Darbe severler için ibretlik bir hikâye

General Aung San aslında bir general değildi. Hatta bir asker bile değildi. 1826’dan itibaren İngilizler tarafından yavaş yavaş ele geçirilen Burma’da doğmuş bir Budistti. Koyu bir Budizm eğitimiyle büyümüş, sonra da hukuk okumuştu. Aslında tam olarak hukukçu da değildi. İngiliz işgali altındaki ülkesinde İngilizlere karşı çıktığı için okuldan atılmış, daha sonra da kendini gazeteciliğe ve siyaset işlerine vermişti.

Gençlik yıllarında tam bir isyancı olan Aung San, kendini ‘antiemperyalist’ olarak tanımlıyordu. Ama tam olarak antiemperyalist de değildi. Yazdığı bir makalede en büyük kahramanının, ABD’nin kurucusu Abraham Lincoln olduğunu söylüyordu. Buna rağmen gönlü her zaman komünizmden yanaydı. Ama tam olarak bir komünist de değildi. Bunu, Japonlarla ilk karşılaştığında anlayacaktı.

Çin askeri olmak isterken Japon ajanı oldu

Aung San üniversitede siyasi işler yürütüp işgalci İngilizlere karşı ‘özgürlük’ eylemleri yapınca hayatının yönü de değişti. İşgalci İngilizler tarafından başına para ödülü kondu. O da bir arkadaşıyla ülkeden kaçmaya karar verdi. 1939’da, yani İkinci Dünya Savaşı yeni patlak verdiğinde, İngilizlerden daha iyi olduğunu düşündüğü komünist Çin’in desteğini alarak ülkesi Burma’da darbe yapmak için Çin'in Xiamen şehrine gitti. Fakat oraya gittiğinde, şehir Japonlar tarafından işgal edilmişti. Burada bir Japon istihbarat subayıyla tanıştı. Onun telkinleriyle Japonların Çinlilerden daha iyi olduğuna ikna oldu ve yönünü Tokyo’ya çevirdi. Tayvan üzerinden Tokyo’ya gittiği gün, Japonlar da Nazi Almanyası ile ittifak imzalamıştı.

940’ta ise bu düşüncesi de değişti. Bir makalesinde, Japonya ve Nazi Almanyası örnek alınarak kurulacak otoriter bir devletin hayalini kurduğunu yazdı.
940’ta ise bu düşüncesi de değişti. Bir makalesinde, Japonya ve Nazi Almanyası örnek alınarak kurulacak otoriter bir devletin hayalini kurduğunu yazdı.

Aung San bu imza olayına çok takılmadı. Çünkü koyu komünist fikirleri, burada ‘Asya Birliği’ ideolojisine dönüşmeye başlamıştı. 1940’ta ise bu düşüncesi de değişti. Bir makalesinde, Japonya ve Nazi Almanyası örnek alınarak kurulacak otoriter bir devletin hayalini kurduğunu yazdı. Hatta Japon Kimonosu giydi ve kendine Japonca "Omoda Monji" adını taktı.

Kendi halkına karşı katliamlar düzenledi

Artık bir Japon istihbarat elemanı olan Aung San, 1941’de gizlice ülkesine döndü ve Japonlar adına eski komünist arkadaşlarından ajanlar devşirmeye başladı. Kısa sürede de 3500 isyancı toplayarak ‘Burma Bağımsızlık Ordusu’nu kurdu. Elbette Japon subayların eğitimi ve verdiği silahlarla.

 Kısa sürede de 3500 isyancı toplayarak ‘Burma Bağımsızlık Ordusu’nu kurdu. Elbette Japon subayların eğitimi ve verdiği silahlarla.
Kısa sürede de 3500 isyancı toplayarak ‘Burma Bağımsızlık Ordusu’nu kurdu. Elbette Japon subayların eğitimi ve verdiği silahlarla.

