CHP’nin uyuşturucu galerisi

CHP’nin uyuşturucu galerisi.
CHP’nin uyuşturucu galerisi.

Kurucularının çoğu İslâm düşmanı, mason, sabetaycı ve Yahudilerden oluşan İttihat ve Terakki’nin devamı olan CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun pek çok çıkışı, ciddiye almaya değmeyecek kadar sığ, delilsiz, tutarsız ve de çoğunun iftira mahiyetli olduğu bir gerçektir. CHP’nin iftiralarına; İslâm’a, Türklüğe ve iktidara düşmanlık nedeniyle sorgusuzca inanan azımsanmayacak bir kitle var. İnanmasalar bile söz konusu düşmanlık yüzünden gerçekmiş gibi yayıyorlar. Bundan Türkiye’nin zarar görmesi, itibarının zedelenmesi kimsenin umurlarında bile değil.

‘Uyuşturucu ticareti yapan adamdan vergiyi alacaksın’

22 Aralık 2020’deki CHP grup toplantısında “Asgari ücret neredeyse açlık sınırının biraz üzerinde, ortalama ücrete dönmüş. Milyonlarca kişi asgari ücretli. Asgari ücretten hangi vergiyi alacaksın? Zaten geçinemiyor. Sen asıl vergiyi alınması gerekenden alacaksın. Uyuşturucu ticareti yapan adamdan vergiyi alacaksın, organ ticareti yapan adamdan vergiyi alacaksın, kara parayı aklamayacaksın. Kara parayla devleti dolandıranlardan vergi alacaksın” diyen Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz ayın ana gündemlerinden birini oluşturan yeni bir uyuşturucu çıkışı yaptı.

Bu kez de “Uyuşturucu paralarını Türkiye’nin câri açığının finansmanında kullandılar. ‘Breaking Bad Süleyman' ülkenin çocuklarının zehirlenmesine göz yummuştur. Türkiye’de bir metamfetamin salgını var. Sarayın düzeni, bu salgını besliyor. Bakmayın 'okul önünde uyuşturucu satanın bacaklarını kırarız' palavrasına. Bugün size, Sarayın kara para ile bu zehri nasıl sokaklarımıza davet ettiğini anlatacağım. Kirli paranın sonucudur bu" diye devam eden yine sert iddialarda bulundu.

Çoğunluk, CHP’nin 9 Eylül 1923’te kurulduğunu zanneder. Cumhuriyet dönemine bakılınca elbette bu resmi partileşme tarihidir. Oysa CHP ilk olarak 21 Mayıs 1889’da İttihat ve Terakki adıyla kurulmuştu. Önceki adı ise ‘Jön Türkler’di. Bu isim Charles Mc Farlane tarafından konulmuştu.

İT ile CHP arasındaki en mühim farklardan biri kurucularının kimliğinde gizli. İT’in kurucularının bir bölümü Müslüman adı taşıyan ama Türk ve Müslüman olmayanlardan oluşurken; Emanuel Carrasu, Haim Nahum, Moiz Kohen, Alber Ferid Aseo, Avram Galanti, Nissim Masliyah, Eskail Sason, Vitali Hayim Feraci, Behor Eskenazi, Arnavut İbrahim Temo, Daviçon Karmona gibi bazı isimler ise gerçek isim ve kimlikleri ile yer almıştı.

Ankara’ya gönderilen Müslüman yardımları

CHP’yi oluşturan kadronun çoğunluğu ise Türk ve Müslüman değildi, ama adları Türk ve Müslüman adıydı. Her iki oluşumda da masonluk ve dönmelik geçer akçeydi. Malta’ya sürülen 145’liklerin neredeyse tümü yeni parti rejiminin vazgeçilmezleri arasında yer almıştı.

Ermeni Yemüş Hanım oğlu ‘Kemal Kılıçdaroğlu (Karabulut)’nun iddiaları ile bunların ne alâkası var’ denilebilir. Lâkin var. Çünkü CHP’nin kuruluşunda;

1) Dış yardımlar,

2) Halkın varlığına çökülmesi,

3) Uyuşturucu paraları var.

