Dizideki kim? Hangi Nureddin hangi Selahaddin?

Dizideki kim? Hangi Nureddin hangi Selahaddin?
Dizideki kim? Hangi Nureddin hangi Selahaddin?

Dizi mi çekiliyor yoksa kudretli hükümdarlarımızı itibarsızlaştırma planlarına çanak mı tutuluyor? Tarihi dizileri kurgu adı altında yalan yanlış, tarihi gerçeklerden uzak bilgilerle çekmek, hükümdarlarımızı itibarsızlaştırıp yalancı, düzenbaz konumuna düşürmek doğrusu büyük cür’et ister. Bu cür’eti bazı yönetmen, senarist ve yapımcılar nereden buluyor? Ya bu dizilere para harcayıp televizyonlarında yayınlayan kanallar?

Kudüs Fâtihi Selâhaddin ve Selâhaddin’i yetiştiren Nureddin Zengi'yi anlatan diziden bahsedeceğiz. Dizinin reklamlarının yapıldığı, ballandıra ballandıra anlatıldığı sosyal medya sayfalarına, çoğunluğu reklam ajansının paralı elemanları methiyeler düzüyor. Defalarca yorum yaptım, ne kanaldan ne de bu dizinin yapımcı-senaristinden ses yok. Benim dışımda pek çok tarihçimiz de yazdı çizdi, videolar çekti yine ses yok… Biz biliriz, bildiğimizi okuruz cür’etiyle eyvallahları yok ülkemizin tarihçilerine, hatta birisiyle alay da ettiler hadlerini aşarak… Pakistan’ın tarihçilerine danışmışlarmış. Bizde tarihçi kıtlığı var da!

Gelelim diziye.

Nûreddin’in oğlu Selâhaddin

Dizi büyük bir hata ile başladı. Eyyûbî ailesini İmâdüddin yerine oğlu Nûreddin karşılarken bir de Eyyubilerin yeni doğan bebeğine göz koymaz mı? Evlatlık mı alıyor, besleme mi yoksa ona kutsiyet atfedip Kudüs’ü fethedecek kişi olduğu kehanetiyle mi hareket ediyor say say bitmez…

Gariptir, o anda onun çocuğu da öldüğü için yerine bebek Selâhaddin evladı gibi gösterilmez mi kurgu adına, Necmeddin Eyyûb ve ailesi ile anlaşıp… Kurgu imiş, tarihi dizilerde konu bulunamıyormuş çekilecek. O yüzden uyduruluyor. Uydur uydur ‘uyarlama’ diyerek maskele…

Bu kurguyu yapanların, Nûreddin Zengi'yi ne duruma düşürdüklerinin farkında mısınız? O mübarek, dindar ve dürüst hükümdar; yalancı, düzenbaz, entrikalar çeviren birine dönüştürüldü. Oysa Selâhaddin onun oğlu değil ve tarihte de böyle bir hadise söz konusu değil. Evlatlık da değil. Peki, tarihe bağlı olunarak neden dizi yapılmaz ki? Çok mu zor?

Peki, vebal nedir bilirler mi acaba bu kurguyu böyle yapanlar? Hiç bir zaman Nûreddin Zengi Selâhaddin'e "oğlum" demedi, Selâhaddin de ona "baba" demedi. Hitabı "Efendim Nûreddin" şeklindedir her zaman...

Buyurun bizim Şule Yayınlarından çıkan ‘Şarkın Sevgili Sultanı Selâhaddin Eyyubi’ isimli kitabımızdan: "Selâhaddin’e ‘sultan’ unvanı verildi. Çünkü Mısır’da halifenin atadığı Fâtımî vezirlerine ‘sultan’ diye hitap edilirdi. Dolayısıyla o, Şam’da Nûreddin’in “Emîr Selâhaddin”i, Mısır’da da ‘Sultan Selâhaddin’ olmuştu. Selâhaddin, Nûreddin'e gönderdiği mektuplarda ‘Emîr Sipehsâlar Selâhaddin’ yani ‘Ordu Komutanı Emir Selâhaddin’ şeklinde kendini takdim ederek, mütevazi davranıp adını ‘sultan’ unvanı ile taçlandırmamıştır."