Japonların kuklası, ülkesinin ise ‘bağımsızlık kahramanı’ olan Aung San ve askerleri, İkinci Dünya Savaşı boyunca kendi ülkelerinde katliamlar düzenledi. Aslında işgalci İngilizlerle savaşması gerekiyordu ama o ve arkadaşları özellikle Budist olmayan ve kendileriyle aynı etnik kökenden gelmeyen halklara karşı toplu kıyımlar yaptı. Bu katliamların nedenini de ‘Emperyalistlerden önce onların destekçilerini yok etmek gerektiği’ mantığıyla açıklıyordu. Ama kıyım yaptığı şehirler, zaten Japonlar tarafından İngilizlerden temizlenen şehirlerdi.

Devlet lideri olma hayalleri suya düştü

Sonunda özgürlük savaşı meyvelerini verdi ve Burma’nın başkenti 1942’de Japonlar tarafından işgal edildi. Aung San’ın emrindeki dağınık ordular da Japonlar tarafından ‘düzenli orduya’ dönüştürüldü ve adı Burma Savunma Ordusu yapıldı. Aung San’a da doğrudan Albay rütbesi verildi. Hatta Japon İmparatoru onu huzuruna davet ederek kahramanlık madalyası takdim etti.

Sonunda özgürlük savaşı meyvelerini verdi ve Burma’nın başkenti 1942’de Japonlar tarafından işgal edildi. Aung San’ın emrindeki dağınık ordular da Japonlar tarafından ‘düzenli orduya’ dönüştürüldü
Sonunda özgürlük savaşı meyvelerini verdi ve Burma’nın başkenti 1942’de Japonlar tarafından işgal edildi. Aung San’ın emrindeki dağınık ordular da Japonlar tarafından ‘düzenli orduya’ dönüştürüldü

Bir yıl sonra Japonya, Burma’ya bağımsızlık verdiğini ilan etti ve ‘Cumhuriyet kutlamaları’ düzenledi. Aung San, Japonlar tarafında ülkenin ilk devlet başkanı olarak ilan edilmeyi bekliyordu. Ama bu işler öyle yürümüyordu. Japonlar “ülkesine bu kadar ihanet eden bir haine güvenemeyiz” diye düşünmüş olacak ki, ülkenin başına başka bir ismi atadı. Aung San’ı da silahlı kuvvetlerin başına getirerek ülkenin ‘iki numarası’ yaptı.

İngiliz uşağı olma yolunda

Ülkesine ve halkına ihanet etme konusunda sınır tanımayan Aung San, Japonlar tarafından uğradığı bu ihanete çok içerlerdi.

  • Emrindeki orduyla birlikte bir Japonlara karşı bir ayaklanma düzenlemek için hazırlıklar yaptı. 1944’te gizlice ‘Antifaşist Halk Özgürlük Birliği’ni kurdu. Kendi yönetimindeki ordudan çaldığı silahlarla askerlerini donattı ve bu sefer Japonlara karşı yeni bir ‘özgürlük’ savaşı için düğmeye bastı.

Tam da o günlerde, 1945’te İngiltere öncülüğündeki Müttefik Kuvvetler Burma’nın başkentine doğru ilerleyince, Japonlar ani bir kararla Aung San ve ordusunu İngilizlerin üzerine gönderdi. Fakat Aung San’ın başka planları vardı. Japonlar tarafından İngilizlere saldırması için cepheye gönderilen Aung San, cephede İngilizlerle bir olup Japonlara saldırdı. Ordusunun adını da ‘Yurtsever Birmanya Kuvvetleri’ olarak değiştirdi.

İngilizlerin süslediği kahraman

Aung San, İngilizlerin emrinde 12 bin Japon askeri öldürdüğünü iddia etti. Bu iddiasının nedeni elbette savaşı İngilizlerin kazanması ve başkentin müttefik kuvvetler tarafından ele geçirilmesiydi. Güçlüden yana olmayı seven Aung San, İngilizlere tam itaat sözü verdi. İngilizler de buna karşılık, Japonlardan temizledikleri başkent Rangoon’a Aung San ve adamlarının İngiliz ordusundan iki gün önce bir kahraman gibi girmesine izin verdi.