Hilafetin kurtarılması için Hint Müslümanlarının gönderdiği paralar ki bu muhtemelen- en az üç farklı zamanda- gerçekleşti. Bunlar 60 bin Osmanlı altını, 125 bin İngiliz sterlini ve son olarak 70 bin sterlin. İngiliz sömürgesindeki çilekeş halkın topladığı bu para nedeniyle 30 binden fazla Hintli Müslüman İngilizlerce hapsedilmiş, işkenceye maruz bırakılmıştı.

Başka bir yardım da Bolşevik zulmüyle mücadele etmelerine rağmen Azerbaycan Müslümanlarınca gönderilmişti. 2 Ekim 1920'de 19 bin Osmanlı altını, bir milyon Fransız frangı ve 8 parça petrol poliçesinden oluşuyordu bu yardım. Ancak bundan neredeyse hiç söz edilmedi. Yardımlar sadece bununla sınırlı değildi, dünyanın dört bir yanından Ankara’ya para akıyordu. Bütün bunlar bir yana, CHP’nin Genel Başkanı mason İnönü tarafından Türkiye'ye sığınan 195 Azerbaycan Türkü ‘Ruslara iâde etmeyin, onların yerine bizi siz öldürün’ şeklindeki yalvarmalarına rağmen 1945 yılında İnönü tarafından Ruslara iâde edildi ve sınırı geçer geçmez hepsi Ruslar tarafından infaz edildi. Bu büyük acı için ‘Boraltan Köprüsü ağıtı’ yakıldı.

Milletten zorla alınan ağır vergileri de unutmayalım. İki öküzü, iki atı veya katırı olan birini vergi adı altında vermek zorundaydı. Nazır Şentürk ‘İstanbul Valileri’ adlı eserinde, bir çiftçinin bir yanda öküz, öbür yanda merkeple çift sürdüğünü gören Mustafa Kemal’in çiftçiye neden öyle yaptığını, başka öküzünün olup olmadığını sorduğunu, çiftçi Halil Ağanın ise “Var olmasına vardı ya, Hıdırellez de vergi memurları sattı” dediğini yazar.