Yani Nûreddin Zengi’nin karşısında evlat Selâhaddin değildir hiçbir zaman. Nûreddin’in seçkin adamlarının arasında en önde yer aldığı hatta Nûreddin çevgan oyununu çok sevdiği için onunla bazen sabahın erken saatlerinden gün batımına kadar, bazen gece bile mum ışığında çevgan oynadığı halde Nûreddin’le arkadaş gibi olmasına rağmen asla ona hitabında haddi aşmamış, her daim devlet adabına, devlet protokollerine uygun olarak davranmıştır.

Bu arada ona bu kadar yakın olan Selâhaddin denilebilir ki Nûreddin’den devlet adamlığı yeteneğini ve siyaset bilgisini almıştır. Babasından doğru düşünme yeteneğini, sükûnet ve vakarı, amcası Şirkuh’tan da iyi bir savaşçı olmayı, kahramanlık, cesaret ve savaş stratejilerini.

İsmet Hatun mu İsmetüddin Hâtun mu?

Bu arada İsmet Hatun diye bir karakter daha var dizide. Kim mi? Diziye göre Nûreddin’in eski aşkı, tarihi gerçeklere göre Nûreddin’in nikahlı hanımı. Ha tarihteki adı da İsmet değil, İsmetüddin Hâtun. Bu arada Nûreddin Zengî'nin bu hatundan el-Melikü’s-Sâlih isimli bir çocuğu da vardır, 1163 yılında doğmuş olan...

Meraktan soruyorum, dizide İsmet Hatun’a ne roller biçtiler oba başkanlığından başka? Ya oğlu Salih ne olacak dizide meraktayım. Bu arada alkışlamak lazım, Nûreddin ve eski aşkı İsmet kurgusu tam Yeşilçamlık!

Hazır İsmetüddin Hâtun’dan bahsetmişken bir gerçeği daha dile getirelim. Selâhaddin’in Sultan Nûreddin’in karısına göz koyduğu yönünde hoş olmayan bir iddia var. Bu iddia, Şii Fatımî Devletini yıkan Selâhaddin’den intikam almak isteyen Şii kaynaklarına dayanmakta ve çok çirkin.

Bu evlilik iddia edilenin aksine Nûreddin’in iktidarının sona ermesi anlamına gelen, onun çocuklarıyla Selâhaddin’in ilişkilerini güçlendirmek için yapılan siyasi bir evlilikti. Bu evlilik, aynı zamanda, Selâhaddin’in Nûreddin’in topraklarında gelecekte yapacağı şeyleri meşru kılmak içindi. Bu evliliğin diğer bir sebebi de hanım sultan konumundaki İsmetüddin Hatun’un saygınlığını devam ettirmek ve onu tehlikelerden korumak içindi.

Ah o Süreyya

Diziye başka kadın karakterleri konmasa olmaz, eee medeni(!) Avrupa’yı bu konuda taklitte geri kalır mıyız hiç? Süreyya hatunu koyarız, Selâhaddin’i de ona âşık ederiz oldubitti… Selâhaddin hatuna eliyle dokunur, yerden elinden tutup kaldırır. Fakat yapımcının unuttuğu şey, Selâhaddin mezhep itibariyle Şafii. Şafii mezhebindeki bir kişi hanım elini tutmaz. değil ki elini uzatsın onunla âşıkane laubalice konuşsun…

Karşınızdaki dininin gereklerini hassasiyetle yerine getiren dindar bir hükümdardır. İmanın esaslarını yetiştiği dönemde çevresindeki en yetkin âlimlerden öğrenen ve dinî sohbet ve tartışmalardan geriye kalmayan. Hatta Kutbüddin en-Nişâbûrî’ye bir ilmihal hazırlatan biri. İbadetlerini zamanında yapmaya ihtimam gösteren, savaşta bulunduğu zamanlarda at üstündeyken bile namaz kılan bir Selâhaddin.

