Hastalığı değil hastayı merkeze almadan tedavi olmaz

Jülide Türker.
Jülide Türker.

Biri size herhangi bir hastalığınız için ömür boyu ilaç kullanmanızı söylüyorsa, bilin ki o sizin iyileşmenizi istemiyordur. Çünkü Allah şifasız bir dert yaratmamıştır. Kanser de diyabet de tansiyon hastası da hatta şizofren de olsanız mutlaka bir tedavisi var. Yeter ki doğru tabibi bulun, hayat tarzınızı, beslenme şeklinizi ve yiyip içtiklerinizi değiştirin.

Size ömür boyu ilaç tavsiye eden modern tıbbın amacı sizi sürekli kendine bağımlı kılmaktır. Ayrıca kendisini ‘ilah’ yerine koyduğu için şirk koşulmasını da istemez. Ancak Türkiye’de ilginç bir durum var ve modern tıbbın dışındaki uygulamalar mevzuata ‘tamamlayıcı tıp’ adıyla girdi. Bu ifadenin kendisi modern tıbbın yetersizliğinin de peşinen kabul ve de itiraftır aslında. Modern tıp yetersiz ki (gerçekte de böyle) onun eksiği başka usullerle tamamlanıyor. Tamamlayıcı, geleneksel veya holistik, hangi adla tarif edilirse edilsin hepsi yanlış bir tanımlama. Çünkü tıp tektir ve bir bütündür. İnsanı parçaladıkları gibi tıbbı da param parça ettiler.

Yeni düzenin sahipleri genellikle evvelkileri kötülerler. Mesela Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, toplum üzerindeki etkilerini artırmak için sürekli Osmanlı’yı kötülediler. Bugünün gücü modern tıp da bir benzerini yapıyor. Yani ilk insanlardan bu yana gelen tüm uygulamaları yok sayıp reddediyor. Reddetmekle de yetinmeyip kötülüyor. Oysa barışık olsalar bütün mesele bitecek. Çünkü eskinin yeniye, yeninin de eskiye ihtiyacı var.

Biz de bu minvalde, üç yaşında Avustralya’ya göç etmiş ve orada Holistik Tıp Fakültesini bitirmiş Jülide Türker hanımla Avustralya ve Türkiye karşılaştırmasını da ihtiva eden holistik/kadim tıp uygulamalarını konuştuk. Jülide Hanım tıbbın her ikisini de kabul edip, yetersiz yönlerini dile getirdi. Hem hastaların hem de doktorların istifade edebileceği şeyler söyledi.

- Avustralya’da tıp fakültesi bitirdiniz ama bitirdiğiniz tıp fakültesi Türkiye'de olmayan bir tıp eğitimi veriyor. Bize bu fakülteden bahseder misiniz?

Türkiye’de önce tıp fakültesi okuyorsunuz, doktor olduktan sonra geleneksel tıp üzerine eğitim alabiliyorsunuz. Avustralya’da ise buradaki YÖK’ün karşılığı olan VCE var. Size lise son sınıfta holistik tıp fakültesini bir seçenek olarak sunuyor. Eğer bakalorya puanınız tutarsa, burayı tercih edip 5 yıllık bir eğitimden geçiyorsunuz. Fakat bitirdiğinizde unvanınız ‘doktor’ değil ‘holistik tıp pratisyeni’ oluyor. Bundan sonra isteyen hasta, ‘ortodoks tıp’ dediğimiz modern tıp doktorlarını ya da holistik tıp pratisyenlerini tercih edebiliyor.

Kemal Özer, Jülide Türker.
Kemal Özer, Jülide Türker.

En büyük fark ‘ilaç’

- Avustralya’da iki tür tıp fakültesi var o zaman. İkisi arasındaki temel farklar nelerdir?

Ortodoks tıp fakülteleri Türkiye’deki gibi 6 yıl, holistik tıp fakülteleri ise 5 yıl. Biz reçeteli ilaç yazmadığımız için bizim fakültelerimizde farmakoloji dalı çok kısa olarak gösterilir. Ama yine de görürüz, çünkü hasta bize geldiği zaman ona vereceğimiz bitkisel karışım ya da takviyelerin yan etkisi olup olmayacağını bilmemiz gerekir.

- Bizde de geleneksel tıp ve modern tıp ayrımı var ama ikisi birlikte olduğunda buna ‘bütüncül tıp’ deniliyor. Sizdeki holistik tıp eğitiminde de bu iki tıp eğitimi birlikte mi veriliyor?

Evet ama okul bittikten sonra bazı kısıtlamalar oluyor. Mesela biz, endüstriyel ilaç reçetesi yazamayız. Teşhise dayalı hastalık bulgusu da veremiyoruz. Hasta zâten mesela troid teşhisiyle size gelir, siz ondan kan tahlili vs. isteyebilirsiniz ama bu tahlile dayalı olarak bulgu koyamazsınız.

