Bütün kalpler kırılır

Kalbimiz kırıldığında, ilk kalp kırma dersini de bellemişiz demektir. Çoğun gözyaşının eşlik etmediği çocukluktaki o ilk büyük hayal kırıklığımız, o ilk kalp kırılması deneyimimiz, aslında müstakbel kalp avlarının gizli ilk talimi aynı zamanda.
Kalbimiz kırıldığında, ilk kalp kırma dersini de bellemişiz demektir. Çoğun gözyaşının eşlik etmediği çocukluktaki o ilk büyük hayal kırıklığımız, o ilk kalp kırılması deneyimimiz, aslında müstakbel kalp avlarının gizli ilk talimi aynı zamanda.

Günde kaç kere kalp kırıyoruzdur; kimbilir. Umurumuzda mı? Halbuki biri bizimkini azıcık incitiverdiğinde nasıl da hassaslaşır, nasıl da içerleriz. Diyelim ki biz kalp kırmıyoruz, iyi ama kalbini kırdırmamak kabil mi? Kalp kırma ile kırdırma arasında nasıl bir bağ var acaba? Bütün kalpler bir gün kökten kırılacaksa bunca canhıraş kırıp dökme tavrı niye?

Bütün kalpler kırılır.

Kalbimiz kırıldığında, ilk kalp kırma dersini de bellemişiz demektir.
Kalbimiz kırıldığında, ilk kalp kırma dersini de bellemişiz demektir.

İlk ânda mısraı berceste kıvamını andırır kudretini ele vermeyen, hatta “Ne var ki! Ben her gün böyle yüz tane lâf ediyorum. Hele Twitter’da cikciklediklerime bakın bir.” izlenimi uyandıran bu cümlenin ilk manâsı, doğan her kalbin bir gün, bir şekilde mutlaka kırılmaya mahkûmluğuna dair şiddetli bir tekit. Öyle ya, yaşıyorsak üzülüyoruz demektir. Ya kendi ettiklerimizin ceremesini çekerek yahut da başkalarının hakkımıza tecavüz ettiğini varsayarak.

Ve üzüyoruz.

Hangi düzeyde seyrederse seyretsin, hemcinslerimizle temasımızı mütalâa ederken her ne kadar ikinci şıkkı, yani bizim de başkalarını, en azından onların bizim canımızı yaktığı kadar incittiğimizi hesaba katmazsak da insanlararası ilişkide üzmek ve üzülmek bir nevi kaçınılmaz tabiat kanunu. Havaya atılan her elmanın yere düşeceğinden nasıl eminsek, doğan her bebeğin bir gün göçtüğünde paramparça bir kalple öte dünyaya yolcu edildiğinden de aynı şekilde pekâlâ eminiz.

Ne ki idamei hayat, çevremizdekilerle temastayken bu emniyet hissini de hesaba katmamak demek.

Aksi takdirde kalp kırılma neticesinin sadece bize mahsus bir durum arzettiğine inanıyormuşuz gibi amel eder miydik? Öyle ya, en az zihin kadar ‘tabula rasa’, yani pırıl pırıl bir kalple dünyaya gelen ama tuz-buz edilmişiyle öte dünyaya göçen kişi, bizzat kendisinin nice kalbi cam kırığından beter ettiğinin ne kadar farkında acaba?

Evet, kalp kırılır. Ama sadece bizimkisi. Başkalarınınki mi? Onlar kalplerinin unufak edilmesini hakkedenler ordusunun birer mensubu değil mi?

Kırık Kalpler Dükkânı

Demek ki giriş cümlesinin ikinci manâsı, ilkinden mühim: Kalbi kırılmak, alttan alta ve hatta derinden derine, günü geldiğinde sızım sızım kalp kırmaya hazırlanmak demek.

Kalbimiz kırıldığında, ilk kalp kırma dersini de bellemişiz demektir. Çoğun gözyaşının eşlik etmediği çocukluktaki o ilk büyük hayal kırıklığımız, o ilk kalp kırılması deneyimimiz, aslında müstakbel kalp avlarının gizli ilk talimi aynı zamanda. Ve hatta bize yaşatılanı başkalarına da yaşatabileceğimizin keşfi.

  • Ve bunun mekanizmasının elifbasını ufak ufak sökme talimleri. Henüz küçücük bir veletken üstelik. Çevremiz, kalbi mıncıklanacak gönüllülerden örülü. Büyüdükçe bir yandan daha bir jilet kesiği kalp kırmayı öğreniriz, öbür yandan da kalbimizi kırdırmamayı. Kalbi kırdırmamanın sırrına erdikçe kırmanın sırrı da beraberinde gelmekte. Ve nihayetinde kalbimizi kardırmamanın sırrına ereriz: başkasınınkini kırmak.

