Geri dönüşüm yalan, planlı eskitme gerçek

Yılda 100 milyar parça kıyafet üretiliyor, bunların yaklaşık 92 milyon tonu çöpe gidiyor. Uluslararası Elektrik ve Elektronik Atık Forumu (WEEE)'na göre her saat 68 bin 733 telefon üretilirken, her gün 13 milyon telefon çöpe atılıyor. Dünya, yılda 62 milyon ton elektronik atık üretiyor ki, bu her saniye bir kamyon dolusu çöp demek. Beyaz eşyalarda da durum felaket: Avrupa’da 10 yıl önce bozulan çamaşır makinelerinin %40’ı tamir edilebiliyordu, şimdi bu oran %20’nin altına düştü. Arabaların lastikleri 40.000 kilometrede bitecek şekilde programlanıyor, oyuncaklar 1-2 yılda kırılıyor, buzdolapları kompresör arızasıyla 5-7 yılda hurdaya çıkıyor. Birileri kasalarını doldururken çoğunluğun cüzdanı boşaltılıyor. Daha korkuncu ise dünyayı saran plastiğin sadece yüzde 9-10’u ancak geri dönüştürülebiliyor. Geri kalan büyük kısmı çöplüklere veya doğrudan tabiata karışıyor.
“Pabucu dama atılmak” deyimini duymuşsunuzdur. Bu sözü duyup da, “Atalarımız da eskilerini bir yerlere atıp kurtuluyormuş” diye fena bir yanılgıya kapılan, umarız yoktur. Yine de anlatalım. Selçukludan Osmanlıya miras kalan Ahilik, basit bir meslek örgütünden öte İslâmî usûlleri hayatlarının her alanına uygulayan erdemli insanların topluluğuydu. Ahilik'te israf, hem dînî hem de ekonomik bir mesele olarak ele alınır, "İsraf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez" (A'raf Suresi, 31) emrine uygun olarak gereksiz tüketim ve kaynak ziyanından uzak durulurdu.

Ahilik, "alın teri ile helâl kazanç" ilkesini benimsediğinden kısa ömürlü ürünler yerine uzun süreli kullanım teşvik edilirdi. Aşırı stoklama veya fiyat şişirme gibi uygulamalar, "narh" (fiyat kontrolü) sistemiyle engellenir, böylece israf önlenirdi. Ahiliğin amacı ise kolay para kazanmak değil, toplumun refahını artırmaktı. Bu bakış açısının dışına çıkanlara çok etkili cezalar uygulanırdı.
Hileli veya düşük kaliteli üretim yapan esnaf, "pabuç dama atma" ile cezalandırılır. Pabucu dama atılan nedamet getirip, kurallara uyana kadar pabuç geri verilmez, loncadan dışlanırdı. Bu ceza bir esnafın en büyük utanç kaynağıydı. Şimdi bırakın pabucu, hileli iş yapan esnafın, üreticinin kendisini de dama atsanız iki gün sonra yüzü kızarmadan ortalıkta dolaşır. Bugün gıda ürünlerinde tağşiş yapan yüzlerce, binlerce işletme, devlet tarafından ifşa ediliyor da suçlu yine kusuru kendinde bulmuyor, ahlâksızlığa kaldığı yerden devam ediyor.
Ürünlerin ömrünü kısalttılar
Türk toplumunda 19’uncu yüzyıla kadar kararlı bir şekilde sürdürülen bu anlayış bir anda değişip de bugünlere gelinmedi tabii. Batı tipi eğitimle gelen batı tipi yaşam tarzı zamanla hayatımızı altüst etti. Dünyada ise sanayi devrimiyle işler bir anda değişti. Ahlâksızlık her alanda olduğu gibi üretimde de yerini almaya başladı. Bu duruma en çok verilen örnek de “Phoebus Karteli”nin yaptıkları.
Bundan yaklaşık bir asır önce 24 Aralık 1924’te dünyanın farklı noktalarından gelen ampul üreticileri Cenevre’de gizli bir toplantı tertip etti. Dünyadaki ampul üretim ve satışını kontrol etmek için kurulan “Phoebus Karteli” veya Uluslararası Enerji Karteli olarak adlandırılan bu kurul, aynı zamanda bilinen ilk küresel kartel olma niteliğini taşıyor.

