Hayvandan aşağının aşağısı

Hayvandan aşağının aşağısı.
Hayvandan aşağının aşağısı.

Yahudi’nin gaddarlığı, insanlığın tahayyülünün pek üstünde. Evet, üstün oldukları yegâne husus bu: Gazap! Meğer Yahudi, insanlığın hayalinin çok üstünde bir zalimliği binlerce senedir içinde bir Leviathan gibi büyütmüş ve şimdi o canavarı dışarı çıkarmada. Müslümanlara müteveccihen. Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıkan ve Cihan Harbi ile taçlanan kapitalizmin, yani paranın herşeyi ve herkesi idare etme nizamının güncellenmiş ve daha da zalimleştirilmiş çeşidinin, bütün dünyayı kuşatma iddiasının tatbiki gayesi... Burada Filistin ve hususen de Gazze, bir nevi laboratuvar vasatı hükmünde.

Bütün bu kabarmalarımıza, efelenmelerimize ve dayılanmalarımıza rağmen içten içe hepimiz pek mahdut mahlûk olarak yaratılmışlığımızın bal gibi de farkındayız. Yaratıldığına inanmayanlar da dahil buna. Ama gene de bir ömür ortalıkta böbürlenerek fink atmaktan ve yakınlarımızda bulduğumuz kendimizden zayıflara caka satmaktan geri durmayız; zaman zaman da bu caka hâddini aşar ve bir cidale dönüşür. Fertler arasındaki bu cidal, eğer bir öbek insan ile başka bir öbeğin arasında yaşanıyorsa buna da çatışma diyoruz. Eğer çatışmalar devletler arasında yaşanıyorsa buna da harp denmekte. Harbin safhalarına da muharebe.

Bir kere, daha işin başında kafamız karışmadan edemiyor. Çünkü İsrail ile Filistin arasındaki muarezeyi bunlardan hangisine yerleştireceğiz? Öyle ya, tahfif manâsına söylemiyorum, (Zaten İsrail’i tahfif için bütün lisanların lûgatları aciz kalmada. Tahfif de, hakaret de ancak en aşağıda olmayan şeyler için muhtemel.) haberlerin diliyle bir çatışma mı yaşanıyor bizim ata topraklarımızda, bir muharebe mi? Çatışma diyeceksek fen sahasında gelişmiş Avrupa memleketleri ile Amerika ve onun böğrümüzdeki zehirli hançeri İsrail ile bir avuç Gazze mücahidinden müteşekkil Hamas, hangi açıdan bakarsak bakalım birbirleriyle karşılaştırılamaz bile. Ortada öylesine bir muvazenesizlik var çünkü.

Biz ekranlarımızdan ne izliyoruz?

Ölçüsüz kibrinin adileştirdiği, aşağının aşağısının da aşağısı sefillik.
Ölçüsüz kibrinin adileştirdiği, aşağının aşağısının da aşağısı sefillik.

Çatışma tabiri kendiliğinden elendi. Bu amansız hücuma muvakkaten harp diyerek yolumuza devam edelim. Ama harpte de insanların kendi aralarında oturttukları bir çarpışma tarzı ve o tarzdan doğan bir hukuk var. Her iki tarafın askeri birbiriyle çarpışır en azından. Asker yani ya mesleği bizzat harp etmek olan veya muvakkaten bu vazifeyi üstlenen nizami kuvvet. Gazze’de yaşananları hangi sebep ve saikle bunlardan hangisine yerleştireceğiz? Gazze’de ne oluyor sahiden?

Vahşet kol geziyor. İyi ama harpteki gaddarlığın da bir hududu yok mu? Gördük ki Yahudi için yokmuş. Dünyanın en korkak mahlûku, korkaklığını akıttığı zalimce kanla örtüyormuş; gördük. Ve gaddarlığın bu safhasına kimselerin, şöyle ağız dolusu bir nida ile “DUR!” demediğini de. O da dayılandıkça dayılanıyor, gaddarlaştıkça gaddarlaşıyor. Gaddarlığı ancak zalimliğini arttırıyor.

Her insanda farklı miktarlarda kısmen varolan bu bilkuvve veya bilfiil kibrin müesseseleşmiş ve dinle harmanlanmış hâlini düşünelim: İşte Yahudi bu! Ölçüsüz kibrinin adileştirdiği, aşağının aşağısının da aşağısı sefillik.