İnsan kalp kırılması meselesinde karşı tarafın durumunu hesaba katmakta nasıl gafilse benzeri bir gözardılığı, kendi kalbinin kırılmasını, öteki kalpleri kırmanın temeli âddetmesi evresinde de aynen sergilemekte.

Kısasa Misliyle Kısas

Kalp kırmadaki intikam mekanizması da hayli farklı işler üstelik.
Kalp kırmadaki intikam mekanizması da hayli farklı işler üstelik.

Kalp kırmadaki intikam mekanizması da hayli farklı işler üstelik.

Kalbimiz kırıldığında, kısasa kısas tatbikini talep etmeyi en tabii hakkımız kabul ederiz. Galiba bu hakkı teslim etmek mecburiyetindeyiz. Öyle ya nihayetinde birileri Kâbe’deki en büyük puta saldırmaya cüret etmiş, üstelik bu kıyımda da hayli galip gelmiştir. Misliyle mukabelenin vakti... Doğru, aşiretlerin veya kabilelerin arasındaki husumet mekanizmasındaki gibi, evet.

İster klâsik diyelim, ister geleneksel, farketmez; modern öncesi dönemde insan, ister bir şekilde hayatının merkezine hissiyatı yerleştirsin, isterse kendi isteğinin dışında vaziyetin zaten böyleliğini sezinlesin, farketmez; hisleriyle idrakın imkânının farkındaydı. Ne ki bilmek, anlamayı ötelediğinden fazla, hissen idrakı uzaklaştırmış durumda. Anlamak bizim için anlamını bilmekten ibaret.

Katman Katman Katılık

Kimileriyse başkalarının kendisine verdiği hasardan katbekat fazlasını şahsen kendisine verir ve katılaşıncaya değin kendi elcağızıyla hançerler kalbini; her türlü saldırıdan sağsalim kurtulacak denli katılaşsın diye. Bilerek veya bilmeyerek, sırf başkaları kolaycana kırmasın diye kaskatılaştırırız kalbimizi.

Güya kendimizi savunuyoruzdur; hâlbuki bu tavır, çıkış noktasında bir savunma gayesi gütse de çok geçmeden bu yaklaşımın bize muhteşem bir imkân da bahşettiğini farkederiz: kalp kırma kudreti! Evet, katılaşmış bir kalp daha zor kırılabilir. Ama bu aynı zamanda, tokuştuğu rakip kalpleri tuz-buz etme kudreti manâsına da gelmekte.

Heyhat, ne acı bir yanılgı bu. Özeleştiri kılığında kişinin kendisine yıllar boyunca uyguladığı bir çeşit ötenazi. Hayatın kendisini hedef alan bir ötenazi değil de, hayatın idamesi için vazgeçilmez durumundaki kalbi nişanlayan bir can alma ameliyesi. Hakikatte belki hedef kalbin kendisi değil de remzettiği: his.

Hinliğin Aort Kapağı

Derinlerde, çok derinlerde şöyle bir hile de gizli sanki: Karşıdakinin kalbini kırmak, aslında ona bir nevi iyilik. Çünkü her kalbin bir kırılma miadı vardır ve kırılacak kadar kırılmanın akabinde her kalp soğumaya, sertleşmeye ve hatta granitleşmeye başlar. Gün gelir, artık kırılmaz: üzülmez!

Aslında ömür boyunca en çok istediğimiz şey üzülmemek değil mi? Ve bir de her nasıl bekliyorsak öyle haz almak; ulvi veya süfli.

Korku ile birlikte üzüntü, başka birçok şeyden daha fazla ruhumuzu kemirir; kalbimizi iğdiş eder.

Nihayetinde his dediğimiz şey, sadece kaybeden tarafın kalbindeki bir kimyevi kusurdan ibaret değil mi? Hele de zamanımızda. Hemen celâllenmeyin, sizin gibi ben de böyle düşünmeyenlerden sayıyorum kendimi. İyi ama hakikatte de bu kabule mütenasip mi davranıyoruz yoksa o kimyevi kusuru muhatabımızın kalbinde fellik fellik arıyor muyuz? Bulamayınca da, bir yerleri kırarak o kusuru inşa mı ediyoruz?