  • ‘Kendimi kahraman gibi hissediyorum’
  • Günümüzde kimya sektörünün en meşhur firmalarından olan, sözde ilaç, sözde tohum ve tarım zehirlerinin üreticisi Bayer, 1897’de mucize bir “ilaç” keşfettiğini açıklar. İlacın etkisini anlamak için damarına enjekte eden bir mühendis “kendimi kahraman gibi hissediyorum” deyince, adını kahraman mânâsına gelen ‘heroin’ koyarlar. Türkiye’de h’si düşer ‘eroin’ ismini alır.
  • Eroin, tüm dünyada eczanelerde ağrı kesici gibi satılmaya başlar. Tıpkı bir dönem sentetik uyuşturucu ‘ecstasy’nin eczanelerde zayıflama hapı olarak satıldığı gibi. 15 yıl sonra eroinin sebep olduğu dertler ifşa olduğunda yani mızrak çuvala sığmadığında iş işten geçmiştir. Çok sayıda kişi, eroin ve ekstazi bağımlısı hâline getirilmiştir. Sentetik bir uyuşturucu olan ekstazi bağımlılığı; beyinde var olan seratoninin tamamını salgılatır ve kişide geçici rahatlık, doygunluk, zindelik ve mutluluk hislerine sebep olur. Sonrası ise felakettir.
  • Sigmunt Freud.
  • Her derde deva mucize ilaç
  • 1897 ile 1912 yılları arasında Bayer’in (h)eroini 25 gr’lık şişelerde satılır. Doktorlarca soğuk algınlığından kansere, basit yaralanmalardan yanıklara, veremden ameliyatlara dek reçete edilmediği hastalık kalmaz. Bugün en basit ruhî bunalımdan ileri düzey aklî meleke rahatsızlıklarına dek milyonlarca kutu sentetik uyuşturucunun kırmızı reçetelerle verildiği, pek çok kişinin el altından bunları temin edip kullandığı herkesin mâlumu.
  • Peki, bunu ilk başlatan kimdi biliyor musunuz?
  • Bilmeyiz, çünkü pek söylemezler. Oysa psikanalizci Yahudi Sigmunt Freud; çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek demeden herkese kokain ve benzeri uyuşturucuları reçete eder. Bazı doktorların itirazına rağmen vermeye devam ettiği tarihî bir gerçektir.
  • T.C. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı
  • İsmet İnönü.
  • Kurtuluş Savaşı’nın bitiminde M.K. Paşa ve İsmet İnönü Hükümeti’nin kapısını bir Japon firması çalarak, Türkiye’de eroin fabrikası kurmayı teklif eder. Anlaşmaya varılır ve 1926’da Japon firmasıyla ortak, bugünkü Koç’lara ait Taksim Divan Oteli’nin olduğu yerde ‘T.C. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı’ adlı müessese kurulur. İkinci tesis ‘Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye-ETKİM’ adıyla Eyüp’te, üçüncüsü ise Kuzguncuk’ta tesis edilir.
  • 1928’in İstanbul’unda ciroları 15 milyon TL gibi o gün için akla hayale gelmeyecek büyüklükte rakamlara ulaşan üç ayrı eroin fabrikası tıkır tıkır çalışmaktadır. Devrin yönetiminin 1929 Buhranını bu parayla atlattığı söylenir. Mesela, dönemin Sağlık Bakanı Rıza Nur’un karısı ve oyuncu Afife Jale de morfin bağımlısı olanlardan sadece birkaçıdır.
  • Bütün bu organizasyonu ‘Türk Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye Şirketi- TETKAŞ’ yapmaktadır. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanlığını, 1947′de Başbakanlık koltuğuna da oturacak olan TBMM Başkan Vekili ve Trabzon Milletvekili mason Hasan Hüsnü Saka yapmaktadır.
  • Gazeteler: İsmet İnönü uyuşturucu satıcısı
  • Yıl 1930’dur. Dünya gazeteleri, İsmet İnönü’yü ‘uyuşturucu satıcısı’ olarak resmetmeye başlar. Bu fabrikaları kapatmak kolay iş değildir. Çünkü aşağıdan yukarıya pek çok kişi kasasını eroin geliri ile doldurmaktadır. Fabrikaları kapatıp, eroin üretimi yasadışı ilan edilemez.
  • 1931’de T.C. bandıralı gemiler, dünyada ‘uyuşturucu kaçakçılığı yapan deniz taşıtları’ olarak fişlenince, Mustafa Kemal önce ‘Uyuşturucu Maddeler İnhisarı’nı kurarak, uyuşturucu satışını devlet tekeline geçirmek zorunda kalır. Bu kez de devlet, resmen eroin ticaretini yönetmeye başlar. Bu kurum, 1937’de Toprak Mahsulleri Ofisi’ne dönüştürülene dek devam eder. Kimine göre isim değiştirilse de bu iş bir süre daha devam etmiştir.
  • ‘Bu servetten kolay kolay vazgeçmek hükümetlere ağır geliyor’
