Hedef2030; 21 yy. Türk asrı

Şimdi akıllarında, gelecekte arzu ettikleri kontrol edilebilir dijital hayat denemeleri yaptıkları Çin üzerinden dünyaya nizam vermek var. Onların bu hesapları dünyanın şu anki verilerine göre işliyor olabilir ama nihayetinde bu gidişat Türkiye’nin önderliğinde Türk-İslam dünyasının bir araya gelmesine, ayağa kalkmasına ve üzerindeki ataletten sıyrılıp yeniden dünyanın ümidi olmasına giden bir yolun da kapılarını sonuna kadar açıyor.
Şimdi akıllarında, gelecekte arzu ettikleri kontrol edilebilir dijital hayat denemeleri yaptıkları Çin üzerinden dünyaya nizam vermek var. Onların bu hesapları dünyanın şu anki verilerine göre işliyor olabilir ama nihayetinde bu gidişat Türkiye’nin önderliğinde Türk-İslam dünyasının bir araya gelmesine, ayağa kalkmasına ve üzerindeki ataletten sıyrılıp yeniden dünyanın ümidi olmasına giden bir yolun da kapılarını sonuna kadar açıyor.

Çin’i üretim ve teknoloji üssü yapan, bol bol sermaye ve teknoloji enjekte eden küresel şeytanlar, 20. yüzyılı dizayn etmede kullandıkları ABD’yi geri çekilmeye zorluyorlar. Amerika ise Çin’e karşı Müslüman Türk seddi peşinde. Bu gidişat Türkiye’nin önderliğinde Türk-İslam dünyasının bir araya gelmesine, ayağa kalkmasına ve üzerindeki ataletten sıyrılıp yeniden dünyanın ümidi olmasına giden bir yolun da kapılarını sonuna kadar açıyor. Kendi içinde birlikteliğini sağlamış Türk milletinin, İslam mayası ile tutkallanmış yapısı yepyeni bir çağın müjdelerini veriyor.

NATO’nun geleceğine yön çizmek için düzenlenen zirvenin mottosu; NATO 2030 idi.

2030 yılından itibaren askeri bir birlik olan NATO’nun daha siyasi bir pozisyona geçmesi, BM’nin giderek kaybolan işlevselliği karşısında onun yerine ikame edilmesi hedefleniyordu.

İçerideki gündemin ana konusu ise ilk kez bir araya gelecek olan Tayyip Erdoğan-Joe Biden görüşmesiydi. “İçerideki dostları” Biden’ın Erdoğan’a sağlam bir fırça çekmesini bekliyorlardı.

Kocaman bir hayal kırıklığı yaşadılar.

Tam tersi, masadaki tüm sorunlu konular halının altında bırakıldı, Türkiye hiçbir tezinden geri adım atmadı. Buna rağmen (mecburen) işbirliği arzusu ve Afganistan’ın Türkiye’ye terk edilmesi teklifi ortaya çıktı.

İlk başta ABD, Türkiye’yi Afganistan bataklığına terk etmek istiyor gibi algılayanlar yine “ne işimiz var Afganistan’da” yaygarasına başlattılar.

Oysa biz zaten oradayız.

Hatta tam anlamıyla oradaydık.

Afganistan sınırları içinde güvenliği sağlayan tek bayrak ay yıldızlı al bayrak.

Eğer herhangi bir arabada şanlı bayrağımız varsa o kesinlikle güven altındadır.

Batılılar dahi kendilerini korumak için bu güzel bayrağın gölgesine sığınmak zorundalar.

Yani Afganistan bizim için bataklık değil kardeş ülke toprağı.

ABD sonrası doğabilecek kargaşa ortamında tüm tarafları ikna edebilecek tek güç Müslüman Türkiye.

Amerika bunu biliyor, Türkiye’nin gücünün farkında ama çâresi yok.

Batının attığı her adımın mutlaka hesaplı, kitaplı, ince ince işlenerek atıldığını kabul eden işgale uğramış kafa, Türkiye’nin bir devlet aklı olduğunu ve oyun kurucu mevkiindeki etkisini hala anlamakta zorlanıyor.

Joe Biden’ın masaya sürdüğü Afganistan kartına Türkiye “Pakistan ve Macaristan’ı da yanıma alırım” kozuyla karşılık verdi.

Amerika bunu da kabul etti.

Peki, Türkiye’nin etki gücünü artıracak böyle bir duruma ABD niye razı?

Artık iyiden iyiye azalan gücü ve kontrol edebilme yeteneği yüzünden Çin ile gelmekte olan muhtemel savaşta kendince yeni bir cephe oluşturma çabasında.

Çin’in askeri ve ekonomik gücü karşısında Avrupa ve ABD’yi karşı engelleyici tek bariyer İslam ve Türk dünyası.

Artık temenni olmaktan çoktan çıkan ve her geçen gün kendini gösteren Kızılelma ülküsü önümüzde dimdik ayakta bizi bekliyor.
Artık temenni olmaktan çoktan çıkan ve her geçen gün kendini gösteren Kızılelma ülküsü önümüzde dimdik ayakta bizi bekliyor.

Batı, Türkiye’den başlayan ve Çin sınırlarında biten Türki Cumhuriyetler ile Pakistan ve Afganistan’ın arasında kalan bölgeyi aklında tampon olarak oluşturmak istiyor.

Oysa bu stratejinin varacağı yeri söyleyeyim, 21. Yüzyıl Türk Asrı.

