Esed rejiminin Nazi damarı

Esed rejimi ondan alacağını almış, sonra da bir köşeye süpürmüştü. Şüphe yok ki baba ve oğul Esed, toplu cezalandırma hususunda onun sadık takipçisi oldu. Gestapo’yu bile geride bırakan vahşetlere imza attılar. O zulüm şebekesi Suriye Devrimi’yle şimdi dağıldı. Kimi tutuklandı, kimiyse Rusya, Irak, Lübnan’da yeniden işe alınmayı bekliyor. Alois Brunner’in Nazi ruhu yaşamaya devam ediyor. Kimden mi söz ediyoruz? Baas rejimine en vahşi işkence usûllerini öğreten yahudiden…
Diktatörün oğlu diktatör, sonunda pes etti ve halkına daha fazla kâbus yaşatamayacağına kâni olunca Rus hâmilerinin himmetiyle harabeye çevirdiği Suriye’yi nihayet terk etti. Ondan geriye kalan korkunç hâtıralar arasında en belirgin olanı, işkence, cezaevi ve imha merkezi işlevi gören hapishane sistemiydi. Ne gariptir ki bu sistemi kuran kişi, İsrail’in yanı başında, meşhur bir Nazi subayıydı: Alois Brunner.
Yahudi iblis Eichmann

8 Nisan 1912'de o vakitler Macaristan toprağı olan Burgenland’da, çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 16 yaşındayken Nazi Partisi’ne ve SA’ya katıldı. Avusturyalı sürgünlerden oluşan bir Nazi milis biriminde yer almak için 1933’te ülkesinden ayrıldı. SS'e gönüllü oldu ve Yahudi Göçü Merkez Ofisi'ne atandı. (Buradaki “göç” kavramına işaret etmekle yetinelim: Naziler tam da siyonistlerin murad ettiği şeyi hedefliyordu; Yahudileri Avrupa’dan atarak anayurtlarına dönmelerini sağlamak!)
Sözde “yahudi soykırımının mimarı” Eichmann’ın sadık teğmeni, Viyana, Selanik ve Paris’te 100 binden fazla yahudinin gettolara ve toplama kamplarına göndermekten sorumluydu. Eichmann, Yahudilerin toplanmasının çok yavaş ilerlediğini hissettiği her yere onu yolluyordu.
Cellat kişiliğiyle gittiği kamplardaki durumun vahametini derhal artırmaktaydı. Bazı infazları bizatihi kendisi gerçekleştirmişti. Sözgelimi 1942’de Viyana’dan Riga’ya giden yahudileri taşıyan trenin komutanıydı ve hastaneden alınarak trene bindirilen yahudi banker Seigmund Bosel’i vuran oydu.
Gittiği her yerde dehşet saçıyordu. Yeni mahkûmların sorgularını doğrudan kendisi yaparken sergilediği vahşet sıra dışıydı. Kamptan sağ kurtulanların beyanlarına göre makam odası kan lekeleri ve kurşun delikleriyle doluydu. Hafif “suçlar” için bile işkence standart bir prosedürdü. Tutsakların kökenlerine göre tasnif edilmesi onun sistematikleştirdiği bir pratikti. Tutsaklara varış yerlerinin hayat şartları hakkında çarpıtılmış bilgiler aktarmak da.
Gizli müttefikler
Brunner, nasıl oldu da müttefiklerce yakalanmaktan kurtuldu peki? 1985’te bir Alman dergisi olan Bunte ile yaptığı mülâkatta şunu söylüyor: Başka bir SS mensubu olan Anton Brunner, suçları sebebiyle idam edilince soyadından ötürü onun kendisi olduğu sanılmıştı.Böylece paçayı yırtıp "Amerikan yetkililerinden sahte bir isimle resmî belgeler aldığını" iddia ediyor, Amerikan ordusunda şoför olarak çalıştığını söylüyordu.
Bu beyanları ikna edici olmaktan uzaktı. Nazi istihbaratçılarının Gehlen Örgütü olarak anılan bir yapı çerçevesinde ABD’yle iltisaklı çalıştıkları göz önünde bulundurulursa Brunner’in de o yapının bir parçası olması akla en yatkın tez olarak duruyor. Yani Amerikan ordusuna şoför olarak değil, başka türden hizmetler sunmasına mukabil himaye görmüş olma ihtimali daha yüksektir. Nitekim Alman istihbaratı, yayımlanan 400 sayfalık rapora göre, başından beri ondan haberdardı ve hakkında tuttuğu 581 sayfalık dosya, niyeyse, 1990’larda imha edilecekti. Belli ki birileri Nazilerin en kirli unsurlarıyla irtibatlarının ayyuka çıkmasından sakınmıştı.
Gizli müttefiklerden biri daima Papalık ve Kızıl Haç’tı. Nitekim Nazi artıklarının çoğu Kızıl Haç’ın verdiği sahte pasaport ve nakitle soluğu Latin Amerika’da almıştı. Brunner ise
- Batı Almanya’dan 1954’te önce Roma’ya,
- Oradan silah tacirliği yaptığı Mısır’a,
- Sonra da devlet danışmanı olarak istihdam edildiği Suriye’ye intikal edecekti.
BND onun Suriye’de olduğunu bilse de hiç bilmiyormuş gibi yaparak ta 1984’e dek resmî olarak müracaat edip de iade talebinde bulunmayacaktı. Velhasıl Brunner’in Suriye’de bulunması ferdî bir tercih olmadığı gibi bariz biçimde Alman ve Amerikan istihbarat örgütleriyle irtibatlıydı.
PKK’nın eğitilmesine katkı
Şu da anılmaya değer ki Şam’da Suriye’ye yolu düşen Alman sağcılarla temasını hep sürdürmekteydi; eski kumandanlardan Otto Ernst Remer bunlardan biriydi mesela. Gizli saklı bir durum yoktu yani. Suriye ile Alman şirketleri arasındaki silah ticaretini koordine ediyordu.
Şam’da en zengin muhit olan Haddad Caddesi’nde, 7 numarada, George Fisher sahte adıyla, 24 saat polis koruması altında yaşamaktaydı. Baas rejimi tarafından kendisine tahsis edilen şoförlü bir araçla ve yüksek maaşla lüks geziler yapıyor, elitlerle takılıyordu.
Neye karşılık?
Adamın mesleği yakalama, sorgulama, işkence ve toplu imha teknikleriydi. Brunner, uzun ikameti müddetince SS’in işkence tekniklerini Baas’a transfer etti. Şam’ın eteklerinde Suriyeli subaylara Gestapo’nun metotlarını anlatıyor, "büyüleyici bir Viyana lehçesi" ile Almanca konuşmayı öğretiyordu.
Brunner’i bizzat tanıyan dönemin Savunma Bakanı Hafız Esed, işkence eğitmeninin aktardığı yöntemleri Tedmür, Sednaya, Palmira ve Adra hapishanelerinde daha da geliştirerek tatbik edecekti. Öyle ki bu zulüm şebekesini bürokrasideki en fazla istihdamın olduğu birimlerden biri hâline getirecekti.
İlginç ve muğlak olan bir diğer nokta 1980’lerde Brunner’in PKK’nın eğitilmesine de katkı sağlaması. Tonlarca istihbarat belgesiyle bu durum sabitti. Gelelim PKK dolaylı -şimdilerde doğrudan- hâmisi olan İsrail’le ilişkilerine halel getirmesi endişesiyle bu münasebeti inkâr etmeyi uygun bulacaktı.