  • Meşhur ruh hastalıkları mütehassısı Mazhar Osman bu hususta 1941’de “Tababeti Ruhiye” adlı bir kitap kaleme alıyor. Bu kötü bağımlılığa nasıl yakalanıldığını ve neticelerini sıraladıktan sonra neden önünün alınmadığı hususunda şu mânîdar cümleyi kuruyor: “İktisadî düşünce, hükümetleri şiddetli tedbirlerden men ediyor.” (s.361) Devamla şunları yazar: “Mesela Honduras’ta yarım milyon dolarlık afyon, yüz bin dolarlık morfin, dört buçuk milyon dolarlık heroin varmış. Tabi bu servetten kolay kolay vazgeçmek hükümetlere ağır geliyor. Bu, harplerde ölen insanlardan daha fazla bedbahtlığa sebep olmuş bir canavar.
  • Bizde 3 (h)eroin fabrikası açıldığı vakit, Avrupa hükümetleri ile Milletler cemiyetininin protestosu yağmıştı. Halbuki bu işe ön ayak olanlar hâlâ onlardır. Bütün dünyada uyuşturucu yapan fabrika miktarı 54 adet imiş. Bunların 50’si Avrupa’da, 4’ü Amerika’da imiş. Amerika’da 30 kişiden biri uyuşturucu kullanıyor. Avrupa kendini çabuk toparladı. Fakat fabrikaları, hudut dışı memleketleri zehirlemek ve bu sayede zengin olmak için harıl harıl çalışıyor.”
  • Demirel direndi Erim bitirdi
  • Süleyman Demirel.
  • Türkiye'nin 7 ilinin 51 ilçesine bağlı yüzlerce köyde 90 bin çiftçi ailesi ve milyonlarca insan, geçimini 1972 yılına kadar bereketli bir bitki olan "haşhaş” tan sağlamaktaydı.
  • 1933’de 14
  • 1940’da 23
  • 1946’da 35
  • 1938'de 37
  • 1955’de 40
  • 1956'da 41
  • 1958'de 42 ilde haşhaş ekimi yapılırdı. 27 Mayıs 1960 darbecilerinin sınırlamalarıyla
  • 1961'de 31
  • 1962’de 21
  • 1964’de 16
  • 1968'de 11
  • 1969'da 9
  • 1970'de 7 ile kadar düşürüldü. ABD Başkanı Nixon’un tümüyle yasaklanması talimatlarına, Demirel kısmî olarak direndi. Kimileri, 12 Mart 1971 muhtırasının en temel sebebi olarak “haşhaş” yani afyon ekiminin tümüyle yasaklanmaması oluşunu gösterir.
  • Nihat Erim
  • Darbeciler, mason ve Sabetaycı Nihat Erim’i 26 Mart 1971’de başbakan olarak tayin ettiler. Darbecilerin ardında ise şüphesiz ABD ve talepleri vardı. Nihat Erim ise haşhaş ekimini tamamen yasakladıklarını 9 Haziran 1971’de şu cümlelerle duyurdu: “Bu yasakla insanlığı mahveden beyaz zehrin kaynağı kurutulacak, kökü kazınmış olacaktır."
  • Oysa Türkiye’de üretilen haşhaştan elde edilen ve ilaç sanayiine verilen “afyon sakızı” dünyadaki üretimin sadece yüzde 6'sı kadardı. Türkiye’nin 7-8 katı üretim yapan Hindistan’a kimse dokunmadı. Ne hikmetse Türkiye'nin yüzde 6’lık üretimi engellenince, dünyadaki uyuşturucu meselesi de hallolmuş olacaktı. İşin aslı böyle değildi, ama Nihat Erim bu yasağı getirmesi şartıyla göreve getirilmişti ve o da sadece bir emir kuluydu. Çünkü ağababaları böyle uygun görmüştü.
  • Türkiye’nin ekonomisini bitirdiler
  • Türkiye’nin haşhaş ekmesi için pek çok gerekçesi vardı.
  • - Haşhaş tohum yağı ve ezmesinin insan sağlığına etkisi ve besleyiciliği,
  • - Tohumların ekmek, börek, çörek ve pide türü pek çok gıdada lezzet ve besin artırıcı olarak kullanılması,
  • - Tohumların yağı alındıktan sonra kalan küspenin çok iyi ve etkili bir hayvan yiyeceği olması,
  • - Ciddi bir ihraç maddesi olması sayesinde hem köylü hem de ekonomiyi kalkındırması,
  • - Haşhaşın toprağı yormak yerine dinlendirmesi, diğer bitkilerin daha verimli yetişmesini sağlaması,
  • - Müşterek ekildiğinde diğer bitkileri haşerata karşı koruması,
  • - Seyrek ekildiğinde diğer bitkiler için de gübre gibi görev üstlenmesi, hem de birlikte yetişmesi,
  • - Toprağın aynı yıl başka bir ekim için bir kez daha kullanılmasına imkân vermesi,
  • - Üretiminin zahmetsiz oluşu gibi pek çok neden söz konusuydu. Ayrıca ülkenin bu ismi taşıyan bir de şehri bile vardı.
  • Mecidiye Kışlası, 1926 yılında Eroin Fabrikası’na dönüştürüldü.
  • Afyon ekiminin yasaklandığı yılda 1 dolar 14 TL ediyordu. Tüm engellemelere rağmen sadece Türk çiftçisi 1971’de haşhaştan 287 milyon TL gelir elde etmişti ve o yıl toplam gelir hacmi şöyle gerçekleşmişti:
  • - Haşhaş üreticisinin geliri 287.934.887.-TL
  • - Yağ imalatçılarının geliri 7.103.250.-TL
  • - Kıl torba sektörünün geliri 420.000.-TL
  • - Nakliyecilerin geliri 2.918.570.-TL
  • - Hazinenin ihracat geliri 182.786.336.-TL
  • - Yağ ve kaymak üreticileri geliri 16.386.717.-TL
  • - T.M.O. personel ve teçhizatı 11.500.-TL
  • - TOPLAM YILLIK HAŞHAŞ GELİRİ 429.049.760.-TL idi.

