“Güzelliğin On Par’ EtmezBu Bendeki Aşk Olmasa”

Günümüz sanatında, bırakalım tabii güzellik idrakını, güzelle, teknik tarzdaki ifadesiyle estetikle de birebir bir irtibat aranmamakta. Bütün sahalarıyla sanatın mahiyetini teşkil eden yegâne şey, tertip ve terkip mevcudiyeti. Estetik de zihnin süzgecinden geçmiş şahsi güzellik idrakı... Bu aynı zamanda şu demek: Günümüz sanatında çirkin, hem tabii, hem de gayrıtabii ‘güzel’i çoktan kapı dışarı etti bile. Artık sanat, handiyse bir kompozisyon ameliyesine tahavvül etmiş durumda. Ne ki bu durum bizi gene de gönül kimi severse onun güzel olduğuna götürmemekte.
Günümüz sanatında, bırakalım tabii güzellik idrakını, güzelle, teknik tarzdaki ifadesiyle estetikle de birebir bir irtibat aranmamakta. Bütün sahalarıyla sanatın mahiyetini teşkil eden yegâne şey, tertip ve terkip mevcudiyeti. Estetik de zihnin süzgecinden geçmiş şahsi güzellik idrakı... Bu aynı zamanda şu demek: Günümüz sanatında çirkin, hem tabii, hem de gayrıtabii ‘güzel’i çoktan kapı dışarı etti bile. Artık sanat, handiyse bir kompozisyon ameliyesine tahavvül etmiş durumda. Ne ki bu durum bizi gene de gönül kimi severse onun güzel olduğuna götürmemekte.

İster taklit seviyesinde seyretsin, isterse temsil; sanat eserinde aslolan, güzel tabiatın resmedilmesi veya tabiatın güzel(ce) resmedilmesi değil, o eserdeki bahisten irtibatsız bir tarzda, sanat ifadesindeki hususiyetler... Bir sanat eserinin güzelliği, ancak kendine has mükemmelliğinde mahfuz. Sanat eserindeki bu kendine has güzelliği teşhis, tespit ve akabinde de elden geldiğince itilâf seviyesinde tutma teşebbüsü ise estetik meşgalesinin mevzuu. Sanatkâr ise sanat tarihini ve hususen de kendi sanat sahasının şahikalarını, estetisyeninkinden başka bir gözle tetkik ve mümkün mertebe onlardaki mükemmelliyeti ilkin idrak, akabinde de aşmak mükellefiyetinde.

Sanat Tarihi erbabının hazzetmeyeceği alelusûl bir tasnifle olanca sanat eserlerini mevzuları bakımından, tabiatı esas alanlar ve almayanlar diye ikiye ayırabiliriz.

Zihnimiz esasen dış dünyayı idrake hazır bir tarzda yaratıldığı için, tabirlerimizi de bu tespitten hareketle aynı şekilde ikiye ayırmamız mümkün: Tabiatta karşılığı bulunan müşahhas tabirler ve tabiattaki mahiyeti bir şekilde ifade edilebilen ama işaret edilemeyen mücerret tabirler. Her ne kadar plâstik sanatlar tabiatı esas alsa ve hatta zamanla birçok kalıp ve nihayetinde remz ifade anlayışlarına tekâmül etse de tarih boyunca hiçbir zaman geçen yüzyıldaki kadar mücerrede yönel(e)medi.

Zihnimiz esasen dış dünyayı idrake hazır bir tarzda yaratıldığı için, tabirlerimizi de bu tespitten hareketle aynı şekilde ikiye ayırmamız mümkün:
Zihnimiz esasen dış dünyayı idrake hazır bir tarzda yaratıldığı için, tabirlerimizi de bu tespitten hareketle aynı şekilde ikiye ayırmamız mümkün:

Kolayca tahmin edilebileceği gibi bu husus, bir tek Batı’da ortaya çıkmış sanat anlayışları için geçerli. Mısır-Mezopotamya çizgisinden başlayarak Doğu’ya doğru ilerledikçe bütün plâstik sanat ifadelerinin, kendilerine mahsus kültürel kalıpları içerisinde gittikçe mücerrede meylettiklerine şahitlik ederiz. İster tuvale işlensin, ister taşa, toprağa veya ahşaba, Batı’nın sanatı, müşahhası esas alır veya tabiata yapışık iken Doğu’da sanat ifadeleri hep meçhulün çilingirliğine soyunur ve meramını müşahhas üzerinden ifadeye yeltendiği durumlarda bile remz bir işaretle mücerrede kıvrılmaya hazırlanır bir eda arzeder.

Güzellik Tabiata mı Mahsustur?

Teferruat epeyce ihmal edildiği hâlde esaslı bir tefriktir bu. Benzeri bir durum, bir yere kadar söz sanatları için de cari. Hele Uzakdoğu şiirini ve hususen de haikuları nazarı dikkate aldığımızda Doğu için sanatın ne mikyasta bir tecrit hadisesi arzettiği hemencik berraklaşır.

  • Şu hususu da ilâve etmek kâbil: Batı sanat anlayışlarında fert, bizatihi ferdi ifade ederken Doğu sanatlarında, içinde yaşadığı cemiyeti temsil iddiasındadır. Birinde fert, cemiyetinin içinde eridikçe ferdiyetine kavuşurken öbüründe, cemiyetinden farklılaştıkça bir şahsiyet elde edebilmekte. Zatın sanattaki tezahürü de elbet bu tefriki farkettirecek tarzlarda gerçekleşmekte.