Diziye başka kadın karakterleri konmasa olmaz, eee medeni(!) Avrupa’yı bu konuda taklitte geri kalır mıyız hiç? Süreyya hatunu koyarız, Selâhaddin’i de ona âşık ederiz oldubitti… Selâhaddin hatuna eliyle dokunur, yerden elinden tutup kaldırır. Fakat yapımcının unuttuğu şey, Selâhaddin mezhep itibariyle Şafii. Şafii mezhebindeki bir kişi hanım elini tutmaz. değil ki elini uzatsın onunla âşıkane laubalice konuşsun…
Diziye başka kadın karakterleri konmasa olmaz, eee medeni(!) Avrupa’yı bu konuda taklitte geri kalır mıyız hiç? Süreyya hatunu koyarız, Selâhaddin’i de ona âşık ederiz oldubitti… Selâhaddin hatuna eliyle dokunur, yerden elinden tutup kaldırır. Fakat yapımcının unuttuğu şey, Selâhaddin mezhep itibariyle Şafii. Şafii mezhebindeki bir kişi hanım elini tutmaz. değil ki elini uzatsın onunla âşıkane laubalice konuşsun…

O, bir Müslümanın savaşa çıkmadan önce arzularından, şan ve şöhret hevesinden ve dünyevî zevklerinden uzaklaşması gerektiğine inanandı. Bu nedenle Allah korkusu ve Allah’ı düşünmek (tefekkür) mutlaka yaşanmalı idi. Savaşa başlamadan önce namaz kılan, Allah’a Müslümanlara zafer ihsan etmesi için dua edendi. Ordusunun ve halkının da böyle bir inanç içinde olmasını isteyendi. Selâhaddin yakın arkadaşlarının ve ordusunun da takva üzere olması için gayret eder, gerektiğinde onları teheccüd namazına (gece namazı) kaldırır, böylece kendi yaptığı gibi herkesin bütün zamanını Allah için harcamasını sağlamaya çalışırdı.

En büyük aşkı Süreyya değil Kudüs’tü

Evet, Selâhaddin’in en büyük aşkıydı Kudüs. Kudüs’ü düşman zulmünden kurtarmayı hayatının gâyesi edinmiş olan Selâhaddin çok az yer, çok az gülerdi. Bunun sebebi kendisine sorulduğunda, “Kudüs, Haçlılar’ın işgali altındayken ben nasıl olur da gülebilirim, nasıl sevinebilirim ve nasıl yiyip içebilirim? Hele hele nasıl uyuyabilirim?” diyordu. Hatta İbn Şeddâd onun bu halini tasvir ederken: “Selâhaddin, Kudüs hakkında o kadar düşünceliydi ki çocuğunu kaybetmiş anne gibi şaşkındı, atının üzerinden inmiyor, her defasında, Ey Müslümanlar! Allah için Allah için” diye bağırıyordu” demektedir.

Öfkeli Selâhaddin

Dizide Selâhaddin, yine yaptıkları kurgu gereği Nûreddin’in oğlu olmadığını öğrenince bağırıp çağırmaz mı ama ne bağırma! Ne öfke? Tarih ise Selâhaddin’in böyle olmadığını göstermekte. Selâhaddin son derece hoşgörülü, anlayışlı, hataları affeden, kusurlar karşısında mütebessim davranan, çoğu zaman onları görmezden gelip, kızmayan biriydi.

Selâhaddin, halkına karşı da çok hoşgörülüydü. Mesela bir defasında su istedi. Hizmetçiler suyu getirirken döktüler. Bu tam beş kez üst üste tekrarlandı. Bunun üzerine “Dostlar, vallahi ben susuzluktan öleceğim” diye söylendi. Nihayet su getirildi ama o suyun gecikmesinden dolayı hiçbir kızgınlık göstermedi. Biz hükümdar olsak neler yapmayız bu durumda, bir düşünelim.

Yine bir gün Sultan, arkadaşlarıyla oturmuş sohbet ediyordu. Bu sırada köle çocuklar şakalaşıyor, birbirine muz (bir rivayete göre de sandalet) atıyorlardı. Muz gelip Sultan’a çarptı. O hemen yüzünü dostlarına çevirerek hiçbir şey olmamış gibi sohbete devam etti.

Tarihteki Selâhaddin ve dizideki Yalınkılıç Selâhaddin

Merhametli Selâhaddin Eyyûbî sadece dinine hakaret edenlere merhamet etmezdi. İşte o anda kılıcı devreye girerdi. Ancak dizide her nedense Selâhaddin elde kılıç, asıp kesmekte, yalınkılıç deliler gibi sağa sola saldırmakta. Nedendir böyle göstermeleri? Tarihimizde böyle midir hakanımız ve hakanlarımız? Tabi ki de hayır! Bir kasıt vardır bunun gibi kurgularda. Sultanlarımızı barbar gösterme eğilimi… Selâhaddin de bundan payını almış bu dizide… Hatırlarsanız bir “Cennetin Krallığı” filmi vardı. O filmde bile Haçlıları yenen Selâhaddin hakkındaki bilgiler tarihle örtüşmekteydi, dizideki gibi hiç böyle aşağılanmamıştı. Orada Balian da kendi adamları olduğu için öyle cesur gösterilmişti ki…