Yasakla neyi hedeflediler?

Güya bu yasakla dünya, uyuşturucu belasından kurtarılacaktı. Çünkü öyle diyorlardı, bu yasakların içte ve dıştaki propagandasında “insânî nedenler”den söz ediliyordu. Oysa gerçek böyle değildi. Askerler ve bürokrasi eliyle Türkiye’ye, üstelik de bir hiç uğruna kendi kuyusunu kazdırıyorlardı.

Bu yasakla bir çok kuş vuruyorlardı:

- Türk çiftçisi ve tarımı bitiriliyordu.

- Câri açığı kapatan çok büyük bir ekonomik kaynak yok ediliyordu.

- Türk halkının sıhhatiyle oynanıyordu.

- Türkiye diğer ülkelere örnek gösterilerek baskı aracı yapılıyordu.

- Sentetik uyuşturucuların önü açılıyordu.

- İlaç sektörü ve uyuşturucu geliri, Amerika’nın tekeline geçiyordu.

- Kendi ilaç sanayimiz bile uyuşturucularını, Batı’dan temin etmek zorunda kalacaktı.

Zâten iyi durumda olmayan Türkiye ekonomisi iyice çıkmaza sürüklendi. 7-8 yıl sonra Türkiye 24 Ocak ekonomik kararlarını açıklamak zorunda kaldı. Artık liberalleşiyorduk ve kapılarımız ardına kadar yabancılara açılıyordu. Ardından TL birden çöktü.

Yani bu kararlar sayesinde dolar 75 TL’ye yükseliverdi. 1971’de 14 TL olan dolar, 1979’da 30 TL’de baskılanıyordu. Ayrıca çiftçiye gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırıldı. İyiden iyiye züğürtleşen devlet, KİT’lerini satmaya başlıyordu.

Osmanlı imzalamadı 27 Mayıscılar ise…

Haşhaşın sınırlandırılmasına yönelik ilk anlaşma "Haşhaş Konvansiyonu" adıyla 1912’de Lahey’de kararlaştırılmıştı, ancak Osmanlı bunu imzalamamıştı. 1961’de ise New York’ta “TEK Antlaşması" imzalandı. Taraf olan 40 ülkenin çoğu 1964’e kadar onaylamadığı halde, Türkiye’ye apar topar imzalattılar ve yürürlüğe sokturdular. Yukarıda zikredilen sınırlamalar ise bu şekilde başladı.

