Âfetler diriltsin bizi

Âfetler diriltsin bizi.
Âfetler diriltsin bizi.

Eğer yeni bir ‘Türkiye Yüzyılı’ olacaksa zâten mevcut hâlimizle bunun olmayacağını hepimiz biliyorduk. Belki bu yıkımın mânevîyatıyla o yüzyılı inşa etmek mümkün olur. Her şeyde bir hayır olduğuna inancımız tam. Dünyada eşi az görülür bu yıkımın bizi diriltmesini, özümüze dönmemize vesile olmasını, küllerimizden yeniden doğmamızı sağlamasını, inancımıza ve ecdada yaraşır nesiller yetiştirmeye vesile olmasını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ederiz.

Zor günler geçirdik. On binlerde canı toprağa verdik. Bazı aileler tüm fertleri vefat etti, kimi ise paramparça bir hâlde… Ama hayat devam ediyor ve edecek…

Zelzele, engellenmesi elde olmayan büyük bir felâket. Ancak tedbir alınabilir. Tedbirlerin ne olduğunu artık hepimiz biliyoruz.

Buna rağmen gereğini, kimi çaresizlikten kimi de bilerek yapmıyor olabilir. Tedbir almamak musibete davetiyedir. İnsana zarar vereceği kesin olan bir şey hakkında baştan tedbir almamak sadece ihmal değil, taammüden cinayet sayılabilir

Biliyoruz belediyeler birkaç yıl işleri daha sıkı tutacak, sonra her şey kaldığı yerden devam edecek, ama etmemeli.

Evvelen, fay hatlarına denk gelen araziler her nevi yapılaşmaya kapatılmalı ve zirâî veya başka amaçla kullanılmalı. Bu husus gerekirse anayasa maddesi haline getirilmeli. Ama bugün var olduğu iddia edilen fay hatlarının yerleri bile tartışmalı. O halde yeni ve doğru bir fay hattı haritasına ihtiyaç var.

Yapmaya devam edilen günahların muhasebesi

Elbette yaşamakta olduğumuz bâdireleri milletçe atlatırız.

Yaşamakta olduğumuz ahvâl sebebiyle binalarımızı yenileyecek veya güçlendireceğiz. Belki bir süre daha az hile yapacağız. Ama bütün bunlar yetmez.

Zelzelenin neticelerinden ders çıkarmak zorundayız. Bunu vesile kılıp, devam eden hata ve günahların muhasebesini de yapmak gerekiyor.

Afet bölgesinde hırsızlık yapan, yol kesen, tecavüze yeltenenler sayısı çok değil. Bunlar her toplumda görülebilecek serseriler, kalpleri mühürlenmiş nasipsiz haydutlar. Bu husus ‘ne yapsan boş, en ağır müeyyide bile adam etmez’ denilerek geçiştirilmemeli. Ayrıca bunları ıslâh için de çabalamak gerekiyor.

Asıl muhasebeyi; varıyla-yoğuyla depremzedelerin yardımına koşan milyonlar, bürokratlar, tüccarlar, akademisyenler, öğretmenler, siyasetçiler ve devletin hep birden yapması gerekiyor. Yani kimse bu muhaseben kendini muaf tutamaz.

Eğer burada binalar yıkılmışsa

• Yer seçimindeki hatadan mı?

• Mevzuatın eksikliğinden mi?

• Mühendisliğin kötü oluşundan mı?

• Ehil mühendis ve mimarlar yetiştirememekten mi?

• Eğitim sisteminin bir türlü düzeltilememesinden mi?

• Maddenin öne çıkarılıp, mânevîyatın ihmal edilmesinde mi?

• Rantçılık ve tamahkarlıktan mı?

• Malzemelerin kötü îmâl edilmesinden mi?

• Helâl-haram ayrımının kaybolmasından mı?

• Ne nevi ahlâkî yozlaşmadan mı?

• Rüşvetten mi?

• Kifayetsizlikten mi diye maddî ve mânevî sebepleri çoğaltabiliriz.

Maddî terakkî mânevî inkişaf

Sadece sebepleri sıralamak yetmez. Her bir vatandaştan devletin başına dek şahıs ve müessesler olarak herkes tepeden tırnağa dirilmeye, kendimize gelmeye, maddî terakkî kadar mânevî inkişafa da ehemmiyet vermemiz gerektiğini kavramak ve icabına bakmak zorundayız.