Bizim dizimizde ise elde kılıç, tedbirsiz, burnunun dikine giden, inatçı Selâhaddin, bunun cezasını çekip, kafasına vurularak veya tuzağa çekilerek esir edilmekte, zindana konmakta… Aynı durum Nureddin Zengi hazretleri için de geçerli. Dizi de Nureddin korkak, pısırık. Gerçektedeki Nureddin âlim, abîd, cesur, yiğit…

Selâhaddin Eyyûbî tedbirli, temkinli, politik düşünen, en ince ayrıntıya kadar dikkat eden bir komutandır ama kaç bölümdür dizimizde sözüm ona gözünü budaktan sakınmayan imajı verilmek istenirken dalkılıç bir çapulcu gibi Kudüs’e gizlice girmekte, yakalanmakta, zindana konmakta…

Oysa Selâhaddin yeri gelmiş Haçlı liderlerinin birbirleriyle olan çekişmelerinden faydalanmış, yeri gelmiş düşman tarafında casuslar ayarlayıp düşmanlara ait bilgileri onlardan çekmiş, yeri gelmiş kuşattığı Haçlı kalesinde düğün yapılan burca saldırmayıp öteki burçlara saldırmış, yeri gelmiş dinine küfredenlerin başlarını vurmuş, yeri gelmiş Haçlılardan kalan metruk durumdaki kaleleri de bir savunma stratejisi olarak yıktırmıştır.

Öyle cahiller gibi yalınkılıç körü körüne koşan saldırgan biri değildir. Esir düşen, işkence gören de değildir. Çünkü o öyle temkinli planlar yapar ki bırakın esir düşmesini, Kudüs şehrine gizli girmesi komedisini, ordusunu zora sokacak her şeyden mümkün mertebe kaçınmıştır. Temkinli, tedbirli olanı ödüllendirmiştir.

Tedbirli olanlara mükâfat

Evet, Selâhaddin’in en büyük aşkıydı Kudüs.
Evet, Selâhaddin’in en büyük aşkıydı Kudüs.

Ba’lebek emîri Cemâleddin Muhammed, Nûreddin Zengî’ye katılmak için ordusuyla Ba’lebek’ten çıkarak Dımaşk’a gelmek üzere yola çıktığında, Nûreddin, Frenk saldırılarından onu korumak için Selâhaddin’i görevlendirmişti. Onu Dımaşk yolunda korumak için aceleyle yola çıkan Selâhaddin, yanındakilere zırhlarını giymelerini emretti. Askerlerin çoğu zırhlarını giymeye başladı, fakat Üsâme yerinden bile kıpırdamadı. Selâhaddin, “Kaç kere söyleyeceğim, zırhlarınızı giyin diye?” diyerek hiddetli bir sesle zırh giymeyenlere çıkıştı.

Üsâme “Beni mi kastediyorsunuz?” diye cevap verince, o da “Evet,” dedi. Üsâme, “Vallahi başka bir şey giymem, yeleğimin içinde iki tane zırh var, düşmanı görür görmez hemen giyerim” dedi. Bu cevap üzerine susan Selâhaddin bir mola sırasında Üsâme’ye “Yeleğin nerede?” diye sordu. Üsâme de uşağına işaret ederek yeleğini getirtti. Yeleğin kumaşını bıçağıyla hafifçe keserek üstte bele kadar uzanan ve en altta ise bütün vücudu kaplayan zırhını gösterdi. Üsâme’nin bu tedbirli davranışı çok hoşuna giden Selâhaddin, yardımcılarına Üsâme’nin anlayamayacağını düşünerek Türkçe bir şeyler söyledi. Uşaklar da gidip, Üsâme b. Münkız’ın deyimiyle bir tepenin zirvesinden koparılmış sağlam bir kaya gibi görünen, kır bir at getirdi. Selâhaddin, Üsâme’ye dönerek “Böylesine bir zırha bunun gibi bir at yakışır” diyerek atı kendisine verdi.