Türkiye’de yasağın artması için Batı medyası ateşli haberler yapıyor. Siyasileri ve işadamlarını, uyuşturucu kaçakçısı gibi gösteriyordu. 27 Mayısçıların kontrolündeki, devrin Anadolu Ajansı bile ülkesi aleyhine haberleri şu örnekteki gibi servis ediyordu:

“Garden City (New York) - AA

Newsday Gazetesi pazar sayısında "eroine çevrilen baz morfinin ABD'ne sokulmasını finanse eden ve planlayan 52 Türk'ün adlarının tespit edildiğini" yazmaktadır. "Gazete muhabirlerinin, üç aylık bir soruşturma sırasında isimleri yeraltı kaynaklarından sağladıkları belirtilmiştir. Gazetenin tespit ettiği Türklerin arasında tüccarlar ve tanınmış iş adamlarının da bulunduğu bildirilmektedir.”

ABD, yasakların kolaylaştırılması için "Eroin Dosyası" hazırlatıp, Türkiye'de Milliyet Gazetesi'nde tefrika ettiriyordu. Bu raporda şöyle deniliyordu: “Demirel Hükümeti, 1966'dan başlamak üzere gitgide artan Amerikan baskısına karşı koymak yerine bazı tavizler vermekle beraber, Türkiye'nin çıkarlarını tüm olarak tehlikeye atmaktan çekinmiştir. Gerçekten de Demirel hükümeti, Türkiye'de afyon yetiştiren illerin sayısını 7'ye, ardından da 1971'de 4'e düşürmüştü…”

ABD, yasakların kolaylaştırılması için “Eroin Dosyası” hazırlatıp, Türkiye’de Milliyet Gazetesi’nde tefrika ettiriyordu. Bu raporda şöyle deniliyordu: “Demirel Hükümeti, 1966’dan başlamak üzere gitgide artan Amerikan baskısına karşı koymak yerine bazı tavizler vermekle beraber, Türkiye’nin çıkarlarını tüm olarak tehlikeye atmaktan çekinmiştir. Gerçekten de Demirel hükümeti, Türkiye’de afyon yetiştiren illerin sayısını 7’ye, ardından da 1971’de 4’e düşürmüştü…”
ABD, yasakların kolaylaştırılması için “Eroin Dosyası” hazırlatıp, Türkiye’de Milliyet Gazetesi’nde tefrika ettiriyordu. Bu raporda şöyle deniliyordu: “Demirel Hükümeti, 1966’dan başlamak üzere gitgide artan Amerikan baskısına karşı koymak yerine bazı tavizler vermekle beraber, Türkiye’nin çıkarlarını tüm olarak tehlikeye atmaktan çekinmiştir. Gerçekten de Demirel hükümeti, Türkiye’de afyon yetiştiren illerin sayısını 7’ye, ardından da 1971’de 4’e düşürmüştü…”

Nixon’dan Demirel’e tehdit gibi mektup

Mâlum ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran 1964’de Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesini engellemek için İnönü’ye, tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçecek olan tehdit mektubu göndermişti. Bu kez de ABD Başkanı Nixon, Demirel'e özel bir temsilci ile “haşhaş mektubu” gönderir.

Nixon mektubunda “Türkiye, Amerikan gençliğini zehirleyen afyon ekimini derhal durdursun” emrini yağdırır. Amerikan Büyükelçisi bizatihi Demirel'i ziyaret ederek verdiği mektuba ilaveten “Afyon arazilerini buldozerlerle sürdürüp imha edin. Köylünün zararı neyse biz tazmin edeceğiz” şeklinde bir ültimatom verir. Demirel ise "o bahsettiğiniz buldozerin üzerine çıkacak adam bulamazsınız, ortalık kana boyanır" diyerek teklifi reddetmiştir.