- Peki, holistik tıpta ihtisaslaşma mümkün mü?

Akademik olarak yapılamıyor. Ben şu anda sadece çocuklar üzerine çalışıyorum ama bu benim kendi tercihim, her yaş grubuna bakabilirim aslında. Diğer taraftan holistik tıp alanında doktora programları var ama onun öncesinde yapmanız gereken yüksek lisans programlarında holistik tıp yok. Eğer bu alanda doktora yapmak istiyorsanız, önce tarım ya da gıda üzerine bir yüksek lisans yapmanız, daha sonra da holistik tıp doktorası almanız gerekiyor.

- Siz ‘doktor’ unvanını kullanabiliyor musunuz?

Hayır kullanamıyoruz.

  • Hastalar modern tıptan bıkmış durumda
  • - Hastaların tercihi hangi yönde oluyor, modern tıp mı yoksa holistik tıp mı?
  • İşin doğrusu öyle bir yere gelmişiz ki, hastalar çoğu zaman modern tıptan bıkmış durumda oluyor. Çünkü istedikleri cevabı alamıyorlar. Bir ilaç kullanıyorlar ve o ilacı kullandıkları süre boyunca yan etkileri azaltmak için başka ilaçlar kullanıyorlar. Yani her ne kadar hastalıklarının belirtileri durdurulsa da, sonuçta bir tedavi verilmiyor.
  • - Yani modern tıp ömür boyu ilaç kullanmayı tavsiye ediyor, bir tedavi değil baskılama yapıyor. Geleneksel tıp ise hastalığı ortadan kaldırıyor ve siz de bunu yapıyorsunuz?
  • Bundan yüz yıl öncesine bakıldığında, özellikle İslâmî tıbba baktığımızda, önemli olanın hastalığın ismi değil, insan olduğunu görüyoruz. Bana on tane çocuk hasta egzama şikâyetiyle gelebilir. Ben, egzamayı tedavi etmiyorum, ben o çocukları tedavi ediyorum. Bir çocuğun egzaması, bağırsaklarındaki akıntıdan ya da yiyecek inteloransından kaynaklanabilir. Başka bir çocuğunki bakterilerden ya da bakteri dengesizliğinden kaynaklanıyor olabilir. Ben bu farklı çocuklarda görülen ve nedenleri de farklı olan hastalığı aynı yöntemle tedavi etmeye kalksam, sadece belirtiyi yok etmiş olurum.
  • - Mesela çocukta alerjik belirtiler varsa, modern tıp bu belirtilerin hepsine aynı ilacı veriyor. Siz, önce nedeni bulup, onları ortadan kaldırıyorsunuz.
  • Nedenleri bulup ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Çünkü genelde hiçbir hastalıkta tek bir neden olmaz. Her hastalıkta birçok neden vardır. Biz de farklı patolojik testler kullanarak bu nedenleri ararız. Mesela, otizmde önemli etkenlerden biri ağır metallerdir. Biz, hastadan saç örneği alıyoruz. Patolojiden mineral ve ağır metal değerlerini alıyoruz, çünkü vücut ağır metalleri kemik, diş, beyin dokusu ve saça yükler. Detoks yöntemleri, otizmi çözmüyor olabilir ama dilini biraz daha çözüyor, hastalığı biraz daha tedavi etme şansı veriyor.

Biz ‘hastayı’ merkeze alıyoruz onlar hastalığı

- ‘Çin tıbbı’ ile sizin uyguladığınız holistik tıp arasındaki farklar nelerdir?

Onlar sadece Çin’den çıkan bitkileri kullanıyorlar. Biz ise vitamin ve mineral takviyeleri de uyguluyoruz. Bir de onların uygulamaları standart tıbba daha yakın. Mesela hastalığın kaynağı virüsse antiviral, bakteri ise antibakteriyel bitkiler kullanırlar. Ama holistik tıpta biz kişiye özel protokol uyguluyoruz. Mesela bronşiti çözmeye çalışırız ama akciğerde ne gibi mikrobiyom dengesizliği var, tekrarı nasıl önlenebilir, beslenme düzeninde neler değiştirilmeli gibi şeylere de bakarız. Çevre etkenleri de bizim için önemli. Su, hava kirliliği, kumaşlardaki boyalar ve bunların vücuda etkileri gibi pek çok şey…

Holistik tıpta hastalık değil hasta merkeze alınıyor. Önce hasta inceleniyor, eksikleri tespit edip ona göre bir hayat veya davranış biçimi tavsiye ediliyor.
Holistik tıpta hastalık değil hasta merkeze alınıyor. Önce hasta inceleniyor, eksikleri tespit edip ona göre bir hayat veya davranış biçimi tavsiye ediliyor.

