Büyük adamlar nasıl öldürülür?: Diş macunu cinayeti

Büyük adamlar nasıl öldürülür?
Büyük adamlar nasıl öldürülür?

Wadie Haddad, Doğu Berlin’deki hastaneye yatırılmasından on gün sonra 29 Mart’ta büyük acılar içinde hayatını kaybetti. Mossad bir cinayet daha işlemişti.

İsrail’i 1948 yılındaki kuruluşundan beri yöneten İşçi Partisi, 1977’nin Mayıs ayında ilk defa seçimi kaybetmişti. Filistin, İngiltere tarafından yönetilirken İngiliz ordusuna karşı savaşmış olan yeraltı örgütü İrgun’un komutanı Menachem Begin, seçimi kazanan Likud partisinin başkanıydı.

Arap ülkelerinden İsrail’e gelen Yahudilerin diğer Yahudiler tarafından aşağılanması, İşçi Partisi içindeki yolsuzlukların ortaya çıkması, Yom Kippur Savaşı’nda yapılan hatalar ve karizmatik Begin’in bu hatalardan yararlanıp bir popülizm dalgası yaratmakta sergilediği beceri, İşçi Partisi’nin seçim bozgununu oluşturmuştu.

Likud’un başkanı Begin, hem İsrailli üst düzey yetkililer hem de diğer ülkelerin liderleri tarafından hem aşırıcı hem de savaş kışkırtıcısı olarak görülüyordu. İsrailli komutanlarla istihbarat şeflerinin bir kısmı kısa sürede kendilerinin yerine yeni hükümetin partizanlarının ve Begin’in adamlarının getirileceğini tahmin ediyordu.

Ama Begin’in başbakan olarak yaptığı ilk icraatlar hem ülke içinde hem de ülke dışında herkesi şaşırttı. 1978 yılında ünlü Camp David zirve toplantısında, ABD Başkanı Jimmy Carter ve Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’la 1967 yılında Mısır’dan koparılmış olan Sina Yarımadası’ndan İsrail’in topyekûn çekilmesini öngören köklü bir barış antlaşması üzerinde uzlaştı.

Beklendiği gibi siyonistler; ordunun geri çekilmesine, Yahudi yerleşimlerinin boşaltılmasına ve petrol bölgeleriyle turizm tesislerinden feragat edilmesine çok sert biçimde karşı çıktılar.

Ama Begin, politik kariyerini riske atarak partisini itaat etmeye, bu uzlaşmayı kabul etmeye zorladı. Partisine ve İsrail sağına bunları kabul ettirmekle de hem ABD ile olan güvenlik ittifakını güçlendirdi hem de İsrail Yüksek Mahkemesi’ni daha geniş yetkiler kullanmak konusunda cesaretlendirdi.

Beklenen iç tasfiye de söz konusu olmadı. Beklenenin tam aksine Begin, İşçi Partisi’yle güçlü bağları olan Mossad Başkanı İzak Hofi ile İsrail iç istihbarat servisi Şin Bet Şefi Avraham Ahituv’un görevlerinde kalmalarını rica etti. Mossad Başkanı Hofi “Begin’in bu isteği bize çok tuhaf gelmişti. Begin için ordu kutsî bir şeydi’’ diyordu.

Begin’in parlamentodaki muhalefete öncülük ettiği dönemlerde istihbarat topluluğuna çok sınırlı olarak erişmesine izin veriliyordu, bu nedenle istihbarat konusunda öğrenmesi gereken çok şey vardı. Ama bir konunun aslını öğrendikten sonra da konuyu yönetmesi üstünkörüydü. Mossad başkan yardımcısı Nahum Admoni, “Begin sanki bizim seksen bin fit üzerimizden uçuyor gibiydi” diyordu.