Ona göre ‘herkese ihanet edilebilir’

Çok geçmeden 2. Dünya savaşı bitti. Japonlar yenildi. İngilizler Burma’yı tamamen işgal etti ve orduyu dağıtarak ülkeyi silahsızlandırmaya başladı. Burma’ya bir de ‘Genel Vali’ atandı. Aung San’ın ‘Yurtsever Birmanya Kuvvetleri’ de İngiliz komutanların emrine verildi. Tüm bu kararlar, Eylül 1945’te Seylan’da düzenlenen ve Burma’nın kaderini belirleyen Kenedi konferansında alındı.

Aung San ise bu konferansa davet edilmedi. İngilizler, Aung San’ın Müslüman bir halk liderini infaz ettiği için yargılanması gerektiğini tartışıyordu. Aung San, o gün İngilizlerin de gözünden düştüğünü anladı ve ülkenin değişik yerlerindeki isyancılara haber göndererek İngilizlere karşı onların yanında olduğunu, ama şimdilik İngilizlerden yana görünmesi gerektiğini söyledi.

Burma Savunma Ordusu yapıldı. Aung San’a da doğrudan Albay rütbesi verildi. Hatta Japon İmparatoru onu huzuruna davet ederek kahramanlık madalyası takdim etti.
Burma Savunma Ordusu yapıldı. Aung San’a da doğrudan Albay rütbesi verildi. Hatta Japon İmparatoru onu huzuruna davet ederek kahramanlık madalyası takdim etti.

Fakat İngilizler, eski bir hainden yeni bir dost çıkmayacağını çok iyi biliyordu. İplerini her zaman elinde tutmak istedikleri için Aung San’a yüksek rütbeler verdiler. İngiltere’nin Burma Genel Valisi Sir Hubert Rance, onu önce savunma danışmanı, ardından da Kraliyet Kolonisinin 5. Başbakanı yaptı. Bu arada ülkedeki ‘antifaşistler’ ve komünist halk hareketleri, İngilizlerle iş birliği yaptığı için eski dostları Aung San’a cephe aldı. O ise sık sık İngiltere’ye giderek İngilizlerle ülkesinin bağımsızlığını müzakere etti. Daha basit bir ifadeyle, bağımsızlık dilendi ve istediğini de aldı. Yapılan anlaşmaya göre 10 yıl sonra, yani 1957’de İngilizler Burma’ya bağımsızlık verecekti.

İşi bitince, işini bitirdiler

Daha 10 yıl önce, 1937’de ülkesini İngiliz işgalinde kurtarmak isteyen bir genç olarak yola çıkan ve bu yolda önce ABD hayranı, sonra Çin aşığı, ardından Japon ajanı ve nihayet İngiliz uşağı olan Aung San, 1947’de tüm bu eski dostlarının düşmanı haline gelmişti. Eski ‘antifaşist’ arkadaşları da artık onu faşizmin temsilcisi olarak görüyordu. Hatta ülkesinin İngiliz valisine ‘kimse beni sevmiyor, beni öldürebilirler’ diye dert yanıyordu. Dediği gibi de oldu. 19 Temmuz 1947’de kabinesi ile toplantı halindeyken, asker kıyafetli birkaç adam hükümet binasına geldi. İçerde garip bir şekilde hiçbir direnişle karşılaşmayan bu adamlar, doğrudan toplantı odasına girdi ve Aung San’la birlikte tüm kabineyi infaz etti.

‘Ulu lider’ ilan edilip heykelleri dikildi

Suikast nedeniyle Burma'nın İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki son başbakanı U Saw, yani İngilizlerin eski gözde uşağı tutuklanıp idam edildi. Hükümet binasındaki askerlerin neden saldırganlara direnmediği, saldırganların neden İngiliz silahları taşıdığı, İngilizlerin bu saldırıyı neden önemsemediği ise hep bir ‘sır olarak’ kaldı.