  • Türk-Kürt
  • Bazı internet gazetelerinde bu dizi eleştirilirken nedense tarihi gerçekler üzerine yapılan hatalar atlanarak sadece Kürtlük-Türklük açısından eleştirilmiş. Neymiş nasıl olur da Kürt lider Türk gösterilmeye çalışılır? Dizide öyle bir şey yok ki! Bu dava ehli olduğunu söyleyen dostlar bilmezler mi ki Selâhaddin Eyyubi’ye milliyet atfedilmesi Haçlıların bizleri ayrıştırma planıdır? Mübarekler hani nerede İslam Birliği? Oysa Selâhaddin ailesi ve nesebiyle İslam Birliğinin de tam tecelli etmiş halidir. Nasıl mı? Bazı tezlere göre Selâhaddin’in büyük dedeleri Arap’tır. Daha sonraki dedeleri, Kürtlerle yaptıkları evliliklerle Kürtleşmişlerdir. Dayısı bir Türk aileden gelen Şehâbeddin Mahmûd b. Tokuş el-Hârimî olduğuna göre de Selâhaddin anne tarafından Türk’tür. Kardeşlerinin adlarının Tûranşâh, Tuğtegin ve Böri gibi Türk adlarından olması da Selâhaddin’in ailesinin Türk olması iddiasını güçlendirir.
  • İbn Şeddâd’ın da çağdaşı Selâhaddin’in etnik mensubiyetinden bahsetmemesi son derece normal. Çünkü o dönemde Türk, Kürt, Arap etnik adları değil, ortak kimlik olan Müslümanlık öncelikli kriterdi. Zaten Selâhaddin’in ailesinin Kürt olduğunun yazıldığı kaynaklar, Memlûkler döneminden sonra yazılan kaynaklardır. Şii-Fatımi Devletini tarih sahnesinden sildiği için Şii kaynaklarının da bir intikamı olarak onun hakkında yalan yanlış yazıyor olmasını da unutmayalım.
  • Bir de Şerefname var. Bu konuyu da Ağustos 2019 tarihli Belleten Dergisi (Cilt LXXXIII sayı:297)’inde Prof Dr. İsmail Yakıt Bey’den iktibas edelim: “Bugün siyasi Kürtçülerin ellerinde bulunan Şerefname isimli kitap, Bitlisli Şerefhan tarafından Farsça kaleme alınmış ve 1597’de tamamlanmış, devrin Osmanlı Padişahına sunulmuş, Türkçe çevirileri, bir başka dile yapılan çevirilerden yapılmıştır. Örnek verecek olursak; C. Kabadayı’nın çevirisinde F. Bernard Charmoy’un Fransızca çevirisi esasa alınmıştır. Onun notlarına ek birçok notların ilave edildiği görülmüştür.
  • Şöyle ki toplam 5 ciltte yayımlanan bu tercüme cem’an 2000 sayfayı geçmektedir. Bunun sadece 500 sayfası Şerefhan’a aittir. Bu açıklamalarla kitap, adeta ideolojik bir Kürt tarihine dönüştürülmek istenmiştir. Kaldı ki, Şerefhan, kendisi Osmanlıya bağlı, bağımsızlık talebi olmayan hatta hiç de Kürtçü olmadığı anlaşılan biridir.
  • Çevirinin orijinalinden değil de Batı dillerindeki tercümelerinden yapılmasının sebebi acaba nedir? Türkiye’de bir Kürt devleti kurulmasını isteyen Batılıların kendi dillerine yaptıkları tercümede ne derece orijinaline sadık kaldıkları veya tahrifatta bulunup bulunmadıkları doğrusu merak konusudur. Türkçe tercüme de “Kürt ulusunun tarihi” alt başlığıyla yayımlanmıştır.
  • Ulus/millet kavramının günümüzdeki anlamda kullanılmadığı bir dönemde yazılan Şerefname’de böyle bir ifade yoktur. Orada “Kürtlerin tarihi” ibaresi vardır. Ulus karşılığı kullanılan kelime taife kelimesidir. Taife, Arapçada hatta Farsçada bile kabile, bölük, grup anlamına gelir. Şerefname, taife kelimesini grup, bölük, kabile aşiret anlamında kullanır. Bütün tarihî kaynaklarda Eyyûbî devleti için Arapça “ed-Devletü’l-etrâk” (Türklerin devleti) tabiri kullanılır.