Begin, Kırmızı Sayfalardaki “somut hedefli öldürme emirlerinin” tamamını sorgulamaksızın imzalıyordu. Bu konuda uyulması gereken prosedürü de dikkate almıyordu. Buna çok şaşıran Mossad başkanı İzak Hofi “İzak Rabin, onaylanması gereken konuyu bir tür iç kabinenin önüne getirirdi. Ama Begin, operasyonları yüz yüze, stenograf ya da askeri yardımcısı olmadan imzalardı. Ona, olayları yazıya geçirmesini, bunun önemli olduğunu vurguladım” diyordu. Begin, Mossad başkanıyla yaptığı ilk toplantıda, hâlen serbestçe dolaşan Nazi savaş suçlularına yönelik “geniş çaplı ve nokta hedefli öldürme seferberliği” başlatılmasını istemişti!

Mossad başkanı, global siyasi yapılanma nedeniyle buna itiraz etmiş, tartışma sonunda tek bir hedef yani Josef Mengele üzerinde uzlaşmışlardı.

Arafat ile Hitler

İsrail’in etkili gazetecilerinden Shlomo Nakdimon, Begin’in “Holokost’u bir defaya mahsus tarîhî bir facia olarak gören diğer İsraillilerin aksine, Holokost’tan çıkarılması gereken dersin; Yahudi halkının varlığına yönelik tehlikenin tekrarlanmasını engellemek için kendilerini kendi ülkelerinde korumak zorunda olduklarını anlamaları olduğunu ısrarla vurguladığını’’ söylüyordu.

Ebu Cihad ve Arafat.
Ebu Cihad ve Arafat.

Begin, Yaser Arafat’ı Adolf Hitler’le aynı kefeye koyuyor, Yahudi devletini yıkma çağrısında bulunan Filistin Sözleşmesi’nin, Hitler’in ünlü Mein Kampf/Kavgam kitabının ikinci cildiyle aynı olduğunu iddia ediyordu.

Begin, 9 Temmuz 1979 tarihinde İsrail Parlamentosu Knesset’te yaptığı sert bir konuşmada, Batı Almanya Şansölyesi Willy Brandt ile Avusturya Şansölyesi Bruno Kreisky’ye, Yaser Arafat’la olan bağlantıları nedeniyle saldırıyor, “Edindiğimiz tecrübelerle hareket eden biz Yahudiler ve Siyonistler, Avrupa’daki ve dünyanın dört bir tarafındaki liderlerin 1930’larda gittiği yoldan gitmeyeceğiz. Mein Kampf II’yi ciddiye alıyoruz, Nazilerden beri emsali görülmemiş aşağılık kâtiller örgütünün lideri, şeytanın oğlu Arafat tarafından dillendirilen dehşetin hayata geçirilmesini engellemek için Tanrı’nın da yardımıyla elimizden gelen her şeyi yapacağız’’ diyordu.

Burada Begin’in Yahudiler ile siyonistleri ayrı olarak vurguladığına dikkat edilmelidir. Avrupa’daki terör saldırıları, 1974 yılından itibaren azalmaya başladı. Terörün azalmasıyla eş zamanlı olarak Arafat da FKÖ’nün diplomatik olarak tanınmasını sağlamak amacıyla kendisini İsrail’le müzakere etmeye hazır bir kişi gibi sunmaya yönelik çabalarına hız verdi. Bu çabaların neticesinde dünyanın dört bir tarafında FKÖ diplomatik temsilcilikleri açılmaya başladı.

İsrail’in ve Yahudi Lobisinin yoğun itirazları bunu engellemeye yetmiyordu! Bu gelişmelerin doruk noktasında, 1974 yılının Kasım ayında Arafat, BM Genel Kurulu önünde ılımlı olarak değerlendirilen bir konuşma gerçekleştirdi.