Aung San’ın ölümünden bir yıl sonra Burma bağımsızlığını ilan etti. Ülkenin yeni yönetimi, Aung San’ı ‘ülkenin kurucusu, babası ve ulu lideri’ ilan etti.
Aung San’ın ölümünden bir yıl sonra Burma bağımsızlığını ilan etti. Ülkenin yeni yönetimi, Aung San’ı ‘ülkenin kurucusu, babası ve ulu lideri’ ilan etti.

Aung San’ın ölümünden bir yıl sonra Burma bağımsızlığını ilan etti. Ülkenin yeni yönetimi, Aung San’ı ‘ülkenin kurucusu, babası ve ulu lideri’ ilan etti. Ülkenin her yerine heykelleri dikildi. Ve garip bir şekilde ondan sonra gelenler de onun yolunu takip etti. Ülkede darbeler hiçbir zaman son bulmadı. İktidarı ele geçiren herkes muhaliflerini yok etmenin, bütün muhalifler de darbe ile iktidarı ele geçirmenin hayalini kurdu.

Ulu liderin kızı mirasını kovalıyor

1989’da ülkeyi o günlerde yöneten askeri cunta tarafından Burma’nın adı Myanmar olarak değiştirildi. Geçtiğimiz hafta yeni bir darbe ile koltuğundan indirilen devlet başkanı Suu Kyi ise, ülkenin ulu lideri Aung San’ın kızıydı.

  • Suu Kyi de babasından farklı bir yol izlemedi. Üniversite eğitimini İngiltere’de gördükten sonra Birleşmiş Milletlerde 3 yıl ‘eğitim’ aldı. Sonra bir İngiliz vatandaşıyla evlendi. Çocuklarını da Myanmar vatandaşı yapmak yerine İngiliz nüfusuna kaydettirdi. 1988 yılına kadar yurtdışında yaşadı. Bu tarihte ülkesine bir yabancı gibi döndüğünde ise şartlar onun için hazırlanmıştı bile. O döner dönmez ülke karıştı. Yönetimdeki cunta devrildi ve yerine yeni bir cunta oturdu.

Bu süre boyunca hep ‘cuntalara karşı’ ve ‘özgürlük taraftarı’ olarak kendini sunmaya çalışan Suu Kyi, önüne gelen bütün batılı devletlerden yardım aldı. 1990 seçimlerinde cuntaya karşı aday oldu. Kazandığı iddia edildi ama cunta idareyi ona vermek yerine Suu Kyi’yi ev hapsine aldı. Bu hapis, ona 1991’de Nobel Barış Ödülü’nü kazandırdı. Suu Kyi, 2010 seçimlerine kadar siyasi mücadelesine devam etti. Ama ne için mücadele ettiği hep muğlak kaldı. Çünkü ülkedeki cunta geleneği aslında babasından kalan bir mirastı ve onun da tek derdi, 43 yaşında geri döndüğü ülkenin yeni cuntası olmaktı.

Fotoğrafın dili olsa ancak bu kadar anlatabilirdi

Fotoğrafın dili olsa ancak bu kadar anlatabilirdi.
Fotoğrafın dili olsa ancak bu kadar anlatabilirdi.

2011 yılı içinde ABD’li dostlarıyla sık sık yaptığı görüşmeler, hatta Hillary Clinton’un onu başkentteki evinde bizzat ziyaret etmesi meyvelerini verdi ve 2012 yılında meclise girmeyi başardı. 2012 yılında önce Obama ve Clinton tarafından evinde ziyaret edildi. Aynı yıl ABD’ye giderek ‘büyük demokratik zaferi’ kendisine hediye eden Obama’ya bizzat teşekkür etti. Sonuçta ABD’nin de ‘desteğiyle 2016 yılında hem Dışişleri Bakanı hem de ‘Devlet Baş Danışmanı’ oldu. Tüm ailesi İngiliz vatandaşı olduğu için, hiçbir zaman ‘Başbakanlık’ koltuğuna oturamadı. ‘Devlet Baş Danışmanlığı’, yabancı dostlarının ona oturacak bir koltuk bulmak için uydurduğu bir sıfattı.

