Cinsiyetsizleştiremediklerimizden misiniz?

Batı’nın üreyememesinin cezasını niçin biz çekelim? Hangi özel dernek, hangi özel vakıf, hangi konuda nasıl bir politika güderse gütsün ama biz bu cinsiyetsizlik numaralarına niye ‘resmen’ alet olalım? Yoksa Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızın yeni milli kültür politikası cinsiyetsizlik de bizim mi haberimiz yok?
Batı’nın üreyememesinin cezasını niçin biz çekelim? Hangi özel dernek, hangi özel vakıf, hangi konuda nasıl bir politika güderse gütsün ama biz bu cinsiyetsizlik numaralarına niye ‘resmen’ alet olalım? Yoksa Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızın yeni milli kültür politikası cinsiyetsizlik de bizim mi haberimiz yok?

Bu yıl onuncusu düzenlenecek Uluslararası Malatya Film Festivali bir son dakika gelişmesiyle iptal edildi. Çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sinema Genel Müdürlüğü, Malatya Valiliği ile TÜRSAK Vakfı’nın desteklediği ve Malatya Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen festivalde ödüller artık cinsiyetsiz verilecekmiş. İnandırıcılık yoksunluğunda birbirleriyle yarışan basın açıklamalarından ikincisine göreyse gerekçe kovid belâsı.

Biyoloji Felsefesi’ne göre hayatiyetin üç şartı var: Beslenmek, üremek ve hareket etmek.

  • Teferruatlandırmak hayli çetin ama gene de bütün hayvanatın olanca varlığını, ameliyesini ve yaşantısını çeşnilendiren her türlü davranışını bu üç hâlle izah kabil. Hızlı bir göz atışla bile bu üç şarttan ikisinin, varolan bir canlının canlılığını sürdürmesine kâfi geldiği farkedilebilir. Herhangi bir hayvan, yani canlı; ister yiyecek bulmak, isterse başka bir canlıya yiyecek olmaktan kaçınmak maksadıyla veya hangi maksada matuf bulunursa bulunsun, hareket ettiğinde ve beslenebildiğinde hayatiyetini sürdürür. Ama dikkat buyurunuz: sadece kendisininkini. Soyunu devam ettirebilmesi içinse üreme şart.

Hareket hususunu şimdilik bir tarafa bırakalım ve beslenmek ile üremek meselelerine yoğunlaşalım.

Kanaatime göre Türkiye’nin en mühim meselesi ne iktisadi, ne siyasi, ne hukuki... Eğitim, demokrasi, kültür gibi devasa meseleleri tahfif mi ediyorum?

Demek istediğim, bu meselelere hem muhatap olacak, hem de vakti-saati geldiğinde hâlledecek en mühim unsuru, bizatihi insanın ta kendisi âddettiğim için, bana göre en mühim meselemiz beslenme.
Demek istediğim, bu meselelere hem muhatap olacak, hem de vakti-saati geldiğinde hâlledecek en mühim unsuru, bizatihi insanın ta kendisi âddettiğim için, bana göre en mühim meselemiz beslenme.

Değil elbette. Demek istediğim, bu meselelere hem muhatap olacak, hem de vakti-saati geldiğinde hâlledecek en mühim unsuru, bizatihi insanın ta kendisi âddettiğim için, bana göre en mühim meselemiz beslenme. İnsanımız, hayatiyetini sürdürecek sıhhi gıdalardan külliyen mahrum bırakılmak üzere. Gıdalarımız bizi beslemekten çok zehirlemekte. Hangi siyasi kanaati taşırsa taşısın, hangi inanca mensup bulunursa bulunsun, bana göre ülkemizde yaşayan herkesin bir numaralı meselesi o yüzden beslenme. Ortada sıhhi gıdalardan mahrum bir insan cemiyeti varsa bütün öbür meseleler ânında talileşmez mi?

Bütün öbür meseleler insaniyetimizle alâkalı iken gıda meselesi hayatiyetimizle irtibatlı çünkü.

Üreyememek belâsı

Peki Avrupa’nın en mühim meselesi ne? Pekçoğumuz nice hususu sayıp dökerken aslında Avrupa’nın bu en mühim meselesini nasıl da maharetle peçelediğini misallendirmekte. Moderniteyle birlikte Avrupa’nın köküne kibrit suyu dökmeye başlayan ve geçen yüzyılın son çeyreğinde buhran seviyesine çıkan husus, üreyememe. Avrupa artık üreyemeyen, neslini devam ettirememe tehlikesi yaşayan bir zihniyetle malûl.