Yaser Arafat’ın bu çok etkili çabaları, FKÖ ile ABD arasındaki ilişkilerin buzlarını eritmeye başlamıştı. İsrail istihbaratı “baş müttefiki ile baş düşmanı” arasındaki potansiyel bir yakınlaşmadan çok rahatsızdı. İsrail askeri istihbaratı AMAN, 1974 yılında Başbakan İzak Rabin’e verdiği raporda “FKÖ’nün bir Sovyet Kalesi olarak kalmaması için ABD’nin FKÖ içinde azami etkiye sahip olması çok önemlidir” diyordu!

Aynı raporda, İsrail yanlısı olarak değerlendirilen ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile ilgili olarak da “Geleceğe ilişkin sözlerinde, FKÖ ile ilgili kesin bir olumsuzluğa rastlamıyoruz” deniyordu. Yahudi Henry Kissinger hâlen 99 yaşındadır ve ABD siyasi arenasında hâlen etkili bir kişidir.

O aptal görünen bir dâhi

İsrail istihbarat topluluğu, FKÖ’nün sürdürdüğü diplomasi konusunda ABD tarafından ikna edilemiyordu. İsrail Askeri istihbaratı AMAN’a göre FKÖ’nün bu diplomasisi “İsrail’in tasfiye edilmesi stratejisinin taslağından başka bir şey değildi. İsrail askeri istihbaratının önemli kişilerinden Tümgeneral Amos Gilad, “Arafat aptalca görünümünün tam tersiydi. O bir çeşit dâhiydi” diyordu. Terör operasyonlarının yürütülmesinde Arafat’ın iki yardımcısı vardı: Ebu Cihad ve Ebu İyad. Ama terör operasyonlarının uygulanmasında bu kişilerle Arafat arasında bir bağlantı bulunamazdı.

Arafat’ın dünya sahnesinde gittikçe artan şöhreti, Mossad’la AMAN arasında onun suikast için hâlâ uygun bir hedef olup olmadığı konusunda keskin bir tartışmaya yol açtı! O zamanlar suikast hedeflerinden sorumlu olan AMAN’ın şefi Tuğgeneral Yigal Pressler, Arafat’ın suikast listesinin ilk sırasında yer alması gerektiğini ısrarla savunuyordu. Tuğgeneral Pressler “Arafat bir terörist. Ellerinde Yahudi kanı var. Adamlarının terör saldırılarına devam etmelerini o emrediyor. Ondan kurtulmak için her şey yapılmalıdır” diyordu.

Mossad’ın “karşı terör” sorumlusu Shimson Yitzhaki ise buna karşı çıkıyordu: “Arafat, BM’deki konuşmasının ardından politik bir figüre dönüştü. Yılanın başı o ama dünya ona meşruiyet sağladı, onu öldürmek İsrail’i gereksiz bir karmaşanın içine çekecektir.”

İki istihbarat servisi arasındaki bu tartışmanın sonunda Mossad’ın görüşü kabul edildi ve Arafat’ın ismi ölüm listesinden çıkarıldı. Onun yerine Wadie Haddad’ın ismi konuldu. Wadie Haddad, Entebbe baskınından sonraki on beş ay boyunca genellikle Bağdat ve Beyrut’ta güvenli ve son derece varlıklı bir şekilde yaşamaya devam ediyordu.

Daha az iz bırakan cinayetler

Mossad; Bağdat, Şam ve Beyrut gibi Arap başkentlerinde ateşli silah kullanımına mesafeli yaklaşıyordu. Bunun sebebi yakalanma riskinin çok fazla olmasıydı. İşte bu nedenle daha az iz bırakan doğal ölüm ya da kazara ölüm gibi infaz yöntemleri tercih ediliyordu. Böyle durumlarda bir suikast şüphesi olsa bile her şey olup bittiğinde operasyonu yapanlar çoktan gitmiş oluyordu.

Mossad, Haddad’ın örgütü içinde sızarak sağladığı derin istihbarat nüfuzunu kullanıp, böyle operasyonlar için kurduğu “kesişme” grubunu Haddad’ı öldürmekle görevlendirdi. Kesişme grubu da çok özel bir zehir kullanılarak gerçekleştirilecek olan bu öldürme operasyonu için Haddad’ın evine ve bürosuna kolayca erişebilme imkânı olan ajan “Hüzün’’ü görevlendirdi.