15 Ocak 1925’te bu kartel, ampullerin ömrünü kasıtlı olarak kısaltma kararı aldı. O dönemde 2 bin 500 saat yanabilecek ampuller, sadece bin saatte sönecek şekilde tasarlandı. Yani bir ampulün ömrü 41 günle sınırlandırıldı. Bir ampulün ömrünün 2 bin 500 saatten bin saate düşürülmesi size çok korkunç gelebilir. Ancak durum aslında daha da vahim.
ABD'nin Kaliforniya eyaletindeki Livermore şehrinde 1901 yılında bir itfaiye istasyonunda kullanılmaya başlanan ampul aralıksız 1 milyon saatin üstünde bir süredir hâlâ yanıyor. Yani ampulün icadından çok kısa bir süre sonra gelinen teknolojiye bakınca 2 bin 500 saat devede kulak bile kalmıyor.
Modern tüketim toplumunun oluşturulmasının miladı olarak kabul edilen bu tarihten sonra aynı tutum tüm sektörlere yayıldı.
İnsanları daha sık alışveriş yapmaya zorlayarak kasalarını doldurmak isteyen üreticiler bugün neredeyse tüm ürünleri bu mantıkla üretiyor ve buna biz “planlı eskitme” diyoruz, onlar da “ürün hayat döngüsü” diyor!
Kıyafetlerden elektronik cihazlara her şey kısa ömürlü olacak şekilde üretiliyor: Birkaç yıkamada paçavra olan tişörtler, pili değiştirilemeyen kulaklıklar, içinde mürekkep olsa bile çalışmayı reddeden yazıcılar... Planlı eskitme, tüketim çılgınlığını körüklüyor, israfı patlatıyor ve dünyamıza onarılmaz yaralar açıyor. İklim değişikliklerine neden olduğunu iddia ettikleri sera gazı salınımları artıyor, çöp yığınları büyüyor. Üretilen plastiğin yüzde 10’undan daha azı tekrar kullanılabiliyor, çünkü bu kadar plastiği geri dönüştürmek imkânsız. Deniz canlılarının yuttuğu mikroplastikler her gün soframıza kadar ulaşıyor, zamanla insan vücudunda birikerek hormonal bozukluklara yol açıyor. Paketli gıdaların plastik ambalajlarından sızan kimyasallar, özellikle uzun süreli depolamada yiyeceklere geçerek kanserojene dönüşüyor. Ve daha neler neler…

Tek kullanımlık ürünler
Bugün bize alelade gelen mefhumlar geçmişte üzerinde epey düşünülmüş kavramlardı. “Ürün hayat döngüsü”nden sonra karşımıza çıkan bir başka slogan da “tek kullanımlık” ifadesi. Bazı mâmüllerin ömrünü kısaltmakla elde edilen gelir yetmediği için mâmulleri artık fabrikadan direkt çöp olarak çıkarıp satıyorlar.

Bu yöntemin öncüsü olan yahudi DuPont şirketi 1935’te naylon ipliğini keşfetti. Bu ipler o kadar sağlamdı ki bunlardan üretilen kadın çorapları neredeyse yırtılmıyordu. Kadınlar bu çoraplara akın etti. Elde stok kalmayınca ABD’de neredeyse isyan çıkacaktı. Çoraplar o kadar sağlamdı ki aylarca hatta yıllarca dayanıyordu. Ancak aradan biraz zaman geçince DuPont neden daha fazla satış yapamadığını düşünmeye başladı. 1940’larda yahudi DuPont, naylon çorapları dayanıklı yapmak yerine çabuk yırtılacak şekilde üretti; böylece kadınlar sık sık yenisini almak zorunda kaldı.
Bu süreçte, “tek kullanımlık” kavramı da devreye girerek planlı eskitmenin psikolojik altyapısını hazırladı. Şirketler ürünleri kısa süreli kullanım için cazip hâle getirip “bir kez kullan at” algısını yerleştirdi; bu, tüketicilerde gereksiz bir yenileme isteği uyandırarak psikolojik bir bağımlılık yarattı. Ama bu sadece bir tasarım meselesi değil; işin içinde şirketlerin kâr hırsıyla insanları ve gezegeni sömüren akıl almaz pazarlama oyunları var.
Şirketlerin gözünde insanlar zamanla bir kobay faresi, yolunacak kaz, âdeta bir kuklaya dönüştü. İnsanlara her şartta bir mâmül satmayı hedefleyen şirketlerin pazarlama oyunlarına en çarpıcı örneklerden biri de sigara şirketlerinin yaptıkları.

