Hiçliğin idraki, maârif ve tedrisâtın 4+1 ayağı

Asıl kaldırılması güç olan çökmüş binaların enkâzı değil, nesillerin enkâzıdır.
Asıl kaldırılması güç olan çökmüş binaların enkâzı değil, nesillerin enkâzıdır.

İnsanları topraktan koparan, varoşlara yığan, okuma istidadı olmayanları zoraki mühendis, psikolog, sosyolog, hukukçu vs. yapan veya parası olanların bir şekilde diploma sahibi olabildiği bu sistemin ivedilikle değiştirilmesi gerektiğini söylemek bile abestir. Asıl kaldırılması güç olan çökmüş binaların enkâzı değil, nesillerin enkâzıdır.

Daha bir yıl evveline dek kimse evden çıkmak istemiyordu, şimdi ise girmekten korkuyor. Her hâl ibret almak için. Deprem sonrasında Maraş’tan ziyaretime gelen depremzede bir kardeşimiz ‘hiç’ yazan küçük bir hat levha getirdi. Yaşadığımız hâl ise hiçliğimizin ayyuka çıktığı zamanlardı. “Dünya bir hiç, dünyada ne varsa hepsi hiç. Ey hiç! Bir hiç uğruna hiçe sarılma hiç! Sevgi ile muhabbet, geriye kalanın hepsi hiç!” buyurmuştu Hz. Mevlânâ. Âdem aynı zamanda hiç demektir. Hiçlik; yokluk, yokluğun fark edilişi, yegâne varlık olan Yaratıcı karşısındaki halini anlamadır.

Varlığı hesaba katılmayacak kadar değersiz bir şeyin var olduğunu sandığı şeyler üzerine inşa ettiği dünya aynı zamanda acıların inşasıdır.

Var olan bir Allah-ü Teâlâ, bir de ruh. Allah’a da ruha da inanmayan hiç oğlu hiçlerin hiçlik düzenleri ne yazık ki Varlıktan habersiz ve hatta Varlığa düşman bir düzen olduğu için ruha da hiçliğin temsilcisi bedene de eziyetler ediyor.

İki kapılı bir handan ibaret olan, ne gelenin ne de gidenin geri dönemediği hayata bir yandan ebediymiş gibi davranıp, diğer yandan da mekanlarını mezar gibi inşa etmek insan zihninin alabora edilişinin bir nişanesidir.

Hiçlik, saf yokluk mânâsına gelmediği gibi değersiz mânâsında da değil. Hiçlik, Yüce Yaratıcı karşısındaki muhtaçlığını ifade eder. Oysa Allah-ü Teâlâ kuluna kendinden bir ruh üfleyerek onu muhatap olarak ciddiye alır. Ona özel bir kıymet atfeder. Hiçlikle bu kıymet arasında bir tenakuz yoktur.

İnsan ise verdiğini zannetse de kendisine hak ettiği değeri vermez. Verse, Rabbini bilir. Hesabı unutmaz. İşlerini Rabbinin rızası doğrultusunda yapar.

İnsan Rabbine değil, dünyaya ehemmiyet veriyor. Kibir alameti olan kaya gibi cüsseli ama kâğıttan gemiye benzeyen dev binalar inşa ediyor.

Kendini bu binalara hapsediyor. İster Türkiye düşmanı, vatanlı veya vatansız güç odaklarınca tetiklenerek yapılmış olsun, isterse de dünyanın tabiatı, coğrafyanın yer ve fizîkî yapısı gereği olsun meydana gelen deprem tarifsiz acılara sebebiyet vermiştir.

‘Allah (c.c.) bir daha göstermesin’ diye dua ediyor olsak da bu zelzeleler bir kez daha olacak. Daha bu yazı yazılmakta iken Hatay’da 6,4 şiddetinde artçı bir deprem meydana geldi. Daha büyük veya daha küçükleri hep olacak. O halde bu işe bir çâre bulmak gerek.

Hiçlik, saf yokluk mânâsına gelmediği gibi değersiz mânâsında da değil. Hiçlik, Yüce Yaratıcı karşısındaki muhtaçlığını ifade eder.
Hiçlik, saf yokluk mânâsına gelmediği gibi değersiz mânâsında da değil. Hiçlik, Yüce Yaratıcı karşısındaki muhtaçlığını ifade eder.