Ajan Hüzün, 10 Ocak 1978 tarihinde Haddad’ın diş macununu, içinde çok öldürücü toksin bulunan bir benzeriyle değiştirdi.

Bu diş macunu, Tel Aviv’in güneydoğusunda bulunan ve İsrail’in en sıkı korunan yerlerinden biri olan Ness Ziona’daki ‘İsrail Biyolojik Araştırma Enstitüsü’nde yoğun çabaların ardından geliştirilmişti.1952 yılında kurulan bu Enstitü, hâlen İsrail’in hem savunma hem de saldırı alanındaki en gizli biyolojik savaş araçlarının geliştirildiği tesis olarak çalışmaktadır.

Haddad dişlerini her fırçaladığında macundaki toksin, ağzındaki mukoza zarına nüfuz ediyor ve kanına karışıyordu. Vücudunda biriken toksin miktarı kritik seviyeye ulaşınca öldürücü etki başlayacaktı.

Diş macununu kullanmaya başlamasından uzun olmayan bir süre sonra Haddad kendini hasta hissetmeye başlamıştı. Irak’taki bir devlet hastanesine yatırıldı. Doktorlara, Ocak ayının ortalarında bir yemek sonrası çok yoğun mide kasılmaları yaşadığını söylüyordu. İştahı kesildi, yirmi beş (25) kilodan fazla kilo kaybetti.

Haddad’a ilk önce hepatit, sonra da çok ağır soğuk algınlığı teşhisi konuldu. Doktorlar yoğun şekilde antibiyotik tedavisi uygulamaya başladılar. Ama sağlık durumunda bir iyileşme olmuyordu. Saçları dökülüyor, ateşi âniden yükseliyordu. Bağdat’taki doktorlar ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Haddad’ın zehirlenmiş olabileceğinden şüphelendiler.

Wadie Haddad.
Wadie Haddad.

Stasi’den yardım talebi

Arafat bir yardımcısına, Doğu Almanya gizli servisi Stasi’ye ulaşıp yardım isteme talimatı verdi. O dönemde Stasi, dünyadaki en yetenekli ve en ürkütücü istihbarat servislerinden biriydi. Filistinli örgütlere de en çok yardım eden servisti. Doğu Almanya lideri Erich Honecker, Yaser Arafat’ı tıpkı Küba lideri Fidel Castro gibi gerçek bir devrimci olarak görüyordu.

Haddad, 19 Mart 1978’de istihbarat ve güvenlik topluluklarının üyelerine tahsis edilmiş prestijli bir hastane olan Doğu Berlin’deki Regierungskrankenhaus hastanesine götürüldü. Yardımcıları onun için tuvalet eşyalarının yer aldığı bir çanta hazırladılar: Çantanın içinde bir tüp ölümcül diş macunu da vardı. Mossad, hedefinin gerektirdiği her yere sızabilmişti.

Haddad, Bağdat’tan Berlin’e hareket etmek üzere uçağa bindiğinde, Mossad’a ulaşan istihbarat materyalleri memnuniyet yaratmıştı. Kesişme ekibinin komuta toplantısında okunan bir raporda “Haddad, Almanya’ya ulaştığında tamamen tükendi, biyoloji enstitüsü uzmanları onun artık yürüyen bir ölü olduğunu söylüyorlar” ifadeleri yer alıyordu. Haddad, hastaneye kırk bir yaşında, boyu beş fit altı inç (yaklaşık 167,5 cm) olan Ahmed Doukli takma adıyla yatırılmıştı.

Wadie Haddad, Doğu Berlin’deki hastaneye yatırılmasından on gün sonra 29 Mart’ta büyük acılar içinde hayatını kaybetti. Mossad bir cinayet daha işlemişti.