- Yani siz hastalığı değil hastayı merkeze alıyorsunuz. Önce hastayı inceliyor, eksiklerini tespit edip ona göre bir hayat veya davranış biçimi tavsiye ediyorsunuz. Doğru mu?

Kesinlikle doğru. Ben bu kadar güzel ifade edemezdim.

Doktorlar ‘uğraşmak’ yerine ömür boyu ilaç veriyor

- Siz endüstrinin ürettiği ilaçları reçete etmiyorsunuz. Peki, bunun yerine bitki kökenli ilaçlar mı yazıyorsunuz?

Evet. Aynı zamanda beslenme ve hayat şekli değişiklikleri reçete ediyoruz. Biz genelde doktorlarla dirsek temasındayız. Mesela verdiğimiz tıbbî kürler etkili olduğunda, doktorun reçeteli ilaçların dozunu düşürmesi gerekebiliyor. Hepsi değil ama Avustralya’daki bazı doktorlar, holistik tıbbı destekliyor ve hastalarına bize gelmesini tavsiye ediyor.

- Yani oradaki doktorlar holistik tıbba bizdekilere göre daha mı sıcak bakıyorlar?

Hayır, durum Türkiye’den faklı değil. Orada da doktorların çoğu holistik tıbba karşı. Ama bu durum doktorların suçu değil, çünkü bilgilendirilmiyorlar.

- Eğitimlerinden mi kaynaklanıyor?

Kesinlikle. Doktorlar genel olarak ‘Ben, bu holistik tıp pratisyeninin söylediğiyle risk alacağıma, hastama ömür boyu troid ilacı kullanmasını söylerim’ diye düşünüyor.

‘Tedavimiz başarılı olsa da puanı Ortodoks tıbba yazılır’

- Avustralya’da Ortodoks tıp eğitimi alanlarla holistik tıp eğitimi alan kişilerin oranı nedir?

Tam sayı bilmiyorum. Ama holistik tıbba aşırı bir talep var. Özellikle holistik tıbbın fizyoterapi, akupunktur gibi dallarında çok büyük bir artış olduğunu biliyorum.

- Bir hastane hem modern tıp doktorları hem de holistik tıp uzmanları istihdam edilebiliyor mu?

Bizim maalesef o alana hiçbir katkımız olamıyor. Benim çok onkoloji hastalarım vardı. Bazı durumlarda doktoru arayıp ‘bunu yapmanızı istemiyoruz’ desek de, haklı olarak onların söylediği şey ‘Bu hasta bizim bakımımızda olduğu için holistik pratisyenden görüş alsak da o fikirleri uygulayamayız. Çünkü hastaya bir şey olursa bizim sorumluluğumuz olur’ diyorlar. O yüzden hasta sadece hastaneden çıktıktan sonra tedavi uygulayabiliyoruz.

- Ya da hasta tedaviyi reddederse.

Evet. Sonuçta insanın vücudu kendine ait. Bazı hastalar zeki bir şekilde âilelere ‘ben IV sistemi kullanmak istiyorum’ diyebiliyor.

- Nedir o sistem?

Hasta diyor ki, ben damar yoluyla antibiyotik kullanmak istemiyorum. Bu durumda, bizim orada damar yolundan vitaminler veren klinikler var. Buralarda antioksidan tedavileri verilebiliyor. Ama tabii ki hastalıkta korku çok öne çıktığı için çok nâdir insan bu yola başvuruyor. Genelde kemoterapi ya da radyoterapi gören hastaların çoğu hem bu işlemleri uygular hem de holistik pratisyene gider. Yalnızca bize gelen çok azdır. Kemoterapi alırken bir yandan da beslenme alışkanlıklarını değiştirir, takviyelerini alırlar. Tedavi gerçekleştiğinde ve beş yıl mesela hastalık nüksetmediğinde, genelde ‘bu insan kemoterapi veya radyoterapi sayesinde iyileşti’ deniliyor. Ama kimse bu insanın beş yıldır beslenmesini değiştirdiğini, diyet uyguladığını, çevresindeki kimyasal maddeleri azalttığını, takviyelerini kullandığını söylemiyor. Her ne kadar holistik bunları yaparak başarı sağlasa da bunlar görülmüyor ve sadece ortadoks tıbbın yaptıkları görülüyor.