Nixon, Demirel’e ABD ziyaretinde de baskı uygulamıştı. 1970'te ise Washington'da yapılan CENTO Bakanlar Konseyi toplantısında Richardson, Demirel’in Bakanı sabetaycı mason İhsan Sabri Çağlayangil'e benzer baskılar yapmıştı. 1970 Haziranında Türkiye’nin NATO Temsilcisi Muharrem Nuri Birgi'ye, Nixon’un özel temsilcisi Daniel Patrick Moynihan, "Amerika ile ilişkiniz zedelenmesin istiyorsanız afyon ekimini yasaklayın" diye tehditleri sürdürür.

Tehditlerden hızlı bir netice alamayan ABD, heyet üstüne heyet gönderiyor, teklif üstüne teklif veriyordu. Bunlardan biri de Türkiye’de haşhaş ekilen tüm tarlaların ABD tarafından kiralanmasıydı. Benzer bir baskı, Fransa’ya uygulanıyordu. 12 Mart 1971'de Demirel, iktidarı bırakmaya mecbur bırakıldı. Erim ise ABD’nin her isteğini yerine getirdi.

Peki, kime yasak getirildi? Türkiye’ye. Asya ise üretimine devam etti. Alfred McCoy tarafından yazılan ‘Güneydoğu Asya'da Eroin Politikası’ adlı eser; Birmanya, Laos ve Tayland'ın da içinde yer aldığı "Altın Üçgen" denilen sahadaki uyuşturucuyu, CIA’ın yönettiğini yazıyordu. CIA buralarda saf morfin fabrikaları bile kurmuştu.

Amerika’nın amacı sentetik uyuşturucuya yöneltmek

O günlerde Aytunç Altındal da şöyle yazıyordu: "Uyuşturucu madde tutkunluğu, Amerika'da gökten zembille inmiş bir sorun değil, Amerikanvari düzen anlayışının oluşturduğu ve bu oluşumdan bazı çıkar çevrelerinin milyarlarca dolar' kazandıkları bir olaydır.

Bir ülke düşünün ki, bir takım profesörleri, yazarları, şarkıcıları uyuşturucu madde kullandıklarını iftiharla açıklıyor. Harvard Üniversitesi öğretim üyeliğinden çıkarılma Profesör Timothy Leary, 1970'te yayınlanan "The Politics of Ectasy" isimli kitabında, "Genç kuşak (aklını dolduran) sembolik salgını tedavi edebilmek için LSD'ye muhtaçtır... Gelecekte doğacak çocuklarımı okula göndermeyeceğim..." diyor ve gençlere "siz de LSD kullanın, aklınız açılsın" diye tavsiyede bulunuyordu.

Nixon Hükümetinin bütün yaptığı, doğal uyuşturucuları piyasadan uzaklaştırmak olmuştur. Ridalin, LSD, THC, DMT, sentetik meskalin, anfitamin gibi hap olan sentetik ne varsa en bol şekilde piyasayı doldurmuştur.

Amerika'da en çok kullanılan uyuşturucular, Nixon yönetimi tarafından iddia edildiği gibi eroin değil, haplardır. Mesela RNA ve DNA denilen amino asitler en revaçta olan uyuşturucuların başındadır.

Nixon bir yandan Türkiye'deki haşhaşı yasaklatırken, diğer yandan da marihuananın durumunu araştırtmıştı. Sağlık Bakanı Richardson tarafından Başkan Yardımcısı Spiro T. Agnew’a sunulan 31 Ocak 1971 tarihli "Marihuana and Health" isimli raporda "marihuananın/kenevirin sağlığa zararlı olduğuna dair kesin bulgular olmadığı, fakat araştırmaların sürdürüldüğü" belirtilmektedir.

Nixon, çoğunluğu kendisine ve izlediği politikaya karşı olan gençleri başıbozuklukla suçlarken, onlar da kendisinin yanlış yolda olduğunu söylemektedirler.

