Hasan Âli’yi kurtarmak

Hasan Âli Yücel.
Hasan Âli Yücel.

Son zamanlarda, Türkiye tarihinde en uzun süreli Maarif Vekilliği/Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Âli Yücel’le ilgili imaj tashihi mahiyetinde yayınlara şahit olunmaktadır. 1940’ların sonunda hatta 1950’li yıllarda Hasan Ali Yücel’le ilgili kanaatler bu kadar olumlu seyretmez. Din karşıtlığı sorgulanır, komünist olduğu iddia edilir. Bu kavramlar etrafındaki polemikler yüzünden uzun süre adliyeleri aşındırmak zorunda kalır.

Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra bu imaj tashihi ile bir zamanlar olumlu bulunan ve asıl şöhretini yapan yönlerinin geri plana düşmesi nasıl anlaşılmalıdır?

Bu olumlulukların mühim bir kısmı, onun başta tarif ettiğimiz “cumhuriyet aydını” kişiliği ile ilgilidir. Evet o bir “cumhuriyet aydınıdır!” Bu vasfıyla maarifte üst görevlere getirilmiş, meb’us (milletvekili) yapılmış ve nihayet Maarif Vekili olmuştur. Bu çerçevede yaptığı işler belirli kesimler tarafından eleştirilse de sonuca fazla tesir etmemiştir. Asıl son yıllarda öne çıkarılan Hasan Âli portresi, diyebiliriz ki yerleşik “cumhuriyet aydını” kişiliğini zedeler mahiyettedir.

O bir tarikat mensubudur! Gerçi Mevlevî tarikatı kültür, sanat ve mûsiki yönüyle temayüz etmiştir. Fakat Mevlevî tekkeleri de diğerleri gibi resmen kapatılmıştır. Hasan Âli’nin Mevleviliği bir de dindarlıkla pekiştirilir. Dindarlığının delili, esas olarak vekillikten ayrıldıktan ve siyaseti bıraktıktan sonra yazdığı çocuk şiirleri olmalıdır.

Hasan Âli’nin şairliğini tartışmadan, çocuklar için tekerleme edalı manzumeler yazdığını belirtmekle yetinelim. Onun erken cumhuriyet döneminde şefi, rejimi öven, okul kitaplarına giren şiirler yazdığı bilinir.

Atatürk

Türkü ölümden

Odur kurtaran.

Odur yeniden

Türklüğü kuran Bunlara “alt tarafı çocuk şiiri, çocukça” diyebiliriz. Zâten dedik gitti! Fakat 1936’da bir gazetede yayınlanmış, bilahare bir yıl sonra ‘Pazartesi Konuşmaları’ isimli kitabının başına konulmuş olan yazı, onun şahsiyet bütünlüğü açısından büyük bir problem teşkil etmektedir.

Bu yazının birkaç paragrafını okumadan sahih bir Hasan Âli Yücel portresi çizmek ne kadar mümkün olabilir?

Yazının başlığı: Kitabımız. İşte o yazının başlangıcından bir bölüm:

“Her içtimaî inanma sisteminin bir kitabı vardır. Bu kitap, ona inananlarca kutsal tanılır. Kemalizmin kitabı ‘Nutuk’tur; onu biz Türkler mukaddes tanırız.

Kemalizm’i kuran, bu sisteme büyük adını vermiş olan Mustafa Kemal’dir. Kemalizm, milletçi ve devletçi bir cumhuriyetçilik sistemidir. Yeni Türk cemiyetinin her türlü hayat safhası, ondaki prensiplere dayanır. Bu prensiplerin nasıl var olduğunu bize ‘Nutuk’ öğretmektedir.