  • Modern tıp ‘Aborji̇n tıbbı’nı öldürmüş
  • - Avustralya yerlileri Aborjinlerin kendilerine has bir tıp bilimi var. Siz onlardan faydalanabiliyor musunuz? Onlarla bir bağlantınız var mı?
  • Yerlilerin nüfusları çok az ve genelde Avustralya’nın dış kesimlerinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Ve maalesef çoğunun kirası, gıdası devlet tarafından ödeniyor. Bu da, onları akademik faaliyetler yürütmekten alıkoyuyor. Sonuçta, parası olmayan bir yerli insanın gelip de sigortanın karşılamadığı bir finans servisini satın alması zâten mümkün değil. Ama dediğiniz gibi onların da doğal bir tıbbı var. Ben yüksek lisansımı yaparken, yerli kadınların doğum hakları ile ilgili bir konu işlemiştik. Çok problemli bir süreç açıkçası, çünkü o haklar da devlet tarafından onların elinden alınıyor. Devlet, onların uygulamalarını yeterince tıbbî bulmadığı ya da yeterince tıbbî literatür görmediği için kabul etmiyor. Ama onların kullandıkları yöntem ve bitkileri de literatüre sokmak için para harcanması gerekiyor. Üstelik o yöntem ve bitkilerin patenti de yok.

Her 4 kişiden 3’ü holi̇sti̇k tıbbi kullanıyor

- Diğer ülkelerle örneğin Çin ya da Türkiye ile karşılaştırırsanız, holistik tıp açısından aradaki farklar nelerdir?

Öncelikle Avustralyalılar holistik tıp konusunda hem daha bilgili hem de daha sıcaklar. Çünkü üniversitede bölümü olduğundan, bu tedavilerin yapılması için sadece doktor olunması gerekmiyor. İkincisi, ekonomik şartlara bakıldığında, Avustralya insanının ekonomik durumu Türkiye’den daha rahat olduğu için sigortanın karşıladığı sistemlere mecbur değil. Hastalar ‘ben modern tıbbı yıllardır kullanıyorum ama bir cevap alamadım, param da var, başka yöntemleri de deneyeceğim’ diyebiliyor. Türkiye’de ise gördüğüm kadarıyla sorun sadece para değil. Bu sistem Türkiye’de pek bilinmiyor. Avustralyalıların yüzde 75’i holistik tıptan faydalanıyor. Belki hepsi bir holistik pratisyene görünmeyebilir. Ama bizim orada holistik tıp alanında kullanılan bazı markalar ve bunların satıldığı merkezler var. Holistik tıp pratisyenleri bu mağazalarda da çalışıyor. Hastalar geliyor ve şikâyetlerini söyleyip bu ürünlerden alabiliyor. Holistik danışmanlıktan da ücretsiz faydalanabiliyor. En kötü ihtimalle insanlar, bu tıbbın varlığını ve etkisini görebiliyor. Ama Türkiye’de bu konudaki ürünler çok kısıtlı. Genelde mineral ve vitaminler var.

Patent yoksa para, para yoksa araştırma yok

- Holistik tıbbın faydaları ya da etkinliği konusunda bir çalışma var mı? Ortodoks tıp ile holistik tıp arasında böyle bir kıyas yapıldı mı?

İnsanlar doktoralarını çok değişik bitkiler üzerine yapabiliyor. Ama buradaki temel mesele, patent. Patenti olmayan bir şeyde ekonomik bir kazanç yok. O yüzden kimse patentini alamayacağı bitkiyi derinlemesine inceleyemiyor. Zaten o araştırma için para gerekiyor, ilaç şirketleri ise bu kaynağı sağlamıyor. Çünkü kendi ilaçlarına rakip istemiyor. Literatürde bazı gri noktalar var, çünkü bu konuda araştırma yapmak isteyen çok, ama kimsenin araştırma yapacak parası yok. Oysa bir bitkide binlerce etken madde var. Biz bir maddeye odaklanıyor ve onun antibakteriyel veya antiviral özelliklerini araştırıyoruz.

- Bu konuda çalışan bir arkadaş, maydanozda 6 bin kadar etken madde olduğunu, bunların hepsini incelemeye kalksa, tıbbın işin içinden çıkamayacağını söylemişti. Bu maddelerden biri seçiliyor ve geri kalanlar bir kenara itilip, maydanoz hakkındaki hüküm o etken maddeye göre veriliyor. Hâlbuki daha derya kadar bir alan var araştırılacak. Bu yüzden, bitkiler hakkındaki her araştırma daha baştan peşin hükümlüdür diyebilir miyiz?

Kesinlikle diyebiliriz. Bir maddenin etkili olabilmesi için, onun yaratılış özelliği gereği daha binlerce maddenin onunla birlikte çalışması gerekiyor. Maydanozla devam edelim mesela. Maydanoz suyu, ağır metallere karşı aşırı derecede etkilidir. Ağır metalleri çok dengeli ve yan etkisi olmadan atabiliyor.

Her şeyi̇ kaynatıp içmek doğru değil

- Kaynatıp içmek mi gerekiyor?