Evet, birbirimize nasihat etmeliyiz ama bu nasihati ilk önce kendimize yapmamız gerek. Herkes gerçekten tövbe etmeli ama evvelen ‘ben’ tövbe etmeliyim. Herkes hatasının farkına varıp değişmeli ama önce ‘ben’ değişmeliyim. Hepimize bu şuur gerek.

Dil ile tövbe edip günaha devam etmek

Yıkıldık ve toparlandık, ibret almadıktan sonra neye yarar?

Tövbe etmek dil ile yapılan bir şey değil, o günahtan, hatadan tamamıyla vazgeçmektir. Dil ile tövbe edip sonra aynı günahı işlemeye, Anadolu’da ‘tavuk tövbesi’ derler ve bir mânâsı yok. Tövbe kalp ile dil ile ve fiil ile birlikte olursa değişim, dirilme, maddî terakkî ve mânevî inkişaf başlar.

Çoğu kez söz tesirsizdir. İllâ insanın bir şamar yemesi gerek. Şamarlar çoğalıp şiddeti arttıkça silkinip toparlanmayı hızlandırır. Türkiye’nin yediği bu şamarı bir ceza değil merhamet, silkinme ve diriliş yani özüne dönme, kaybettiklerini toparlama, mânevî kayıpları telâfi olarak da değerlendirebiliriz.

Mâneviyatsız ‘Türkiye yüzyılı’ kurulamaz

Eğer yeni bir ‘Türkiye Yüzyılı’ olacaksa zâten mevcut hâlimizle bunun olmayacağını hepimiz biliyorduk. Belki bu yıkımın mânevîyatıyla o yüzyılı inşa etmek mümkün olur.

Her şeyde bir hayır olduğuna inancımız tam.

Dünyada eşi az görülür bu yıkımın bizi diriltmesini, özümüze dönmemize vesile olmasını, küllerimizden yeniden doğmamızı sağlamasını, inancımıza ve ecdada yaraşır nesiller yetiştirmeye vesile olmasını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ederiz.

“Size gelip çatan musibet, Allah’ın izniyle gelip çatmıştı. Bu, Allah’ın gerçek Mü’minleri belirlemesi içindi.”
“Size gelip çatan musibet, Allah’ın izniyle gelip çatmıştı. Bu, Allah’ın gerçek Mü’minleri belirlemesi içindi.”
  • Karada ve denizde düzen bozuldu
  • Allah-ü Teâlâ şöyle buyurur:
  • “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rûm 41) Bu ayette işaret edilen fâil veya fâiller biz veya başkası olabilir. Mesela biz ifsad etmesek bile Batı’nın ifsadına sessiz kalmamız suç ortaklığı sayılmış olabilir. Gavurun cezası gecikir, ama bizimkinin hesabı burada görülerek arındırılmış da olabiliriz.
  • “Şüphesiz Allah, hiçbir şeyle (ve hiçbir şekilde) insanlara zulmetmez.” (Yûnus 44)
  • “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.” (Şûrâ 30) Bu durumda dünyanın her yerinde Müslümanlar bir başkasını değil, önce kendini suçlamalı.
  • Allah’ın izni olmadıkça müsibet olmaz
  • “Size gelip çatan musibet, Allah'ın izniyle gelip çatmıştı. Bu, Allah'ın gerçek Mü'minleri belirlemesi içindi.” (Âl-i İmrân 166) Elbette ki, Allah-ü Teâlâ’nın izni olmaksızın hiçbir yaprak kıpırdamaz ama bir musibet varsa onun müsebbibi biz, bizler veya göz yumduğumuz bazı unsurlar olabilir. Musibet sandıklarımız da sonradan fark edeceğimiz nice hayırlar çıkar.
  • “Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah'tan” derler, başlarına bir kötülük gelince de “Bu senin yüzündendir” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu insanlara ne oluyor ki, anlamamazlıktan geliyorlar!” (Nisa 78-79) Allah (c.c.) kullarına asla zulmetmez. Kullar kendilerine veya başkalarına zulmederler. Acaba kendimize şu soruyu mu sorsak: Ben de düşmanla aynılaşmış olabilir miyim ve öyleyse bu hatadan nasıl dönerim?
  • “Ne var ki, Allah sizi kurtarıp selâmetle karaya çıkardığı zaman hemen O'ndan yüz çevirirsiniz. İşte insan böylesine nankördür!” (İsrâ 67)
  • Allah (c.c.) bizleri selamete erince yüz çevirenlerden eylemesin!