Artık temenni olmaktan çoktan çıkan ve her geçen gün kendini gösteren Kızılelma ülküsü önümüzde dimdik ayakta bizi bekliyor.

Bu yılın sonlarına doğru gerçekleşmesi beklenen AB benzeri bir Türk Devletleri Topluluğu ilan edilmesi projesinin varlığını da masaya güçlü bir biçimde koyalım.

Amerika ve Batı aklı kendini korumaya alırken aslında 150 yıldır uyuyan devi uyandırdığının farkında mıdır bilemiyorum.

ABD’nin açmazı Türkiye’nin geleceğine dönüşüyor.

Çin karşısında Müslüman Türk seddi çekmeyi planlayan Amerika, aslında daha büyük bir gücün doğuşunun temellerinin atılmasına sebep oluyor; Türk dünyası birliği…

Yüce Yaratan oyunun kurallarını öyle bir koyuyor ki, şartlar eninde sonunda inananların lehine gelişiyor.

Bu konjonktürel durum bana tam yüz yıl önce işgal altındaki İstanbul’a el koyan İngilizlerin halini hatırlattı.

Üç yüz yıllık bir mücadelenin nihayetinde İngilizler İslam’ın kalbine el koymuş, İslam dünyasına o güne kadarki en büyük darbeyi vurmuşlardı.

  • Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bu yana ilk kez İslam dünyası devletsiz kalmıştı.

İşte bu kadar çâresiz bir durumdayken “yalan söylemekten utanmayan tarih”te pek bilinmeyen bir başka planları vardı; İstanbul’a ruhunu veren silüetini yok edip İslam’ın tüm izlerini silmek.

Ancak bu vahşi düşünceyi uygulamalarını engelleyen bir başka kahrolası gerçek vardı; İsrail’in kurulması meselesi.

Dibine kadar siyonizme batmış İngiliz siyaseti sürekli git gel yaşamaktaydı.

Tıpkı Haçlıların Kudüs’ü yağmalaması gibi İstanbul’daki İslam’ı çağrıştıran tüm tarihi yok etme arzusu ile İsrail’in kurulması mecburiyeti arasında sıkışıp kaldılar.

Yaptıkları stratejik analizler sonunda İstanbul’a dokunmalarının hesaplanamayan sonuçlar doğurabileceği, zapt edilmiş İslam dünyasının güçlü bir biçimde ayağa kalkmasına yol açabileceği, bu seçenekte ise Ortadoğu’da belirsiz ve yönetilemez bir ortamın oluşmasından dolayı İsrail’i kurma planlarının sekteye uğrayabileceğini öngördüler ve İstanbul’u yıkma fikrinden istemeye istemeye vazgeçtiler.

İsrail’in kurulması karşılığında İstanbul bağışlanmıştı.

İsrail’i kurma adına İstanbul’a dokunmayıp Türkiye’de farklı bir tercihte bulunan İngilizler, bugün bu tercihlerinden dolayı pişman mıdırlar acaba?

Günümüz siyasi manzarası ve dengeleri biraz o günlere benziyor.

Elbette bu benzerlikteki en büyük değişken Türkiye; çünkü o günkü işgal altında ülke değil, tam tersi güçlenen ve tarihi mirasına doğru koşar adım yürüyen bir ülke.

  • Türkiye’nin konjonktürel zekâsı, Avrupa’nın kalbindeki Türk kökenli Macarlar ile Asya’nın ortasındaki Pakistan’ı da yanına alarak Afganistan’ı selamete çıkaran rehber olmak gibi muazzam bir pozisyon elde etti. Avrupa’dan Asya’ya kocaman bir bölgenin en etkili gücü olarak dünyanın yepyeni bir merkez kuvveti olarak sahneye çıkıyor.

Macaristan zaten AB içinde Türkiye’nin en güçlü savunucusu ve destekçisi. AB’nin “oybirliği ile hareket etme” kuralını tamamen Türkiye lehine kullanan ve Yunanistan ile Güney Kıbrıs’ın şımarıklıklarına set çeken ülke.

“21 asır Türk asrı olacak” vecizesi artık basit bir slogan olmanın ötesine geçiyor.

Aklı olana, işaretleri okuyanlara bu slogan artık temenni olmaktan çıktı.

Bu arada tüm bu olan bitenleri izleyen küresel çeteyi de unutmamak gerek.

Çin’i üretim ve teknoloji üssü yapan, bol bol sermaye ve teknoloji enjekte eden küresel şeytanlar, 20. yüzyılı dizayn etmede kullandıkları ABD’yi geri çekilmeye zorluyorlar.

Şimdi akıllarında, gelecekte arzu ettikleri kontrol edilebilir dijital hayat denemeleri yaptıkları Çin üzerinden dünyaya nizam vermek var.

  • Onların bu hesapları dünyanın şu anki verilerine göre işliyor olabilir ama nihayetinde bu gidişat Türkiye’nin önderliğinde Türk-İslam dünyasının bir araya gelmesine, ayağa kalkmasına ve üzerindeki ataletten sıyrılıp yeniden dünyanın ümidi olmasına giden bir yolun da kapılarını sonuna kadar açıyor.

Kendi içinde birlikteliğini sağlamış Türk milletinin, İslam mayası ile tutkallanmış yapısı yepyeni bir çağın müjdelerini veriyor.

Anlayana elbette….