  • Cinsiyeti hazla irtibatlayan ve tabii neticesi durumundaki üremeyi dışlayan veya sınırlayan, en azından hafifseyen anlayış, Avrupa tarihinin yaşadığı en büyük buhran hususiyetini muhafaza etmekte. Cinsi kaymayı, sapmayı, sapıklığı saymıyorum bile.

Alman Harbi’ne kadar dünyanın en muhafazakâr cemiyetlerinden biri durumundaki Amerika’nın, ‘cinsel devrim’ diye tesmiye edilen hengâmenin ardından yaşadığı cinsi serbestiyetin, çok geçmeden üreme üzerindeki tesirleri ve nihayetinde elini-avucunu göçmenlere nasıl açtığı da malûm.

Bildiğimiz kadarıyla insanlık tarihi, bugüne kadar herhangi bir coğrafyada böylesine bir üreme kayıtsızlığına işaret etmemekte.

Onlar üreyemiyor diye

1970’li yıllardan itibaren resmi zevata göre Türkiye’nin bir numaralı meselesi hâline getirilen ve adına da ‘aile plânlaması’ denilen ve yazık ki bize de afiyetle yutturulan yalancı dolmayı hatırlayınız lütfen. Yıllarca Türkiye’nin en büyük şirketlerinin sponsorluğunda, kuş uçmaz, kervan geçmez dağbaşlarına kadar gidilmiş ve nüfus artışımız gözle görülür şekilde ketlenmişti.

  • Müreffeh ülkelerdeki cinsi serbestiyetin tesiri neticesinde neslin devam edememesi tehlikesi başgösterdiği için, biz de dahil bütün Batı dışı kabul edilen ülkelerin nüfus artışına binbir numarayla ama maharetle set çekildi.

Yetmiyormuş gibi şimdilerde de cinsiyet üzerinden pek kesif bir hücumla karşı karşıyayız: Cinsel serbestlik, cinsel devrim, ‘toplumsal cinsiyet’ ve nihayetinde düpedüz cinsiyetsizlik... Aseksüalite, üçüncü cinsiyet, çoklucinsiyet filân. Hayatiyetin üçlü sacayağından birinin yoldan çıkmış binbir türlü hâli... Bilmediğimiz, varlığını yoksaydığımız, varlığını yoksayarak zararlarından korunacağımızı zannettiğimiz, üzerinde hiç düşünmediğimiz mevzular bunlar.

Biz kafamızı kuma gömmeyi sürdürüyoruz ama atı alan Üsküdar’ı da geçiyor, Kastamonu’yu da. Geçtiğimiz günlerde Malatya’dan ses verdi hatta.

Bizim asli vazifemiz Alman mukallitliği mi?

Bu yıl onuncusu düzenlenecek Uluslararası Malatya Film Festivali bir son dakika gelişmesiyle iptal edildi. Niçin? Orası karışık. Belediyenin inandırıcılık yoksunluğunda birbiriyle yarışan iki basın açıklamasından biri ‘cinsiyetsiz ödül’ üzerinde dururken, öbürü kovid bahanesine sığınıyor. Tuhaf.

Dördü resmi, biri hususi bu beş kuruma sırtını dayayan Malatya Film Festivali, artık ödüllerini cinsiyetsiz verecekmiş
Dördü resmi, biri hususi bu beş kuruma sırtını dayayan Malatya Film Festivali, artık ödüllerini cinsiyetsiz verecekmiş

Tuhaf diyerek de geçiştirebiliriz ama ortada gene de epeyce mesele açıkta kalıyor. Bir kere, her ne kadar festival belediyenin bünyesinde düzenlenmekte ise de destekçiler içerisinde Malatya Valiliği, Sinema Genel Müdürlüğü ve TÜRSAK var. En büyük destekçi ise Kültür ve Turizm Bakanlığı. Âlâ. Her şey olması icap ettiği gibi yani.

