Evlilikte yaşa takılanlar

Aile ikinin bir olmasıyla kurulan ve çocuklarla çoğalan mutluluklar ocağıdır. Aile düzeni olmayan veya bozulmuş toplumların geleceği yoktur. Türk milletini diğer pek çok milletten ayıran ve tarih boyu başarıdan başarıya, kıtadan kıtaya koşturan ve coşturan unsuru sağlam, güçlü, büyük ve inançlı aile yapısıydı. Bugün İslam’ın ‘kolaylaştırın zorlaştırmayın’ emrinin, aşırı uzun eğitim sistemi ve ailelerin görgüsüz ve absürt talepleri ile çiğnenmesi, sosyal mecralardan yükselen tahrifat, faiz ve enflasyonist ortamın dayatmaları ve kapitalist düzenin dişlilerinden robotlaştırılan insan ne yazık ki kendi geleceğini baltalıyor. Azalan nüfus, bozulan ve hatta kurulamayan aile düzeni, çocuk yapmayı engelleyici politika ve dayatmalar ve ifsad edici diğer unsurlar sebebiyle Türk aile ve eğitim sistemi ile nüfusu çökme noktasına geldi. Gelin sebepleri üzerinde birlikte bir yolculuğa çıkalım. Hazırsanız buyurun...
Türkiye’de 2015 yılında acı ve mühim kayıplarımız oldu. Mersin'in Tarsus ilçesinde 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan'ın bindiği dolmuşun şoförünün tecavüz girişimine direndiği için öldürüldüğü ve cesedinin yakılmaya çalışıldığı ortaya çıktı.

Türk edebiyatının büyük ustası Yaşar Kemal tedavi gördüğü hastanede 92 yaşında vefat etti.
İstanbul Adliyesi'nde, Berkin Elvan'ın ölümüne ilişkin soruşturmayı yürüten Savcı Mehmet Selim Kiraz, teröristlerce 8 saat boyunca rehin alındıktan sonra şehid edildi.
Türk siyasi hayatına damgasını vuran Süleyman Demirel öldü.
Bir önceki açılım sürecini bitiren gelişme de, Şanlıurfa Ceylanpınar'da iki polis, evlerinde uyurken teröristlerce şehit edildi.
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, terör saldırısında katledildi.
Göçmen meselesinin simgesi hâline gelen 3 yaşındaki Suriyeli Aylan bebeğin cesedi, Bodrum sahilinde bulundu.

Bizim büyük yalnızlığımız
2015’in ne kadar eski bir yıl olduğunu pekiştirmek için şu örnekleri de verelim ki iyice anlaşılsın. Cumhurbaşkanlığı henüz Çankaya’dan taşınmamıştı, Başbakan Davutoğlu’ydu ve daha FETÖ’ye, PDY (Paralel Devlet Yapılanması) diyorduk.
İşte o yıl emekli hemşire Gülşen Çoğulu da İzmir’de yalnız yaşadığı apartman dairesindeki yatağında 77 yaşında öldü. Ölümünden 10 yıl boyunca kimsenin haberi olmadı. Cesedinden arta kalan kemik tozları ancak geçtiğimiz Şubat ayında bulundu. Ve Gülşen hemşire artık Türkiye’de şimdilerde en büyük toplum hastalığı olan yalnızlaşmanın sembolüdür.
Şair “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz” diyordu ya... İşte günümüzde o kadar romantik sebeplerle olmasa da yalnızlığı seçenlerin sayısı gitgide artıyor. Toplumda evlenmenin, aile kurmanın zorluğu ve gereksizliği sürekli vurgulanırken, artan tahammülsüzlük de bu kötü tercihi kolaylaştırıyor. Bu yozlaşmaya başta uzun eğitim süresi, sosyal dayatmaların yol açtığı ekonomik nedenler de eklenince yalnızlığa itilenler önemli bir yekûn olarak karşımıza çıkıyor. Son zamanlarda bu iki kategoriye bir de ‘dijital yalnızlık’ eklendi.