Yahudi varlık tasnifinde yeni bir safha açtı. Daha doğrusu biz, yani onların dışında kalan bütün insanlık, Yahudi’nin bu hususiyetini şimdi fark ettik; yazık ki o da bir kısmımız: Belhüm adâlliğin de aşağısı. İnsanlık ilk kez harp görmüyor ama insanlık bunca amansız vahşeti, gaddarlığı ve merhametsizliği ilk kez görüyor. Bu gaddarlık dünyanın bütün insanlarını, hususen de Yahudi’den nefreti itikat hâline getirmiş Katolikleri ayağa kaldırırken biz oturduğumuz yerde şöyle bir doğrulma mecburiyeti bile hissetmiyoruz. Utancı da. Uyuyor, uyuyoruz. Ve de binbir bahaneyle birbirimizi uyutuyoruz.

Tanrısını yenen kavim

Biz eksik yaratılmış varlıklarız dedik; eksik ve hatta kusurlu. En basit eksiklik ve yetersizliklerimizden biri de sınırlılığımız. Belli bir mesafeden uzağı değil sadece, yakını da göremeyiz; daha doğrusu, gördüğümüzde de idrak edemeyiz. Meselâ kalabalık bir asansördeyken en yakınımızdaki kişiyi gözlerimizle elbette görürüz ama zihnen o gördüğümüzü manâ ve kıymetten uzak tuttuğumuz için hafızamıza kaydedemeyiz. Sesleri duyduğuna inandığımız kulaklarımız, tıpkı gözlerimiz gibi kendi eşiğinin üstünde ve altında sesleri duyamaz; dolayısıyla idrak edemez.

Malûm olduğu üzere her şeyi göremez, duyamaz, tadamayız; anlayamayız da. Anlamalarımızın mühim bir kısmı da ya eksiktir ya düpedüz yanlış. Daha fenası, anladıklarımızın hepsini de aklımızda tutamayız; sıklıkla eklemelere ve çıkarmalara başvurmadan duramayız. Yanlış ve eksik de hatırlarız. En mühimi, doğru anlayıp doğru hatırladıklarımızdan da eksik veya kusurlu, hatta sıklıkla yanlış çıkarımlarda bulunuruz.

Böyleyiz biz: EKSİK!

Niçin böyleyiz?

Haddimizi bilip de Rabbimiz’e veya birbirimize ulûhiyet taslamayalım diye. Ama bir zümre var ki bütün hususiyetlerini, hem kendilerinin dışındakilerden, yani goyyimlerden üstün görürler, hem de rablik taslarlar; kendi bâtıl rablerine bile. Böyle garip, hasta, öz bakımından asıl kusurlu, kokuşmuş, çürümüş ve iğrenç bir güruh. Eksik kere eksik. Tuhaflıkları say say bitmez. İsimleri hem kavmiyetlerine denk gelir, hem de dinlerine. Daha doğrusu kavmiyetlerine iman etmiş garip bir ahali.

Böyle garip, hasta, öz bakımından asıl kusurlu, kokuşmuş, çürümüş ve iğrenç bir güruh.
Böyle garip, hasta, öz bakımından asıl kusurlu, kokuşmuş, çürümüş ve iğrenç bir güruh.

İdrakımızı kapatan dehşet

7 Ekim’de ve akabinde gördük ki bu kavmiyet ile asabiyet ve din halitası, binlerce sene boyunca insanın nefsinden çıkan ne kadar manevi cerahat, pislik ve necaset varsa bir mıknatıs gibi hepsini içine çekmiş ve neticede bütün o meşhur sinsiliği icabı kâfi miktarda kuvvetlendiğini düşündükten ve dünyanın dörtte üçünü de arkasına aldıktan sonra gemi azıya almış çılgın bir at gibi insanlığın en zayıf halkası gördüğü Filistin Müslümanlarına hunharca saldırmakta ve etrafına dehşet saçmakta.

Böylelikle biz de bugüne kadar bilmediğimiz bir insâni zaafımızı daha gördük: Tahayyül sınırı. Meğer biz alelâde insanlar, hangi milletten, hangi kültürden ve hangi inançtan olursak olalım, kötülüğü ne kadar cesametli tahayyül edersek edelim, Yahudi’nin hayasızca tatbik ettiği zalimliğin pek azını bile tahayyül ve tasavvur edemezmişiz. Yahudi eksiklik hissini ölçüsüz zulümle kapatıyor.