Türkiye’de her şeyi kaynatıp içiyoruz. Bu da yanlış değil ama çok az etkisi oluyor. Bunun doğru yöntemi, meyve suyunda olduğu gibi maydanozun da suyunu çıkarmaktır. Kaynatıp içildiğinde, alınması gereken doz çok yükseliyor. Bir baş kereviz ve bir bağ maydanozu yarım bardak limon suyuyla karıştırıp içtiğinizde, etkili olan işte budur. Ama adam iki dal maydanozu suya atıyor, biraz da zencefil ekleyip içiyor, sonra da diyor ki benim ağrılarım neden geçmedi? O yaptığının etkisi yok ki zâten.

- O halde Türk televizyonlarında sürekli tavsiye edildiği şekliyle kaynamış suya bir tutam bitki atıp demlenerek içilmesi hatalı…

Hatalı demeyelim de eksik diyelim.

- Yani suyunun, eksratının/ özünün çıkarılması gerekiyor ki, faydası belirgin ve yüksek olsun.

Evet. O maydanozun diyelim ki 4 bin maddesi var. Bu 4 bin maddenin değil belki sadece bir maddesini etkili bir şekilde alıyorsunuz. Ama burada gördüğüm kadarıyla iki sorun var. Birincisi, su ile karıştırıldığı veya kaynatıldığı zaman bile bütün madde bitkinin içinden çıkmıyor. İkincisi de, dozaj olarak çok düşük bir şey elde ediyoruz. Bir baş kerevizin suyunu sıkıp içmenin faydaları var ama sen o kerevizden bir yaprak alıp onu suya karıştırırsan onun sana pek bir hayrı olmayacak ve genelde onun için dengesiz oluyor.

Modern tıp ‘fıtrat’ı ve ruhu hesaba katmıyor

- Siz, tıbbın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Mesela biz yine insanlık olarak ilaç bağımlısı olmaya devam mı edeceğiz yoksa buna karşı yükselen bir tepki var mı? Tepki zâten var da modern tıpçılar bunun önünü kesmek için bir çaba içerisinde mi?

Böyle bir çaba içindeler zâten. Ortodoks tıbbın çok belirli bir şekilde çok faydalı olabileceği birçok alan var. Mesela, maazallah kaza geçiriyorsunuz, o zaman holistik tıp pratisyenine gidemezsiniz, onun size hiçbir faydası olmaz. Ortodoks tıp, cerrahî işlemlerinde çok etkili ve zaten ortodoks tıbbın olması gereken yer de burası.

Bundan yüz yıl öncesine bakıldığında, özellikle İslâmî tıbba baktığımızda, önemli olanın hastalığın ismi değil, insan olduğunu görüyoruz.
Bundan yüz yıl öncesine bakıldığında, özellikle İslâmî tıbba baktığımızda, önemli olanın hastalığın ismi değil, insan olduğunu görüyoruz.

- Tıbbın böyle parçalanmış olması, bütünlüklü bir tıp yerine modern tıp ve geleneksel tıp diye ayrıştırılmış olması doğru bir yöntem mi?

Bu konu üzerine yazdığım kitabımı bitirmek üzereyim. Maalesef bu bölünme olduğu için örneğin troid hastasıysanız tiroidinizi düzeltmenin standart tıpta tek çâresi; devamlı troid hormonu almak. Onun için maalesef böyle bir tıp biraz kör olabiliyor. Çünkü insanın bir de ‘fıtratı’ var. Biz, üç boyutlu vücut içerisinde bir de ruh taşıyoruz. Ortodoks tıp, ruhu pek tanımıyor.

- Ruhu kabul etmiyor ve bedenden ibaret bir varlık görüyor.

Evet ve bedeni de çok mekanik olarak görüyor.

Hastalığın nedenine erişmeden tedavi̇ yapılamaz

- O zaman siz şunu mu söylüyorsunuz; modern tıp insanı tevhidinden ayırıyor, parçalara indirgiyor, parçanın içerisinde boğulup kalıyor. Ama cerrahî dallarında son derece başarılı. Zaten cerrahî dallar modern tıbbın bir parçası değil genel tıbbın bir unsuru. Yani cerrahî dallar kadim bir öğreti. Modern tıbbın yaptığı şey şu anda kronik rahatsızlıkları ömür boyu ilaca bağımlı kılmak. Sadece cerrahî dallarda başarılı ama diğer dallarda başarısız.