Evlenmeyi düşünmüyoruz çünkü…
TÜİK’in 2022’de yayınladığı Türkiye Aile Yapısı Araştırması’na göre 3 yıl içerisinde evlenmeyi düşünmeyen bekârların oranı %80.1 olarak tespit edilmiş. Bu kişilerin
%29.5'i eğitim hayatına öncelik verdiği,
%11.9'u maddî kazancı yeterli olmadığı ve
%10.2'si evlenmek için uygun biriyle karşılaşmadığı için evlenmeyi düşünmediğini söylemiş.
Söyleyenler de yalan söylememiş nitekim... TÜİK, ilk evlenme yaş ortalamasının 2024 yılında erkeklerde 28.3’e, kadınlarda ise 25.8’e yükseldiğini açıkladı.

“Aile Yılı” ilan edilen 2025’te Türkiye nüfusu 85 milyon 664 bin 944 kişi. Evlilik çağında olmasına rağmen hiç evlenmeyenlerin toplamı ise 19.485.977. Şaka değil evlilik yaşı geldiği halde evlenmeyenlerin sayısı tam 20 milyon kişi. Yani tamı tamına 10 milyon aile... Bunun 11.026.120’si erkek, 8.459.857’si de kadın. Aynı tabloya 2009 rakamlarıyla baktığımızda, hiç evlenmeyenlerin toplamının 14.789.619, bunun 8.484.618’inin erkek, 6.305.001’inin ise kadın olduğunu görüyoruz. Tablo, durumun düzeltilmek yerine daha da kötüleştiğini gösteriyor.
Evlenme yaşı ve hiç evlenmeyenlerin sayısı hızla artarken, boşanmalar da aynı hızda bunu takip ediyor.
Boşanan çiftlerin sayısı 2024 yılında 187 bin 343. Boşanma hızının 2024 yılında en yüksek olduğu il ise sahil şehri Antalya oldu.
Antalya’da vatandaşlarla yapılan bir televizyon röportajında durumun neden böyle olduğu sorulduğunda, “burada eğlence çok herhalde o yüzden” cevabı düşündürdü.
TÜİK yanlış mı hesaplıyor?
Burada dikkatimizi çeken bir konu da TÜİK’in medeni durum bilgisini 15 yaş ve üstü nüfus için vermesi. Oysa Türkiye’de yasal evlenme yaşı 18. Bununla birlikte çocuklar 17 yaşına bastıklarında ailelerinin veya yasal vasilerinin izniyle evlenebiliyor. 16 yaşındaki çocuklar ise ‘istisnai durumlarda ve hayâtî ehemmiyet arz eden bir gerekçenin olması şartıyla’ mahkemeden alınan özel izinle evlenebiliyor. Ancak 15 yaşında evlilik yapmanın kanûnî olarak imkânı yok. On beş yaşını dolduran küçükler, mahkemece ergin kılınsa dahi kanunen evlenemez
“Muhalefet LGBT sponsoru”
Türkiye Yüzyılı vizyonu için ailenin korunması ve güçlendirilmesi gerekiyor ve bu çerçevede 2025 ‘aile yılı’ ilan edildi. Hükümet de bu meselenin farkında olarak hem eşcinsellik, cinsiyetsizlik gibi toplumu ifsad eden sapkınlıklarla mücadele edileceğini hem de faizsiz evlilik kredisi, çocuk sahibi olanların çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi gibi dikkat çeken uygulamalarla ailelere destek olacağını açıkladı. Geçtiğimiz günlerde evlilik yaşının artışıyla ilgili konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan "Aile müessesesini güçlendirecek, gençlerimizin yuva kurmasını kolaylaştıracak, aileye yönelik tehdit ve tehlikeleri bertaraf edecek yeni projeleri, düzenlemeleri ve uygulamaları hayata geçireceğiz" dedi.