Pis bir bodrum katında
Bütün bunlar İsrail’in burnunun dibindeki bir ülkede yaşanıyordu. Bir rivayete göre, israilin efsaneleştirdiği casusu Eli Cohen, Brunner’i teşhis etmişti. Mossad 1961 ve 1980’de yolladığı bombalı mektuplarla onu öldürmeyi başaramasa da bir gözüyle üç parmağını kaybetmesine sebep olacaktı. Komutanı Eichmann’ı ta Arjantin’den kaçırarak yargı önüne çıkartan irade, Brunner için çok da hırslı davranmayacaktı.
Suriye türünden bir diktatörlükte diktatörün rızası olmaksızın Brunner’e kimse dokunamazdı. Ömrünün sonlarına kadar da öyle kaldı fakat son demlerde ev hapsine alındığı anlaşılıyor. 2001 yılında 89 yaşında veya 2010’da 98 yaşında öldüğü sanılıyor. Pis bir bodrum katında, acılar içinde inleyerek ve ağlayarak…
Belli ki Esed rejimi ondan alacağını almış, sonra da bir köşeye süpürmüştü. Şüphe yok ki baba ve oğul Esed, toplu cezalandırma hususunda onun sadık takipçisi oldu. Gestapo’yu bile geride bırakan vahşetlere imza attılar. O zulüm şebekesi Suriye Devrimi’yle şimdi dağıldı. Kimi tutuklandı, kimiyse Rusya, Irak, Lübnan’da yeniden işe alınmayı bekliyor. Alois Brunner’in Nazi ruhu yaşamaya devam ediyor.