  • Sözgelimi o dönemin tarihçilerinden İbn Attar, Fatimîlerden sonra Mısır’da saltanatın Türklerin eline geçtiğini yazar. Eğer kurucuları Türk olmasaydı, meşhur tarihçi niye böyle bir tabir kullansın? Hatta Eyyûbîlerden sonra kurulan Memluklular için de bu tabir kullanıla gelmiştir. Devletin ismi, onu kuranlarla alâkalıdır: “Eyyûbîleri bir Kürt devleti gibi gösterenler, Türklere muhalif olan veya mutaassıp Kürt olan sonraki birkaç tarihçi ve bugün doğu milletlerini bölmek isteyen batılı bazı tarihçilerdir”
  • Onlar birçok rivayeti göz ardı ederek Eyyûbîler’i Kürt olarak zikretmektedir. Oysa bizzat Selâhaddin Eyyûbî’nin vak’anüvisleri (devlet tarihçisi) olan İbn Şeddâd, Kâdî el-Fâzıl ve İmâdüddin el-İsfahânî gibi yazarlar onu hiçbir zaman Kürt olarak anmamışlardır. Şâir İbn Senâü’l-Mülk (ö. 608/1212) Sultan Selâhaddin için yazdığı ve ona sunduğu bir şiirinde:
  • “Arap milleti Türklerin devletiyle yüceldi.
  • Ehl-i Salib’in davası Eyyûb’un oğlu tarafından perişan edildi” diyerek daha sağlığında Selâhaddin’in Türk olduğuna işaret etmişti.
  • Yine İbnü’l-Esîr, Nûreddin Zengî zamanında düzenlenen Mısır seferlerini, Yemen ve Nûbe’nin alınmasını Oğuzların seferi olarak nitelendirmektedir. Üsâme b. Münkız, el-İ’tibar adlı kitabında, Selâhaddin Eyyûbî’nin yanında başkaları bulunduğunda gizli bir şey söyleyeceği zaman yardımcılarıyla Türkçe konuştuğunu yazmaktadır. Ayrıca Dımaşk’a yapılan bir saldırıda meydana gelen ihmalden dolayı Selâhaddin, Nûreddin Zengî ile konuyu tartışırken Türkçe konuşmuştur. Üsâme bu olayı anlatırken “Onların bu tartışmalarından hiçbir şey anlamadım,” demektedir. Bu da onun ve yakınında bulunanların Türk olduğunu ve Türkçeyi iyi bildiğini göstermektedir. Eğer inatla Kürt-Arap diye milliyet elbisesi biçilirse o vakit eldeki o dönemin kayıtlarına göre Selâhaddin Türk’tür. Burada şunu zikretmek yerinde olacaktır.
  • Yeni bir söylemle şu ırktan veya bu ırktan olarak nitelendirilmeye çalışılan kişiler ve topluluklar daha önce hep birlikte bir ideal etrafında toplanabilmişlerdir. Dinlerine hizmet edebilmek için biri nesep gözetmeksizin diğerinin emrine girmiş, onun askeri olmuş ve emîrin soyu ile anılmaktan da hiçbir rahatsızlık duymamışlardır. Kaldı ki hiç birimizin kendi kavmimizi, kendi milliyetimizi seçme şansımız yoktur. Ama eğer illâ ki bir neseb ihdas edilecekse kendisinden yüzyıllar sonra yazılmış eserlere bakarak değil çağdaşı yazarların ve sır kâtiplerinin yazılarına, eserlerine bakarak Türk olabileceğini de söylemek bize göre çok da yanlış değildir.
  • Aslında Selâhaddin Eyyûbî’nin nesebi yukarıda da bahsettim tam da kendisinin ideali gibidir. Yani kendisi nasıl Türk, Kürt ve Arap demeden hepsini İslâmiyet çerçevesi altında birleştirmişse nesebi de aynı gayeye hizmet eder gibidir ve Selâhaddin Eyyûbî, ümmetin lideridir. Ayrışmaktan, ayrıştırmaktan vazgeçip Selâhaddin Eyyûbî’yi ümmetin lideri olarak kabul etmeli ve onun idealleri etrafında birleşmeliyiz. Diziyi çekenler ise tarihi gerçekleri, tarihi şahsiyetlerin izzet şereflerini lekelemeden, haklarına girmeden, doğru bir şekilde anlatmalıdır. Benzer durum, Kuruluş-Osman dizisi için de geçerlidir, vesselam!