Evet. Buradaki sıkıntı zâten hastalıkların yüzde 85’inin hayat tarzı sorunlarından kaynaklandığının göz ardı edilmesi. Gıdanın eksikliği ya da yanlışlığı, suyun ve havanın kirli olması, kimyasal maddelerin test edilmeden çok hızlı bir şekilde insana sunulması ve karaciğerimizin bu nedenle yoğun strese sokulması hastalıkların ana nedenleri aslında. Biz, kronik hastalıkların yüzde 80’ini holistik tıpla çok kolay hafifletebiliriz, çünkü zâten tüm bu hastalık nedenleri bizim ilgi alanımıza giren konular. Yani troid hastalığının kaynağı, troid hormonu eksikliği değildir. Senin troid hormonu eksikliğinin nedeni; plastikler de olabilir, ağır metaller de. Ruhsal ve psikolojik olarak insanın fıtratına bakıldığı zaman bambaşka nedenler de ortaya çıkabilir. Onun içindir ki, Ortodoks tıp kısıtlıdır. Yani hiçbir zaman tam bir tedavi bulunmaz. O troid ilacını ömür boyu kullandırır.

İlaç firmaları ilaç kullanmayan hastayı sevmez

- Tıbbı şu veya bu şubelere parçalamadan bir bütün olarak alan, eski kadim uygulamaların iyilerini kabul edip yanlışlarını reddeden, modern tıbbın yanlışlarını reddedip iyilerini alan, bütünlüklü bir yaklaşım sergileyebilen bir uygulama var mı dünyada?

Maalesef yok. Ve akademik olarak da asla öğretilen bir şey değil. Biz pratisyenler olarak kendimizi geliştirerek böyle bir düşünce felsefesinde olabiliyoruz. Çünkü biz bile beş yıl okuyoruz, ama bizim okuduğumuzda ilaç terapisi eksik. Tamamlayıcı bir şekilde verilmiyor. Ya da bir hastayı muayene etme sınırlarımız çok farklı. Ortodoks doktorlar daha aktif bir şekilde; hastaya dokunarak tahliller uygulayarak muayene yapabiliyor. Ama bu bizde buna resmi manada müsaade edilmiyor. İnşallah bunun bir gün olabilmesi için çaba içerisindeyiz. Fakat felsefe olarak çakıştıkları için çok da umutlu değilim.

- Çakıştıkları için değil de bir taraf diğerini reddettiği için olabilir mi?

Reddettikleri için mi, evet zannımca öyle. Çünkü bir ilaç firmasına sen dersen ki ‘ben, senin hastanın yani senin müşterinin kolesterolüne bir çare buldum. Ve artık o müşteri senin için her ay bu ilaç parasını ödemek zorunda kalmayacak’, o ilaç firması neden buna ‘tamam’ desin ki? Sizin yönteminiz istediği kadar ileri olsun, istediği kadar literatür bilginiz olsun, bu durum ‘ekonomik’ değil.

  • Sentediği yapılana kadar kenevir yasaktı
  • - Söylediğinizden iki şey anlıyorum. Bir, bunların ahlâkı yok. İki, tıp dediğimiz şey aslında doktorların inisiyatifinde değil ilaç endüstrisinin tekelinde olan bir şey!
  • İşin doğrusu bu. Çünkü araştırmalar ve literatüre bakıldığı zaman, bu alandaki fonları bile ilaç firmaları veriyor. Çoğu zaman bağımsız bir araştırma olmuyor. Olanların ise sonu yine ilaç şirketlerine bağlanıyor. Mesela Avustralya’da kansere karşı etkili olduğuna dair kanıtlar bulunan B17 vitamini yıllarca yasaklandı. Kenevirden elde edilen yağlar yıllarca yasaklandı. Bu yasak daha yeni yeni kalkıyor. Fakat neden kaldırdıkları da önemli. Çünkü bunun sentetik bir versiyonunu yaptılar ve konuyu farmakolojinin alanına soktular. Bileşiği kenevir gibi olabilir fakat o artık sentetik bir şey. Kenevir tohumundan elde edilen şey kesinlikle değil artık. Binlerce etken maddesi olan kenevir tohumu değil. Onun bir maddesini almışlar, o maddeyi işlemişler, sentetik bir madde elde etmişler ve piyasada satılmasına müsaade etmişler. Bazı nörolojik hastalıklarda da kullanıyorlar. Bu süreç bile, konuya ne kadar ‘ekonomik fayda’ çerçevesinde baktıklarını gösteriyor.

Hayat şekli̇ni̇ değiştirmek de bir maliyet

- Türkiye alternatif tıbba bakış açısından ABD’ye çok benziyor. Avustralya da benziyor ama orada biraz daha esneklik var. Toplum, Türkiye’den daha çok inanıyor bu tıbba. Bunun nedenleri, modern tıbbın beklentilerini karşılamaması ve maddî imkânlarının alternatif aramaya izin vermesi mi?