Yahudi’nin gaddarlığı, insanlığın tahayyülünün pek üstündeymiş meğer. Evet, üstün oldukları yegâne husus bu: Gaddarlık! Meğer Yahudi, insanlığın hayalinin çok üstünde bir zalimliği binlerce senedir içinde bir Leviathan gibi büyütmüş ve şimdi o canavarı dışarı çıkarmada. Müslümanlara müteveccihen.

İyi ama niçin?

Sırf zulüm olsun diye mi?

Yahudi’nin tahmin edilemez gaddarlığının tatmini için bir sebebe ihtiyacı olmadığını da gördük. Ama belli ki burada başka sebepler de var: Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıkan ve Cihan Harbi ile taçlanan kapitalizmin, yani paranın her şeyi ve herkesi idare etme nizamının güncellenmiş ve daha da zalimleştirilmiş çeşidinin, bütün dünyayı kuşatma iddiasının tatbiki gayesi... Burada Filistin ve hususen de Gazze, bir nevi laboratuvar vasatı hükmünde.

İşte beynelmilel Yahudi!

Vatansız yani bütün vatanlar onun; bütün vatanlar içlerindeki her şey: İnsanlar, hayvanlar, nebatlar ve eşyalar... O yüzden her canlının canını hunharca almasında dinlerince bir mahzur yok. Batıl inançları onları katliamda herhangi bir sınırla tahdit etmiyor. Beynelmilel Yahudi her şeyin hem sahibi, hem maliki; biz, yani sefil goyyim sürüsü en fazla onların merhamet dileyicisi olma hakkına sahibiz. Muhtaçlılık, eza, cefa, işkence, merhamet dilemek ve yalvarmak bizim vazifemiz; bütün bu zulümleri üzerlerimizde tatbik hakkı ise onların. Böyle görüyor, böyle anlıyor, böyle inanıyor ve aynen böyle tatbik ediyor.

Biz mi?

Biz o bitmeyen uykuya devam.

Biz, yani dünyanın bütün Müslümanları

O yüzden her canlının canını hunharca almasında dinlerince bir mahzur yok.
O yüzden her canlının canını hunharca almasında dinlerince bir mahzur yok.

Biz Müslümanlar her şeyden vazgeçtik. Bütün iddialarımızdan, izzetimizden, şerefimizden, haysiyetimizden, Müslümanlığımızdan, hatta insanlığımızdan da. Bu korkunç canavar, önüne ne çıkarsa bir domuz gibi ayırt etmeksizin midesine indirmeyi yaşamak zanneden bu Leviathan, bize dokunmasın yeter ki. Bizden uzak duran bu azılı Yahudi canavarı, bizim dışımızda hangi kardeşimizi yerse yesin, mühim değil; biz başımızı öte yana çevirir ve yaşamaya devam ederiz.

Bu bir buçuk aydır bundan başka ne yaptık ki?

İslâm’la bir şekilde iltisaklı memleketlerin, o memleketlerde yaşayan insanların arasında, hususi adı Yahudi olan bu azgın canavarın, hem Gazze’de, hem Batı Şeria ve öteki Filistin topraklarında işlediği kan kurutan vahşet karşısında kılını kıpırdatan nasıl çıkmaz! Akıl alır gibi değil. Ama hakikat bu: HİLÂFET GİTTİ, ÜMMET BİTTİ.

Koca ‘ümmet’ ikibuçuk Yahudi’nin merhametine muhtaç.

BU NE ZELİLLİKTİR YA RABBİ!

Bereket bu amansız karanlığı yırtma gayretinde bir tek Hamas var. Bir tek o. Hem vatanlarını müdafaa ediyorlar, hem de iki milyarlık güya Müslümanın izzetini. İyi ama bunca devcileyin bir sıkleti bu kadar küçücük bir cüsse nasıl kaldırsın?

Artık varlığından şüphe etmekte mazur bırakıldığımız ümmeti bu büyük gafletten, bu bitmeyen kış uykusundan Gazze’de yaşananlar bile uyandıramıyorsa söz burada tükenir işte.