Erdoğan, AK Parti TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada ise hayâtî ehemmiyete hâiz aile kurumunun çok boyutlu muhasara altında olduğuna dikkati çekti. Nüfus ve demografide yaşanan değişimler;
- Cinsiyetsizleştirme gibi sapkın ideolojilerin dayatılması,
- Geniş ailelerin azalması,
- Çekirdek ailelerdeki çocuk sayısının düşmesi,
- Evlilik yaşı sürekli yükselirken boşanmaların da aynı hızla artması,
- Tek ebeveynli ailelerin sayısının çoğalması gibi meselelere işaret eden Erdoğan, bu sorunların aile kurumunu güneşin karı erittiği gibi örselediğini, zayıflattığını ve yıprattığını belirti.
“Aile kurumuna ihanet”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin de güçlü kültüre ve aile değerlerine rağmen bu tehditlerin hedefinde olduğunu, en çok zararı görenler arasında bulunduğunu söyledi ve ekledi:
"Aileyi korumak, ailevî değerleri yaşatmak, hepimiz için millî bir görevdir. Aile ve nüfus, Türkiye için bir varoluş meselesine dönmüşken, muhalefetin, özellikle de CHP'nin politikalarındaki çarpıklık, sorun itibarıyla daha da büyüyor. Öyle bir gaflet ve dalalet haliyle karşı karşıyayız ki Avrupa ve Amerika'da artık kreşlere, anaokullarına kadar bulaşmış LGBT musibetine karşı tedbirler alınıyor. Bizdeki muhalefet ise yönettikleri belediyeler ve yandaş sendikalar aracılığıyla LGBT sapkınlığının sponsorluğunu yapıyor. Dikkat edin, sapkın akımları önce partilerine, daha sonra yönettikleri belediyelere soktular. İnsan fıtratına aykırı cinsiyetsizleştirme akımlarına destek vererek aile kurumuna ihanet ettiler."
Eğitim süresi evliliğin önünde engel
Cumhurbaşkanının sözleri, Hükümetin durumun vahametinin farkında olduğuna bir örnek. Dikkat çeken bir açıklama ise Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’den geldi.
Bakan Tekin, katıldığı bir canlı yayında 12 yıllık zorunlu eğitim hakkında, “Zorunlu eğitimin çok olduğunu, yakında bunun tartışmaya açılacağını ben de tahmin ediyorum. Bu kadar uzun bir süre standart bir eğitime çocukları tabi tutmak doğru olmayabilir” dedi.
Kısa süre sonra da basında 4+4+4 olarak bilinen eğitim sisteminin son 4’ünün sorun olduğu, yetkililerin bunun hakkında düzenleme yapacağı yönünde haberler çıktı. Ancak buradaki tek sorun lisede geçen 4 yılda değil, anaokulundan lisans mezuniyetine hatta yüksek lisansa kadar uzanan yaklaşık 20 yıllı aşkın bir süreç.

İş ve evlilik hayatına başlamak için gençlerin artık yüksek lisans yapması gerektiği dayatılmış bir düzende yaşıyoruz. Bu konuyla alâkalı Maarif Platformu, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği ve İstanbul Medeniyet Enstitüsü tarafından düzenlenen “2025 Türk Eğitim Sistemi ve Zorunlu Eğitimin Yansımaları” konulu çalıştay raporlaştırıldı.
Bu raporda, “12 yıllık zorunlu eğitim dayatması çocukların kabiliyeti, meslek edinmeleri ve yuva kurmaları önünde büyük bir engel” ifadesine yer verilirken lise eğitiminin gözden geçirilmesi istendi.
Raporun ilgili başlığında şu ifadelere yer verildi:
“Bugünkü eğitim sisteminde gençlerimiz hayata geç başlamaktadır. Evlilik yaş ortalamasının her geçen gün daha da yükselmesinde, eğitim ve meslek planlamasının önemli bir etkisi vardır.
Yıllara göre ortalama evlenme yaşı incelendiğinde, her iki cinsiyette de evlenme yaşının arttığı görülmektedir. Meslek edinmeyi önceleyen ve şehirde yaşayanlar için ilk evlenme yaşı 30 yaşın üzerindedir. Dolayısıyla toplumun temeli olan ailenin ve tabi ki genel ahlâkın bu tablodan olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır.