American Tobacco şirketi 1929’da ünlü reklamcı Edward Bernays’in kapısını çalıp daha fazla sigara satmak için neler yapabileceklerini sordu. O da “kadınlara da satın” dedi. 1930’lara kadar tüm dünyada olduğu gibi Amerika’da da sigara içen kadınlar toplum tarafından hoş karşılanmazdı. Ancak kafası şeytan gibi çalışan Bernays, bunun bir yolunu bulacağına emindi. Düşündü taşındı ve dedi ki Amerika Özgürlükler ülkesi!
Bir toplum hareketi başlatacak, kadın haklarını savunuyormuş gibi yapacak ve kadınları sokakta ellerinde sigarayla dolaştıracaktı. Bu imkansız gibi görünen fikri hemen uygulamaya koydu.
Yahudi önce bu hareketi yapacağı tarihi seçti. 31 Mart 1929'da New York’ta gerçekleştirilecek Paskalya yürüyüşüne denk getirecekti. Hemen ona da bir kulp buldu. “Bundan sonra Paskalya mânevî özgürlüğün sembolüdür” dedi. Sonra psikanalist Abraham Brill ile görüşerek fikri altyapısını oluşturmaya başladı. Sigarayı kadınlar için "özgürlük ve isyan sembolü" olarak çerçevelendirdiler. Brill, sigaranın kadınlar için erkek baskısına karşı bir "meşale" olabileceğini öne sürdü.

Bernays’in ekibi daha sonra Vogue dergisinden temin ettiği bir liste ile New York'un önde gelen genç ve moda ikonlarından oluşan bir grup kadını arayıp bu etkinliğe katılmaları için ikna etti. Ancak anlaşma sağlanana kadar sigara işinden hiç bahsetmedi. Gün geldi ve 30 kadın, Bernays’in “Özgürlüğün meşaleleri” adını verdiği etkinlikte ellerinde Lucky Strike marka sigaralarıyla New York sokaklarını arşınladı.
Ertesi gün kıyamet koptu. Çünkü Bernays, gazetecileri önden ayarlamıştı. Yahudi New York Times, “Kadınlar özgürlük için sigara içiyor” başlığıyla haberi verdi.
Kampanya, kadınlar arasında sigara içme tabusunu büyük ölçüde yıktı. Kısa sürede sigara, kadın özgürlüğünün bir sembolü haline geldi ve Lucky Strike satışları patladı. American Tobacco, kadın pazarını ele geçirerek gelirlerini katladı
Pek çok ülkede kadınlar tiryaki yapılmış ancak Taylandlı kadınlar bir türlü ikna olmamıştı. İki ayaklı şeytanlar biraraya gelip bunun için bir çâre arayışına girdiler. İçlerinden biri şu teklifle geldi: Duvarlara ve reklam panolarına “sigara içen kadın resmiyle güzel kadınlar sigara içer” yazın. Aynını yaptılar ve çok kısa sürede Taylandlı kadınların büyük bir kısmı tiryaki haline getirildi.
- Tamir edilemiyor
- Planlı eskitme artık planlı cinayete döndü.
- - Akıllı telefonlar 2-3 yıl kullanıldıktan sonra çöp oluyor; yazılım desteği kesiliyor, bataryası değiştirilemiyor, yedek parça fiyatları yeni cihazla yarışıyor.
- - Yazıcılar, mürekkep kartuşlarındaki çiplerle kilitleniyor; “atık mürekkep pedi” denen parça, belirli bir baskı sayısından sonra doldu diye cihazı çalışmaz hâle getiriyor.
- - Kablosuz kulaklıklar, 18 ayda pili bitiyor, gömülü batarya yüzünden tamir edilemiyor.
- - Elektrikli süpürgelerin plastik gövdeleri birkaç yılda çatlıyor, elektronik kartları 3-5 yılda bozulacak şekilde tasarlanıyor.
- - Bir kıyafet ortalama 7-8 kez giyiliyor, sonra çöpe.
- - Beyaz eşyalarda durum daha kötü. Avrupa’da 10 yıl önce bozulan çamaşır makinelerinin %40’ı tamir edilebiliyordu, şimdi bu oran %20’nin altına düştü.
- - Buzdolapları kompresör arızasıyla 5-7 yılda hurdaya çıkıyor.
- - Arabaların lastikleri 40.000 kilometrede bitecek şekilde tasarlanıyor.
- - Oyuncaklar 1-2 yılda kırılıyor.
- Özellikle son 30 yıldır eşyalar, “tamir edilemesin” diye tasarlanıyor.