Bir ülke düşünün ki, bir takım profesörleri, yazarları, şarkıcıları uyuşturucu madde kullandıklarını iftiharla açıklıyor. Harvard Üniversitesi öğretim üyeliğinden çıkarılma Profesör Timothy Leary, 1970’te yayınlanan “The Politics of Ectasy” isimli kitabında, “Genç kuşak (aklını dolduran) sembolik salgını tedavi edebilmek için LSD’ye muhtaçtır... Gelecekte doğacak çocuklarımı okula göndermeyeceğim...” diyor ve gençlere “siz de LSD kullanın, aklınız açılsın” diye tavsiyede bulunuyordu.
Bir ülke düşünün ki, bir takım profesörleri, yazarları, şarkıcıları uyuşturucu madde kullandıklarını iftiharla açıklıyor. Harvard Üniversitesi öğretim üyeliğinden çıkarılma Profesör Timothy Leary, 1970’te yayınlanan “The Politics of Ectasy” isimli kitabında, “Genç kuşak (aklını dolduran) sembolik salgını tedavi edebilmek için LSD’ye muhtaçtır... Gelecekte doğacak çocuklarımı okula göndermeyeceğim...” diyor ve gençlere “siz de LSD kullanın, aklınız açılsın” diye tavsiyede bulunuyordu.

Uyuşturucu maddelere en çok ilgi duyan gençlik kesimi genellikle orta ve orta-alt sınıfların çocuklarıdır. Dar gelirli ve çeşitli toplumsal sorunları olan ailelerden yetişmişlerdir. Bin bir güçlükle öğrenim görmüşler ya da tamamlayamadan ayrılmışlardır. Yaşları 15-35 arasındadır. Koyu savaş ve askerlik aleyhtarıdırlar. Aralarında ideolojik örgütlerle ilişkileri olanlar varsa da bunlar azınlıktadır. Bu gençlik kesimi başlıca beatnic, hippy, freak, vietnic, peacenic, yippie ya da helis angels rockers, greasers, weathermen, white panthers gibi isimler altında tanımlanmaktadır. Bu gençlik grupları genellikle Amerika'da kurulmuş olan underground-yeraltı örgütlerine girip çıkmaktadırlar. Yeraltı dünyasının 200'e yakın gazetesi, dergisi vardır. Bir zamanlar bu örgütler gençleri uyuşturucu madde kullanmaya teşvik etmişlerdi.”

Uyuşturucu CHP’nin tekelindeydi

Bugün Hollanda, Almanya, Kanada, ABD gibi ülkeler keyif verici bir madde olan keneviri çoktan serbest bıraktı.

Öte yandan mesele Kemal Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği gibi değil. Çünkü dün uyuşturucu kendi partisinin tekelindeydi. CHP’li zenginlerin bir kısmı servetini tam da bu alandan sağlamışlardı. Suçlu olan kenevir veya haşhaş değil, onların kötü amaçla kullanımıydı. Bunu kötü amaçlı olarak bilhassa zamanın CHP’si ve ABD kullanmaktaydı.

Taliban kenevir ekimi ve kullanımını yasakladığı halde, aynı Batı sürekli olarak Taliban’ı uyuşturucu satıcısı olarak tasvir ediyordu. Oysa PKK/YPG/PYD gibi terör örgütlerinin en büyük gelir kalemi uyuşturucuydu ve bunlardan vergi almak isteyen kişi de bizatihi CHP’nin genel başkanıydı. Türkiye’nin uyuşturucu ile olan resmi mücadelesi ortada iken CHP’nin bu tür suçlamaları olsa olsa günahlarını örtmek içindir. Şüphesiz dün olduğu gibi bugün de devletin çeşitli kademelerinde görev alan bazı kişiler, bazı kirli ilişkilere sahip olabilir. Böyle bir durum varsa, CHP’nin yapması gereken bunları ifşa edip, savcıların önüne koymaktır.