Ekonomik anlamda düşündüğümüzde 6 yaşında okula başlayan bir çocuğun, okul öncesi ve 12 yıl zorunlu eğitim ile yaşı 18-19 olmaktadır. Birkaç yıl sınav hazırlığının ardından 4-6 yıl üniversite okuyan bir öğrencinin mezun olması 24-25 yaşını rahatlıkla bulmaktadır. İş arama, tecrübe kazanma ve istikrar sağlama süresini de hesaba kattığımızda otuzlu yaşlarda ancak düzenli bir hayata adım atılabilen ülkemizde ortalama insan ömrünün yarısının diğer yarısını kazanmak için harcanması hem acıklı hem de üzücü bir vakıadır.”
28 şubat’ta aileye vurulan darbe
Dijitalleşme ve sosyal medyada sahte ilişkilere olan bağımlılık, çağın getirdiği bir hastalık ve bundan bütün dünya mustarip. Ancak Türkiye özelinde yaşanan vahşi şehirleşme, metropollerde stüdyo ya da 1+1 dairelere sıkıştırılan hayatların günahı aslında çok geriden başlamıyor.

28 Şubat darbesinin ardından alınan kararla zorunlu eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılması, Türkiye’nin temellerini kolay onarılamayacak şekilde bozdu. İmam Hatiplilerden intikam alacağız derken koca bir ülkenin geleceğinin köküne kibrit suyu döküldü.
Ortaokul ve liseyi 90’larda okumuş birisi olarak bu hâdisenin canlı şahidi olduk. O yıllarda meslek liseleri özellikle kırda yaşayan aileler için çocuklarının istikbalinin kısa yoldan kurtulacağı bir yol olarak görülürdü. Anne babalarda, sanayide çıraklıkla zor şartlarda alınacak mesleki eğitimin bu okullarda daha rahat şartlarda sağlanacağı kanaati vardı. Bu yüzden taşrada meslek liseleri dolup taşarken, düz liselere rağbet gösterilmiyordu. Bu durum devlet politikası olarak da destekleniyordu. Okulumuzun koridorlarındaki duvarlarda Millî Eğitim Bakanlığı’ndan gönderilen meşhur, “peşin satan, veresiye satan” resmindekine benzer ışıl ışıl parlayan bir meslek liseli ile pejmürde kıyafetli bir düz liselinin karşılaştırıldığı afişler asılıydı. Biz de bu afişe bakarak doğru bir karar verdiğimizi düşünüyorduk.
Ancak çok geçmeden 28 Şubat oldu ve meslek liseliler, lise mezunu olmaya hapsedilirken, üniversiteler düz liselilere bırakıldı. Burada tek mesele akademiye, İmam Hatiplilerin girememesi olmadı. Kesintisiz 8 yıllık eğitim nedeniyle köy okulları kapandı. Taşımalı eğitime geçildi ama çare olmadı. Aileler de birer birer çocuklarının peşinden şehirlere taşınmaya başladı.

Köylerde çocuğun ekonomik bir karşılığı vardı. Çok çocuk, çok işgücü demekti. Çocuklar okuldan arta kalan zamanlarda tarlada, bağda çalışır, çobanlık yapardı. Ayrıca her işe koşarak hayatı öğrenirdi. Bu zamanla çocuğun gelişmesini, kimseye yük olmadan yaşayabilme becerisini geliştiriyordu.
Buna mukabil şehirde durum tersine çok çocuk ‘ekonomik zorluk’ demek. Ne o kadar çocuğun yapabileceği iş var ne de daracık evlerde yer var. Peki, bu kadar çocuk ne olacak derseniz... Mecburen okula gönderilecek. Kendisinden tek beklenti okul başarısı olacak. Böylece ayakkabısının bağını bile bağlayamayan nesiller yetişecek. Yapacak başka bir şey yok çünkü.
Bu durumun kötü neticeleri bugün yaşadığımız nüfus, eğitim, konut, trafik, tarım gibi birçok meselenin özünde. Meslek edindirmek için üniversite ve yüksek lisans okumak yerine, bu işin çıraklıkta ve lisede çözüldüğü sistemi kurmak, hem ülkemizin kaynaklarını hem de gençlerin hayatlarını kurtaracak. 28 Şubatçıların dediği gibi etkisi bin yıl sürmeden bu durumun düzeltilmesi ve hatta eskisinden daha iyi duruma getirilmesi hava, su kadar elzem.