Katliamcı babanın küçük katliamcı kızı

Fakat babasının izinden giden Suu Kyi, Dışişleri Bakanı olunca ilk görüşmesini batılı dostlarıyla değil, Çin ile yaptı. Bu arada batılı devletlere boncuk dağıtmayı da ihmal etmedi. Ama tarihler 2017’yi gösterdiğinde, Myanmar’ın bu çilekeş politikacısının gerçek yüzünü tüm dünya gördü. Yıllardır devirmeye çalıştığı cuntanın askerlerini kullanarak Arakan’da soykırıma girişen Suu Kyi, on binlerce Müslümanı birkaç gün içinde katletti, yüz binlercesini de komşu ülkelere sürdü. Katliam hakkında verdiği röportajlarda, Müslümanları bırakın vatandaş olarak, insan olarak bile görmediğini açıkça ifade etti. Babasının kızı, 1940’larda babasının ülkedeki Müslümanlara yaptığının aynısı yaptı ve babası kadar bile tepki almadı.

Yıllardır devirmeye çalıştığı cuntanın askerlerini kullanarak Arakan’da soykırıma girişen Suu Kyi, on binlerce Müslümanı birkaç gün içinde katletti, yüz binlercesini de komşu ülkelere sürdü.
Yıllardır devirmeye çalıştığı cuntanın askerlerini kullanarak Arakan’da soykırıma girişen Suu Kyi, on binlerce Müslümanı birkaç gün içinde katletti, yüz binlercesini de komşu ülkelere sürdü.

Karşılaştığı tek tepki, Nobel Ödülü’nün geri alınması teklifi oldu. Ama batılı dostları onu bile yapmaya cesaret edemedi. 2017’den bu yana ülkesini tam bir cehenneme çeviren ve siyasi hırsları nedeniyle devirdiği cuntanın yerine kendi sultasını kuran Suu Kyi, geçtiğimiz hafta tarihin kısır döngüsünde kendine biçilen yeni rolüne kavuştu.

Darbeden önce gerekli izinler alındı

Geçtiğimiz ay önce Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’yu ülkesinde ağırlayan, ardından da Çin’e giderek Çin'in en üst düzey diplomatı Wang Yi ile görüşen Genelkurmay Başkanı General Min Aung Hlaing, nihayet harekete geçti ve geçtiğimiz hafta bir askeri darbeyle yönetimi eline aldı. Suu Kyi yeniden ev hapsine gönderildi. Darbe için ‘Kasım ayındaki seçimlerde Suu Kyi’nin hile yapması’ gerekçe gösterildi. Ama zaten ülke tarihine bakıldığında, garip olan darbe yapılması değil, neredeyse 10 yıldır ülkede darbe yapılmamasıydı. Bu yüzden Obama-Biden-Clinton çetesinin has adamı olan Suu Kyi’ye, Biden yönetime gelir gelmez darbe yapılması, dünya siyasi tarihinin ancak ‘şaşılacak son şeyler’ dosyasına girebildi.

Kıssadan hisse

Myanmar’da bundan sonra ne olur bilinmez. Ülkeye kısa vadede huzurun gelmesi pek mümkün görünmüyor. Açıkçası Arakanlı Müslümanlara yaptıklarından sonra bu huzuru hak edip etmedikleri de tartışılır. ‘Darbe geleneği’ olan, hatta kuruluşu bir darbe ile gerçekleşen, darbenin her türlüsünü yaşayan ülkelere ise bu kıssadan alınacak bolca hisse düşüyor: Eğer bir ülkede darbe yapılabiliyorsa, bu, o ülkede daha önceden darbe yapılabilmesinden; eğer sürekli darbe konuşuluyorsa, bu da hâlâ darbe heveslilerinin mevcut olmasından kaynaklanır. Darbenin niyetten fiile dönüşmesinin yolu ise, ihanete hevesli kifayetsiz muhterislere verilen iyi niyet ve müsamaha taşlarıyla döşenir.