- - Apple, özel vidalar kullanarak cihazların içini açmayı zorlaştırıyor.
- - Eskiden her cihazın kutusundan çıkan yüzlerce sayfalık tamir kılavuzları artık tarih oldu.
- - Bağımsız tamirciler, “yetkisiz” oldukları gerekçesiyle tehdit ediliyor.
- - Yetkili servisler ise dudak uçuklatan fiyatlarla tamiri caydırıyor.
- - Eskiden 10 saniyede kendi kendimize yapabildiğimiz telefon pilinin değiştirilmesi için bugün 5 bin liraları bulan servis ücretleri isteniyor.
- - Bir milyon saattir yanan ampülden, yırtılmayan çoraptan ibret alan üreticiler artık en müthiş icadı da yapsa en güzel patenti de alsa hatta önemli bir hastalığa çare olacak ilaç da üretse bunu tâ başından daha fazla nasıl para kazanabileceğini düşünerek piyasaya sürüyor.
Daha çok kâr için moda!
Bugün planlı eskitme, şirketlerin kâr makinesinin temel taşı. Mesela Apple, her yeni iPhone modeliyle “devrim” vaadi sunuyor. Kasa tasarımına bir kaç dokunuş, yazılımdaki bir kaç ikon ile kameralar dışında değişen tek şey modelin numarası ve sürekli yükselen fiyatı... Peki, ardından ne oluyor?
Yeni model çıkar çıkmaz, eski telefonunuz birden yavaşlıyor. Bunun nedeni, yazılım güncellemeleriyle kasıtlı olarak cihazın performansını düşürmeleri. “Eskiyi at, yeniyi al” mesajı, tüketicinin beynine kazınıyor. Bu strateji, Apple’ın trilyon dolarlık değerini korumasını sağlıyor.
Otomotivde de durum farklı değil. General Motors ve Ford, 1920’lerden beri her yıl yeni modeller çıkararak “modası geçti” algısı yaratıyor. Volkswagen, yedek parçaları sınırlı ömürlü tasarlayarak tamiri imkânsız hâle getiriyor.
Moda dünyasında ise Zara, H&M ve Shein gibi hızlı moda devleri, her iki haftada bir yeni koleksiyon piyasaya sürüyor. Nike, sosyal medya kampanyalarıyla “trendi yakala” baskısı kuruyor. Google, Pixel telefonlarında yazılım desteğini kısa tutarak sizi yeni modele yönlendiriyor. Bu pazarlama numaraları, “yeni ürünle hayatın değişir” sloganlarıyla destekleniyor. İnsanlık, sürekli harcama döngüsüne hapsediliyor, borçlanıyor ve psikolojik baskı altında eziliyor. Bu ahlâksızlığın neticesinde şirketler kasalarını doldururken, dünya kaynakları tükeniyor... Bu işin kârlılarından biri de devletler. Çünkü onlar da her yeni satıştan KDV, gelir, gümrük ve özel tüketim gibi yeni vergiler alıyor. Olan yine tabiata, insana ve diğer canlılara oluyor.

Bu taktikler, kâr hırsıyla insan ve tabiat kaynaklarını sömürmenin en çıplak hâli. Planlı eskitme, maden çıkarma, üretim ve nakliye süreçleriyle çevreye korkunç bir yük bindiriyor. Lityum ve kobalt gibi nadir metaller için ormanlar yok ediliyor, su kaynakları kirletiliyor, sera gazı salınımları patlıyor.
2020’de elektronik cihazlar ve e-atık, tam 580 milyon ton karbondioksit salınımına neden oldu. Şirketler ucuz üretim için Çin ve Vietnam gibi ülkelerde işçileri sefalet seviyesinde ücretler ve sağlıksız şartlarda çalıştırıyor. Dedik ya bu işler hep sloganla oluyor, işte bu skandal da “inovasyon” diyerek üstü örtülüyor.
Moda endüstrisi yılda 100 milyar parça kıyafet üretiyor, ama bunların çoğu çöplüklere gidiyor. Tekstil sektörü, küresel karbon salınımlarının %8’inden ve sanayi atık sularının %20’sinden sorumlu. Bu, uçaklar ve gemilerin yol açtığından bile daha fazla kirlilik demek!
Dünyada geri kalmış ülkeler zengin ülkelerin çöplüğüne döndü. Firmalar, “eskiyi getirin yeniyi götürün” diyerek sanki eski ürünlerinizi tekrar ekonomiye kazandırıyor imajı veriyorlar. Ancak bu tamamen yalan. Geri dönüşüme gönderilen ürünlerin çok büyük bir bölümü Afrika ve Asya'daki geri kalmış ülkelere gönderiliyor. Çünkü bu kadar ürünü geri dönüştürecek bir sistem dünya üzerinde yok. Öyle ki yakın gelecekte ABD’nin çöpünü taşıyacak kadar konteyner bile bulunamayacak.


