Hem âlim hem sanatkâr: İsmail Fenni Ertuğrul

 İsmail Fenni Ertuğrul
İsmail Fenni Ertuğrul

29 Ocak 1946’da İstanbul’da bir âlim yani İsmail Fenni Ertuğrul göçtü dâr-ı bekaya. Münzevî, gösterişsiz bir hayatın ardından Eyüpsultan Mezarlığı’na defnedildi. En çok bilinen yönü felsefe ve tasavvuf üzerine olan üst düzey çalışmalarıdır Ertuğrul’un. Ancak O’nun bir klasik dönem âlimi profilinin son halkası olarak sanatkâr tarafı pek ön plana çıkarılmamıştır.

Bu büyük âlim, Bulgaristan’ın Tırnova kasabasında doğdu. Babası oranın mahallî idare meclisi üyelerinden Mahmud Bey’dir. Rüşdiyeyi bitirince bir süre medresede Arapça derslerine devam etti. Yazısı güzel olduğundan on altı yaşında iken vâridât mukayyitliğine tayin edildi. Bu sırada hem muhasebe öğrendi, hem de mûsikî meşketti. Memleketinin Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine yirmi yaşında İstanbul’a göç etti. 1879’da Maliye Nezâreti’nde memuriyet görevi aldı. 1883’te Dîvân-ı Muhâsebât’a nakledildi; bu arada yeni açılan lisan mektebine gidip Fransızca bölümünden mezun oldu (1886).

'OSMANLI NİŞANI'YLA ÖDÜLLENDİRİLDİ

Dört yıl kadar İngilizce dersleri alarak divan üyesi oldu, ardından Mâbeyn-i Hümâyun bütçesini hazırlayan komisyona alındı. Şirket-i Hayriyye’nin hesaplarını inceleyen komisyonda da görev yaptı. 1898’de Dâhiliye Nezâreti’nde muhasebe müdürlüğüne getirildi. İsmail Fenni devlet hizmetinde dürüst, çalışkan ve titiz bir memur olarak tanındı. Başarılı çalışmalarından dolayı “rütbe-i ûlâ sınıf-ı evvel” pâyesi, dördüncü dereceden Mecîdî ve üçüncü dereceden Osmanlı nişanı gibi nişanlarla ödüllendirildi. 1911 yılında emekli olduktan sonra daha önce başladığı eserleri tamamlamaya çalıştı ve bilhassa felsefî konularda araştırmalar yaptı (Süleyman Hayri Bolay, “İsmail Fenni Ertuğrul”, DİA, s. 98).

İsmail Fenni’ye göre pratik yönü teorik yönüne galip geldiği için mûsikî bir sanattır.

Bütün ömrünü ilmî faaliyetlere ayıran Ertuğrul, 9050 ciltten oluşan kütüphanesini Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne vermişti. Lâkin sadece kitap ve ilmî çalışmalarla sınırlı kalmamış şiir ve mûsikî ile de ilgilenmişti. Çeşitli gazeller yazmış; Karaoğlan Dimitriof’tan kanun ve Pamukoğlu’ndan keman dersleri almıştı. İstanbul’a geldikten sonra da Kemânî Aleksan Ağa, Tanbûrî Ali Efendi, Hacı Fâik Bey ve bestekâr Şevki Bey gibi mûsikî üstatlarına talebe olmuştu. Güftelerinin çoğu kendisine ait olmak üzere 200’den fazla şarkı, ayrıca peşrev, semâi ve saz semâileri besteledi. Bu arada yürüyüş marşları da besteleyip bunlardan birkaçını 1924’te cumhurbaşkanlığına takdim etti. Beğenilen bu eserler askerî birliklerin bandolarına tavsiye edildi.

MÛSİKÎMİZİN İTİBARINI YİTİRDİĞİNDEN YAKINDI

İsmail Fenni’ye göre pratik yönü teorik yönüne galip geldiği için mûsikî bir sanattır. Türk mûsikîsindeki makamların ve usullerin çokluğu ve çeşitliliği, mûsikîde bulunması gereken değişikliği mükemmel surette temin etmeye yeterlidir. İsmail Fenni, kendi mûsikî zevkimize aykırı olan Batı müziği parçalarının sevdirilmesi için sık sık halka dinletilmesine de karşı çıkar ve mûsikînin dinle çok kuvvetli bir bağının bulunduğunu vurgular. Aydınların bile güzelliğini ve zenginliğini anlayacak kültürden mahrum olmalarının acı sonucu olarak millî mûsikîmizin itibarını yitirdiğinden yakınan İsmail Fenni, halkın bu yüzden âdi nağmeleri mûsikî şaheserlerine tercih ettiğini söyler (Bolay, agm, s. 99).

Ertuğrul temelde tasavvufî bir bakış olarak vahdet-i vücud anlayışını benimsemiş ve materyalizme şiddetle karşı çıkmıştır.

Vahdet-i vücudun ise panteizmle karıştırılmasının yanlışlığını vurgulamış ve vahdet-i vücudun bir tezahürü olarak sanatı görmüştür. Hem şiir hem musiki O’nun dünyasında Hakk’a ulaştırdığı nispette başarılıdır.

Rahmet olsun…