Hatırlamak mecburiyetindeyiz: Bir mevzuun kendi güzelliği ile bir mevzuu güzel bir şekilde ifade etmek çok ayrı şeyler. İlkinin -sanattaki- ifadesi en iyi ihtimalle takdir edilesi bir taklide denk gelirken ancak ikinci ifade tarzında asli manâsıyla sanattan bahsedebilme imkânına kavuşabilmekteyiz.

Tam bu merhalede, belki hem Doğu, hem de Batı sanatları için bir ortak paydadan bahsedebiliriz: Modernite öncesinde dünyanın her yerindeki onca sanat anlayışlarının hepsi de insanı, kâinat çapındaki manâsıyla muhitini ve tanrısını tespit ve tayin için tabiatı esas almak mecburiyeti hissetti. O yüzden de hâlen daha ‘estetik’ dendiğinde zihinde canlanan ilk hayal, tabiatta varolan güzelliklerin temsili mahiyetinde.

Eski Yunan’ın, ideal güzelliğin ancak tabiatta varolabileceği kusurlu kabulünün mahzurlu mirasından insanlık ancak son asırlarda sıyrılmayı akledebildi
Eski Yunan’ın, ideal güzelliğin ancak tabiatta varolabileceği kusurlu kabulünün mahzurlu mirasından insanlık ancak son asırlarda sıyrılmayı akledebildi

Eski Yunan’ın, ideal güzelliğin ancak tabiatta varolabileceği kusurlu kabulünün mahzurlu mirasından insanlık ancak son asırlarda sıyrılmayı akledebildi; hem de her fırsatta çamur atmaktan yorulunmayan modernite sayesinde. Eski Yunan muhayyilesine göre güzellik ancak tabiatta bulunduğuna göre sanat da tabiattaki güzellikleri resmetmeliydi; sadece güzellikleri. Ama şimdilerde bu umdeye taraftar bulmak ne mümkün!

Tacını Kaybeden Güzel

Moderniteyle birlikte artık bilmekteyiz ki sanat, tabiattaki güzellikler kadar çirkinlikleri de resmedebilecek kuvvet ve kudrette. Hatta sanatta güzelin mahiyeti, zıddını merkeze alarak aranmakta. Dolayısıyla bir ifadeyi sanatlı veya sanattan mahrum kılan esas husus, modellediği tabiiliğin güzelliği değil, yeri geldiğinde dış dünyadaki çirkinlikleri de estetik bir şekilde dile dökebilme imkânına sahip veya bu imkândan mahrum bulunması. Hem, çirkinin resmi ne diye çirkin olsun?

  • Meselenin şu vechesine de işaret etmek mecburiyetindeyiz: Bir mevzu mahiyetinde sanatta çirkinin, kötünün ve muzırrın dahli, aynı zamanda bunların bir nevi tesirli methiyesini imkân dahiline getirdi. Modernitenin modernizme kadar kıvrılan macerasında, o güne kadar menfi addedilenlerin bile müspete, hayırlıya, yani tercih edilesiye dönüştüğü vaziyetlere şahitlik etmekteyiz.

Gene de hem Doğu’da, hem de Batı’da sanat eserinin esasını teşkil eden husus değişmiyor: İster taklit seviyesinde seyretsin, isterse temsil; sanat eserinde aslolan, güzel tabiatın resmedilmesi veya tabiatın güzel(ce) resmedilmesi değil, o eserdeki bahisten irtibatsız bir tarzda, sanat ifadesindeki hususiyetler... Bir sanat eserinin güzelliği, ancak kendine has mükemmelliğinde mahfuz. Sanat eserindeki bu kendine has güzelliği teşhis, tespit ve akabinde de elden geldiğince itilâf seviyesinde tutma teşebbüsü ise estetik meşgalesinin mevzuu. Sanatkâr ise sanat tarihini ve hususen de kendi sanat sahasının şahikalarını, estetisyeninkinden başka bir gözle tetkik ve mümkün mertebe onlardaki mükemmelliyeti ilkin idrak, akabinde de aşmak mükellefiyetinde.

Sanat Eserini Anlamak ve Hissetmek

Demek ki güzel, insandan bağımsız bir tarzda tabiatta varolan eşyaya mahsus bir sıfat iken estetik, o eşyaya muhatap kılınan insanın bu temasından hareketle zihninde tasavvur ettiği, akabinde de tahayyülâtında tertip ve terkip ettiği manânın, herhangi bir şekilde ifadesine mahsus bir tavsif. Dolayısıyla sanattan ‘anlamak’, herhangi bir sanat sahasındaki belli-başlı eserlerden haberliliği değil, estetik meselelerine vukufiyeti mecbur kılar. Madem ki sanat estetiğe, yani terkip edilmiş güzelliğe yaslanır, o hâlde sanat eseri de mecburi malûm hüviyetindeki estetik mevzuatı kuşandıktan sonra kendisine yakınlaşılabilecek ve hissedilebilecek bir muhataplığı beraberinde getirir.

Günümüz sanatında, bırakalım tabii güzellik idrakını, güzelle, teknik tarzdaki ifadesiyle estetikle de birebir bir irtibat aranmamakta. Bütün sahalarıyla sanatın mahiyetini teşkil eden yegâne şey, tertip ve terkip mevcudiyeti. Estetik de zihnin süzgecinden geçmiş şahsi güzellik idrakı... Bu aynı zamanda şu demek: Günümüz sanatında çirkin, hem tabii, hem de gayrıtabii ‘güzel’i çoktan kapı dışarı etti bile. Artık sanat, handiyse bir kompozisyon ameliyesine tahavvül etmiş durumda.

Ne ki bu durum bizi gene de gönül kimi severse onun güzel olduğuna götürmemekte.