Ve ayrıca insanların bu tıp alanına çok kolay ulaşabilmesi. Biz, üniversitede eğitimimizin son iki yılında hasta bakabiliyoruz. Ve bunu ücretsiz yapıyoruz. Böylece sosyoekonomik olarak dezavantajlı gruplar bile holistik tıbba tam inanmasa da bunu deneme ve sonuçlarını görme şansı yakalıyor. Türkiye’de de holistik tıbba daha sıcak bakılabilmesinin yolu, YÖK’ün eğitimini üniversitelere taşınması olabilir. Bir de bu tıbbın tedavi yöntemlerinin sigorta kapsamına alınması da faydalı olabilir. Ama şart da değil. Bir taraftan bakınca, 20 milyon nüfuslu Avustralya’da belki 2 milyon zengin vardır, diğer taraftan 80 milyonluk Türkiye’nin zengini daha çok.

- Orada daha çok zenginler mi faydalanıyor holistik tıptan? Sonuçta insan, hayatı sıkıntıya girince maddî yönünü bir şekilde çözüyor.

Bu işin maddî kısmı sadece holistik tıp pratisyenine muayene olmakla bitmiyor. Tedavi sırasında insanlar hayat şekillerini değiştirmek zorunda kalıyor ve bu da maddi bir yük. Evine su filtresi takıyorsun 3 bin dolar. Suyu temiz arındırmak için bir filtre ve herkes bu işe 3 bin dolar bütçe ayıramayabiliyor. (Gerçek Hayat olarak evlere arıtma cihazı takılmasını tavsiye etmiyoruz) Ya da hastaya mutfağını plastikten arındırmasını söylüyorsunuz. Tüm plastik kaplarını cama dönüştürmesi bile onun için bir maliyet. Ve ancak bu maliyetlerle hayat tarzı değişikliği uygulanabiliyor ve vücudun kimyasal-toksin değerleri düşebiliyor.

Avustralyalılar holistik tıp konusunda hem daha bilgili hem de daha sıcaklar. Avustralyalıların yüzde 75’i holistik tıptan faydalanıyor. Çünkü üniversitede bölümü olduğundan, tedavi için sadece doktora bağımlı değiller.
Avustralyalılar holistik tıp konusunda hem daha bilgili hem de daha sıcaklar. Avustralyalıların yüzde 75’i holistik tıptan faydalanıyor. Çünkü üniversitede bölümü olduğundan, tedavi için sadece doktora bağımlı değiller.

Efendimizin (S.A.V) evinin bacasından 40 gün boyunca duman çıkmıyor

- İnsanlar hastalanmak için geçen uzun zamanı tedavide görmek istemiyorlar. Çok hızlı tedavi görmek istiyorlar. Dolayısıyla da hızlı bir şekilde netice alabilecek şeylere yönelmeye çalışıyorlar. Ama hem geleneksel tıp hem de modern tıp tedavi için uzun zamanlar isteyebiliyor.

Bâzen o kadar zaman bile almıyor. Mesela rafineri şekerleri beslenmenizden çıkardığınızda, enerjiniz kısa sürede tamamen değişiyor. Kadınlarda âdet dengesi değişiyor. Ama bunu hayat şekli haline getirebilmek, bizim kültürümüzde kolay değil, çünkü her yer kebapçı, her yer simitçi. Türkiye’de buğday tüketimi çok yüksek. Bu sistem yüz yıllardır böyle. Özellikle et konusunda. Mesela İslâmî tıbba baktığınızda, Peygamber Efendimiz (s.a.v) çok nadir et yermiş. Hatta hayatını okuduğunuz zaman sadece hastalıkta, düğünde vs yediğini görüyoruz. Efendimizin (s.a.v) evinin bacasından 40 gün boyunca hiçbir şekilde duman çıkmıyor. Sahabe nedenini soruyor? O da hurma ve arpa ekmeğinin kâfi geldiğini söylüyor. Ama insanlar bu hadisede sadece hurmayı görüyor ve her gün hurma yemeye başlıyor. Ama bilmiyor ki, bugünkü hurmalar hibrit. Pek çoğunun fruktoz oranı çok yüksek. Mesela hadislerde süt de geçiyor. Çevremden ‘Jülide, sen nasıl süt her gün tüketilmez dersin’ diye tepki alıyorum.

- Hz. Ömer buyuruyor ki, “haftada birden fazla et yiyen ahmaktır, birden az yiyen de aptaldır.” Çok et yiyerek insanları hem vahşileştirip hem hastalıklı hale getiriyorlar. Doğru mu?

Kesinlikle. Birincisi, bizim sindirim sistemimiz hayvanlar kadar uzun değil. İkincisi, diş yapımıza bakıldığı zaman bile etin az yenilmesi gerektiği belli oluyor. Üçüncüsü, tıbben ispatlanmış bir şey var ortada, karaciğer kolesterolün yüzde 90’ını kendi yapıyor. Kolesterol sadece hayvânî ürünlerde bulunan bir şey. Bu da şu demek: Beslenmenin sadece yüzde 10’u et ve diğer hayvânî ürünlerle yapılmalı.