Gene ‘Nutuk’ bize gösterir ki, Türk cumhuriyeti ve Türk cumhuriyetçiliği, önce Mustafa Kemal’in dimağında tekevvün etmiş ve sonra Türk vatanında tahakkuk imkânını bulmuş bir idealdir… Tarih ve talihimizin bir dönemecine nokta koyan bu sözlerin sahibinin dimağı, Türk cumhuriyetçiliğinin levhi mahfuzudur… Gene oradan öğreniyoruz ki, insanların en güç vücuda getirdikleri eser, kendi hayatlarıdır. Bu güç esere ruh vermedikçe bir cemaatin yıkımını ve ölümünü durdurmaya imkân yoktur. Atatürk, kendi hayatının eserini daha pek gençken bin bir mücadele ile yaratmış ve bu suretle milletinin en sıkıntılı ânında ona can vermek mazhariyetine ermiştir. (Nutuk), bu eseri nasıl yarattığını, bu mucizeyi nasıl yaptığını öğrenmek isteyenlerin kitabıdır…

Yirmi dokuz Teşrinievvele (29 Ekim) tekaddüm eden bu günlerde, bizim kutsal kitabımız olan (Nutk)u, kim bilir kaçıncı defa elime alıp ruhumla onu okurken dimağıma gelen düşünceleri yalnız kendime salmamak, onları size de söylemek istedim. Unutmamalıdır ki, her Türk için bitmez, tükenmez bir kudret kaynağı olan bu kitabın özünde, bugünkü millî varlığımızın kökü yaşamaktadır. Onu mektepte, evde, yalnız ve toplu, yurdun her köşesinde, her Türk, başından sonuna kadar okumalıdır. Fertçe ve milletçe sahip olduğu kudretlerin ne olduğunu, ne mahiyette ve kıymette bulunduğunu anlamak için her sahifesinin üstünde derin derin düşünmeli ve sonra kendi benliğini ondan aldığı aşkla aydınlatmalı, orada ne kabiliyetler gizlendiğini görmelidir. (Nutuk), bizim kitabımızdır; onun büyük sahibine inananların kitabıdır. (Akşam 26.10.1936)

Bu cümleleri okuduktan sonra derin bir nefes alıp ne denilmek istendiği üzerinde düşünmek lâzımdır. Burada bir inanç sisteminden, yani “din”den, onun kitabından ve hatta “ilâh”ından bahsedilmektedir. Tevekkeli değil Hasan Âli’nin bakanlığı devrinde ilk baskısı yapılan Türkçe Sözlük’te “kemalizm türkün dinidir” ibaresine boşuna yer verilmemiştir; o sıralar maarif vekilleri aynı zamanda Dil Kurumu başkanıdır!

Yazıda eğip bükmeden Nutuk’un kutsal bir metin olduğu söyleniyor. Kut-kutsal-mukaddes dinin alanına giren bir kavramdır. Ona göre, Mustafa Kemal’in hayatının tarihimiz açısından tartışmalı bir dönemini anlattığı Nutuk’ta milletin hayat sistemi vardır. Yani nasıl yaşayacağımız, düşüneceğimiz, inanacağımız Nutuk’ta ortaya konulmuştur. Nutuk ancak gerçekten tarihle uğraşanların okuyup anlayabileceği bir metin. Vatandaşın Nutuk’u okuması zor, anlaması imkânsız desek yeri var. Belki sadece sondaki “Ey Türk gençliği” diye başlayan satırlar, Hasan Âli’nin kastettiği Nutuk olabilir!

Yazıda kullanılan “levh-i mahfuz” kavramı dikkat çekicidir. Dinî terminolojide “Levh-i mahfuz” korunmuş levha, Allah’ın ezelî ilminin, kâinatta olmuş ve olacak şeylerin yazılı olduğu levha demektir. Burada kullanılışının teşbihin, benzetmenin ötesine geçtiği kolaylıkla kavranabilir.

Hasan Âli’nin bu metni, onun Kemalizm’i âdeta din gözüyle gördüğünü, onu vaz’ edene ve kitabına inandığını ve bu inancı bütün millete şâmil hale getirmek istediğini ortaya koymaktadır.

Allah bir!