Dördü resmi, biri hususi bu beş kuruma sırtını dayayan Malatya Film Festivali, artık ödüllerini cinsiyetsiz verecekmiş. İyi ama böyle birliktelikten ‘cinsiyetsiz ödül’ nasıl çıkıyor? Ne demek cinsiyetsiz? Kim biliyor ki bu ülkede? Hele kim artık kelimeleri tartarak, tabirleri ölçüp biçerek meram ifade ediyor ki!

Peki niye ödüller cinsiyetsiz verilecekmiş? Efendim, Berlin Film Festivali geçtiğimiz aylarda öyle yapmış da ondan. İyi ama bize ne bundan? Bizim birinci vazifemiz gâvurların gâvurluklarını hiç vakit kaybetmeden taklit etmek mi yoksa başka bir şey mi? Belli ki “Bizim Almanlar’dan neyimiz eksik ki?” diyecek çok. Çünkü “Bizim Almanlar’dan neyimiz fazla?” diyenimiz kalmadı.

Nitekim festivalin yürütücüsü durumundaki TÜRSAK’ın elinden çıkma festivalin tanıtım metninde de bu durum, övüne övüne anlatılıyor: “Hatırlanacağı gibi Berlinale, oyunculuk ödüllerinde cinsiyet ayrımına gidilmeyeceğini, kadın-erkek oyuncu ödülleri yerine, en iyi başrol ve en iyi yan rol ödülleri verileceğini açıklamıştı. Türkiye festivalleri arasında ise bunu yapacak ilk festival, 10. Malatya Uluslararası Film Festivali olacak!”

TÜRSAK ve Elif Dağdeviren...

Her taşın altında aynı isim

Madem öyle, ben de sorularımı sorayım: Kim bu Elif Dağdeviren? Şu “hem erkeklerin, hem de kadınların aynı şekilde hoşlandığı” diye övülen, yıllar önce hemcinsleriyle dudak dudağa öpüşme fotoğraflarını el altından basına sızdırarak şöhret kazanan popçu Tarkan’ın eski sevgilisi. Bize ne bu ‘şey’lerden zaten? Kim nasıl yaşıyorsa yaşasın. Gene de insan şurasını merak ediyor: İyi ama muhafazakârların bütün sinema etkinliklerinde, festivallerinde, yarışmalarında, iktidarla iltisaklı bütün sinema faaliyetlerinde ne diye hep bu isme rastlıyoruz? TÜRSAK Vakfı’nın başkanlığı, kişiye böylesine her taşın altından çıkma imkân ve fırsatı verir mi? Anlamak mümkün değil. Bırakalım muhafazakârların, milliyetçilerin, sağcıların, İslâmcılar’ın; solcuların arasında bile bu işlerden anlayan başka birileri yok mu sahiden? Bu kişi Türkiye’deki öbür sinemacıların bilmediği neyi biliyor ki? Sırrı ne bu kadının?

  • Bir taraftan da merak ediyorum, kendisine ‘kadın’ dedim diye beni dava eder mi acaba? Bilirsiniz, vakti zamanında ahali Tanzimat’ı “Artık gâvura gâvur denmeyecek.” diye hülâsa etmişti. Şimdi de kadına kadın, erkeğe erkek denmeyecek mi yani? İyi ama ne diyeceğiz? Ne demeliyim acaba Elif Hanım’a? Üçüncü cinsiyetçi mi, üçüncü cinsiyetli mi yoksa ‘kadınımsı’ mı?

Cinsiyetsizlik örtüsünün altında ne çeşit hayati tehlikelerin saklandığını anlamak ne diye böylesine görmezden geliniyor?

Batı’nın üreyememesinin cezasını niçin biz çekelim? Hangi özel dernek, hangi özel vakıf, hangi konuda nasıl bir politika güderse gütsün ama biz bu cinsiyetsizlik numaralarına niye ‘resmen’ alet olalım?
Batı’nın üreyememesinin cezasını niçin biz çekelim? Hangi özel dernek, hangi özel vakıf, hangi konuda nasıl bir politika güderse gütsün ama biz bu cinsiyetsizlik numaralarına niye ‘resmen’ alet olalım?

Batı’nın üreyememesinin cezasını niçin biz çekelim? Hangi özel dernek, hangi özel vakıf, hangi konuda nasıl bir politika güderse gütsün ama biz bu cinsiyetsizlik numaralarına niye ‘resmen’ alet olalım? Yoksa Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızın yeni milli kültür politikası cinsiyetsizlik de bizim mi haberimiz yok?