Bu hıza nasıl yetişilsin?
Uluslararası Elektrik ve Elektronik Atık Forumu (WEEE)'na göre her saat 68 bin 733 telefon üretilirken, her gün 13 milyon telefon çöpe atılıyor. Dünya, yılda 62 milyon ton elektronik atık üretiyor ki, bu her saniye bir kamyon dolusu çöp demek. Eğer böyle giderse 2030’da bu rakam 82 milyon tona ulaşacak. Planlı eskitme denilen belâ yüzünden dünya can çekişiyor.

Türkiye’de de tablo aynı. Yılda 1,3 milyon ton tekstil atığı oluşuyor. Ancak geri dönüşüm oranı sadece yüzde 7 civarında.Plastik üretimi nüfustan 25 kat hızlı büyüyor. İstanbul gibi şehirlerde, nüfus artışı ve yetersiz geri dönüşüm altyapısı çöp sorununu derinleştiriyor. Yıllık atık miktarı milyarlarca tonu aşıyor, hükümetin “sıfır atık” hedeflerine ise bu rakamlara bakılırsa asla ulaşılamayacak.
2025’te belediye atıklarının geri dönüşüm oranı hâlâ %20’nin altında, çöplerin %80’i düzenli depolama sahalarına gömülüyor. İnşaat ve yıkım atıkları da ayrı bir dert. Bir başka dert de memleketin her yerini çöp kutusu olarak gören vatandaşlar. Yayladan kumsala her yer çöp. Anadolu'nun en ücra köşelerinde bile tanıdık plastik ambalajları görmek insanın midesini bulandırıyor.

Vatandaş tamirci oldu
Fahiş rakamlar insanları isyana sürüklüyor ve onları kendi başlarının çaresine bakmaya itiyor. Vatandaşlar çevrimiçi kaynaklarla birer tamir ustasına dönüşüyor. iFixit gibi platformlar, 100.000’den fazla cihaz için ücretsiz tamir rehberleri sunuyor. Telefon ekranı değiştirmekten kulaklık pilini onarmaya kadar her şey var. YouTube, tamir videolarıyla dolup taşıyor. 2025’te “kendi kendine tamir” videolarının izlenmesi yüzde 30 arttı. Milyonlarca insan bu videolarla evde tamir yapmayı öğreniyor. Türkiye’de bu hareket hızla büyüyor. İnsanlar YouTube ve forumlardan çamaşır makinesi tamiri öğreniyor, kahve makinelerinin termal sigortasını değiştiriyor. Avrupa Birliği’nde 2021’de “tamir hakkı yasaları” tartışılırken, Fransa’da yapılan bir anket, tüketicilerin %77’sinin mâmüllerin kasıtlı olarak kısa ömürlü üretildiğine inandığını ortaya koydu. 2025’te AB, yeni kurallarla akıllı cihazlar için yedek parça ve tamir desteği zorunlu kıldı. Ancak dayanıklı ürün üretilmediği için bu girişimlerin de kadük kalacağı belli.

Wall-E isimli animasyon filmindeki gibi dünyayı çöpün ele geçirmesini engellemek için pazarlama oyunlarını sınırlayacak yasalar çıkarıp şirketleri sorumlu tutmak gerekiyor. Geri dönüşümü gerçek kılmak ve tamir hakkının insanların elinden alınmasını engellemek gerekiyor. Daha da önemlisi tüketimi azaltmak, azaltmak, azaltmak gerekiyor. Phoebus Karteli’nin karanlık mirası dünyayı yutmaya çalışıyor ve bununla nasıl başa çıkacağımıza yine biz karar vereceğiz.