Bakanlıktan ayrıldıktan sonra şiddetli eleştirilere mâruz bırakılan Hasan Âli, dinsizlik ile aynı kapıya çıkan komünistlik ithamları karşısında erken Cumhuriyet döneminde yazdığı rejimci, şefçi çocuk şiirlerini bir kenara bırakarak, tevhitçi manzumeler yazmıştır. Bu şiirlerin 1940’lı yılların sonunda yazılmış olmasına rağmen ancak vefatından sonra yayınlanması (sonra bir daha yayınlanmaması) manidardır. Bu kitapçığın adı: Allah bir! İşte o kitaptan bazı mısralar:

  • Tanrım, sana söylerim ki, birsin. Kimdir, “Birsin!” diyen, bilirsin.
  • İmana adın yeter tanıktır, Kalbiyle inanmayan sanıktır.
  • Kalmıştır akıl bu yolda ürkek, İspatını isteyendedir şek.
  • Kitabın son mısralarını da aktaralım:
  • İslâmiyet bir kurtuluştur,
  • Hürriyet dinde bir buluştur.
  • Feyz aldım onun hakikatinden,
  • Kurtuldum esirlik âfetinden
  • Yalnız seni Hak bilip güvendim,
  • Sensin dü cihanda tek efendim
  • Taptım sana, başka Tanrı bilmem;
  • Fâniler önünde ben eğilmem… (15 Mart 1948)

Hasan Âli bu şiirleri yazdıktan hemen sonra yayınlasa idi, asıl şöhretini yapan yerleşik imajındaki keskin değişiklik dikkati çekecekti. Bunu yapmamış, hatta sağlığında yayınlamamıştır. O zaman Hasan Âli’nin bu şiirleri imanını ikrar mahiyetinde yazdığını, bunu şahsî bir mevzu olarak gördüğünü, Allah ile kulu arasında bir ahit tazeleme olarak düşündüğünü, o zamana kadar yerleşmiş olan imajını tehlikeye düşürecek bir tavır ortaya koymaktan kaçındığını söyleyebiliriz.

Yukarıda belirtilen yazıda ifade edilen inanç açıkça tekzip edilmediğine göre, Hasan Âli taraftarlarınca o “din” üzere bilinmektedir.

Hasan Âli 1936 yılında neden Kemalizm dinini kutsayan bir yazı yayınladı? Bunun bir nevi güce ittiba ritüeli olduğunu düşünebiliriz. O şefin bir sorusu üzerine: “Solda sıfır, sizin yanınızda ben” diyen adamdır. Milletvekilliğine kadar yükselmiş, bakanlığa bir adım kalmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, bakanlığı sırasında da âdeta tapındığı bu gücün kesintiye uğramadan süreceği kanaatindedir.

Zamanın İngiliz Kültür heyeti temsilcisine, 1942’de çok kısa zamanda Türkiye’de İslâm’ın tamamen tesirini kaybedeceğini söyler. Bu hususta güvencesi Köy Enstitülerinde sürdürülen katı laik öğretimdir. Fakat 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya sistemi yeniden kurulurken dinleştirilmiş totalitarizmin de sonunun gelmekte olduğu görülmüştür. Hasan Âli, Kemalizm’in hâkimiyetinin sona ereceği kuşkusuyla bir zamanlar tesirini tamamen kaybedeceğine inandığı dine dönmüş ve böyle manzumeler kaleme almıştır. Belki de çok partili hayata geçildikten sonra demokrasinin gereği olarak Kemalist ideolojiden vazgeçilmesini beklemiş, bu olmayınca da dinî muhtevalı şiirlerini yayınlamamıştır.

Ezcümle: Hasan Ali, şahsiyet yarılmasını kitlelere mâl etmeden gitmiştir. O, Kemalizm dininin mü’mini olarak bilinmeyi tercih etmiştir. Dünyevî kazançlarını bir tarafa bırakıp, uhrevî yönünü aşikâr etmemiştir!

‘Hasan Âli, Cumhuriyet aydını mı, mü’min bir Müslüman mı’ sorusunun cevabı böyle verilebilir