Helâl olmayan kesim insanı hasta eder

- İşlenmiş etlerden uzak durmak ve mutlaka yenecekse haşlama et yemek yeterli oluyor mu?

Yani haşlamanın yararını görebiliyoruz ama orada bile bir soru işareti çıkabiliyor. Bunun nedeni de ağır metaller. Ağır metaller kemik gibi dokularda birikiyor. Hastalara kemik suyu kemik suyu faydalı mı? Evet kesinlikle faydalı ama konsept olarak.

- Hayvan nasıl beslenmiş, hangi antibiyotikleri kullanmış, hangi ağır metaller var bilinmiyor. Hayvanlara en pis tuz veriliyor, kirli sular içiriliyor ve sonra onu yiyen insanlar da ‘hastalıklı insan’ grubuna giriyor.

Kesinlikle. Dahası, kesimler de helâl ve tayyib değil yurt dışında. Yani o hayvan acı çekerek, öleceğini görerek strese giriyor ve vücudu aşırı kortizon üretiyor. Ondan sonra sen o hormonları tüketiyorsun ve çok sinirli bir insan oluyorsun. Karaciğerin zâten yeterince kolesterol yapıyor, sen dışarıdan kolesterol alıp, sonra da kolesterol hapı kullanıyorsun. Onun da, sinir sisteminde etkileri var. Allah öyle bir yaratmış ki, vücut ihtiyacı olan kolesterolün yüzde 90’ını zaten kendisi yapıyor. Sen de sadece takviye olarak yüzde onunu bulup alacaksın. Ama biz yüzde doksanını hayvânî gıdalardan alıyoruz. Bunun matematiğini ters işlediğimiz için bu kadar çok hastalık var.

- Beslenme biçimi, tıbbın ana omurgasıdır. Ve sadece beslenme de değil beslendiğiniz gıdanın fıtratının bozulmamış olması lazım…

Bunun çaresi de hastalığın köküne, nedenlerin kökenine bakmak. Gıdalarını değiştireceksin, suyu ve havayı temizleyeceksin, toksik maddelerden vücudunu arındıracaksın. Tabii ki tüm bunlar yapabileceğiniz kadarıyla sınırlı. Çoğu insana böyle dediğin zaman, bana ‘O zaman çok zor, ben hangi birini yapayım?’ diyorlar. Ama Allah’ın sana verdiği sorumluluk şuuruyla maddeten ve mânen ne kadarını yapabilirsen, senden beklenen de odur. Eğer sadece temiz su içebiliyorsan çok şükür. Eğer sadece etini haftada bire kısıtlaya biliyorsan ya da tabiî sebze-meyve yiyebiliyorsan, ona paran yetmiyorsa sadece yumurtalarını doğalından alabiliyorsan ne mutlu. Yani asıl olan, insanın sadece maddî güçle yapabileceği şeylerle odaklanması değil, bilgisini artırarak ilmi amele dönüştürebilmesi.

- Avustralya’dan geldiniz ayağınızın tozuyla bizi bilgilendirdiniz. Çok teşekkür ederim. Gayet bilgilendirici bir mülâkat oldu. İnşallah hayırla neticelenir, çünkü insanlığın gidişatı pek hayırlı değil.

Bana kendimi ifade fırsatı verdiğiniz için ben de teşekkür ederim.

  • Türkiye'de ‘holi̇sti̇k bilinç’ eksik
  • - Bu konuda Türkiye’de ne yapılmalı? Orada eğitim almış bir Türk ve bir Müslüman olarak Türkiye’deki eğitim sistemine, YÖK’e, tıp fakültelerine yâhut vatandaşlara ne tavsiye edersiniz?
  • İlk başta devletin bu konuda desteği gerekir. Toplumu bilinçlendirmeli. Şu anda bence Türkiye’de bu konuda duyarlı olan insanlar, sosyoekonomik olarak durumu iyi olup, çevresinden de etkilenen insanlar. Dar gelirli insanlar televizyondan gördükleri kadarıyla biliyorlar. Tabii ki televizyonda bilgi verilmesi de güzel fakat söylediğim gibi orada holistik bir şey uygulanmıyor. Bitkiler sıcak suya atılıyor ve insanlar da bunu deniyor. Ama bundan çoğu zaman bir sonuç alınamıyor. Çünkü verilen kür tarifi herkes için aynı olamaz. Holistik tıp, hastalığı değil insanı tedavi eder. Bir karaciğer kürü uygularsın, ama senin karaciğerinin o besini alması bile 6 hafta sürebilir. Sen bunu bir içeceksin, iki içeceksin, üçüncüde diyeceksin ki ‘Şikâyetlerim devam ediyor. Bu kür benim hiçbir işime yaramadı.’