Meselenin gözardı edilen veçhesi

Biz acıların birbirine kenetlediği farklı bir toplumuz. Sevinci olmasa bile hüznü hep birlikte yaşarız. 15 Temmuz işgal girişimine canımızı siper ederek durduk. Bugünse 13 milyon insanın yaşadığı ve en az bir bu kadar da başka şehirlere göç etmiş bölge insanımızın ve onların eş dost akrabasıyla 30-40 milyonu etkileyen büyük bir felaketle karşıyayız.

Âfet, Türkiye’nin 85 milyonluk bir halktan ibaret olmadığını gösterdi. Kavim, inanç ve gönül coğrafyalarımızın ne kadar büyük olduğunu bir kez daha gördük. Lâkin bir de meselenin üstü örtülemez ihanet ve hâinler cephesi var.

Biz her badireyi atlatırız, yıkılan evlerin en iyisi ve sağlamını da yaparız evvel Allah. Peki, bu haydut tayfasını ne yapacağız?

Bu derdin mâzisi hayli eski, fakat kısa zamanda dermanı bulunmalı.

Türkiye’nin yaklaşık 200 yıllık maârif ve tedrisat meselesi bir türlü aşılamadı. Aşılamamasının belki de en temel meselesi Batı’nın kupkuru bir şekilde taklit edilmesi ve içimizdeki millî ve mânevî değerlere düşmanlık eden zümrenin arsız çıkışları ve müeyyidesiz kalan fütursuzlukları.

Söz konusu güruh, mevcut eğitim sisteminin bir neticesi. İnsan terbiye etme, müeyyide uygulamada çok ama çok başarısızız. Toplumun dînî ve kültürel değerleri hakkında yapılan anket ve saha çalışmaları, millî değerlere yabancılaşma ve değersizleşme hususunda çok şey söylüyor.

Millî Eğitim Bakanı olmak; okulları açmak, tatil etmek ve öğretmen tayin etmekten mi ibaret olmalıydı? Bin bakan değiştirseniz de bu düzen devam ettiği müddetçe Türkiye hiçbir meselesini halledemez.

O halde devlet ve milletin, helâl kazanmak, helâle harcamak ve nesilleri heba etmemek gibi tehir edilemez aslî görevleri var.

Demek ki meselenin aileyi ve devleti ilgilendiren veçheleri var. Müfredat, tedrisât nizamı, talebelerin yetiştirilmesi, bina ve araç gereç, âlet edevat gibi tamire muhtaç çok şey…

Ahlâkî meziyetlerle mücehhez bir nesil olmazsa her şey boş

Özellikle ailelerin helâl-harama riayet etmek, çocuklarını millî ve mânevî değerlerle mücehhez kılmak gibi mesuliyetleri var. Çocuğu hastalanmasın diye uğraşan ve hastalanınca doktora götüren ebeveynler, neden çocuğunun ruhunu ihmal eder? Ahlâkî ve dînî eğitimini yapmaz. Kendisinin bunları bilmemesi mazeret mi? Maddî hastalıkların tabibi varsa, ahlâkî ve mânevî değerlerin de tabipleri var.

Ebeveynlerini kaybetmiş bir çocuğa maddî olarak sahip çıkan devlet, bu emanetleri ahlâken ve dinen de geliştirmesi gerek. Sadece onlar mı, okula giden her çocuk devlete emanet. Emaneti korumayacaksa devlet olma şuurunda değil demektir. Bunu beceremiyorsan bakan, YÖK başkanı, genel müdür, vali, rektör, dekan, okul müdürü, öğretim görevlisi ve öğretmenlik yapmayacaksın. Çünkü Allah (c.c.) seni en çok da bu emanetten hesaba çekecek.

Doğru dürüst bir müfredât, ahlâkî öğretiler ve tedrisat nizamı kurmayacaksak iyi bir geleceği nasıl inşa edeceğiz? Dünyada mazisi en net milletlerinden olan Türklerin gelenekleri, kültürleri, ahlâkî meziyetleri, inanç değerleri kimseye muhtaç bırakmayacak kadar zengin. Ne Doğu’dan ne de Batı’dan usûl veya teknik almaya da muhtaç değiliz.

Sağlam bina yapabilmek ne mevzuatı değiştirmekle mümkün ne de müeyyideleri artırmakla. İnsanı eğitmediğiniz, ahlâkî meziyetlerle mücehhez kılmadığınız müddetçe her şey boş. Zâten bunu başarabilseydik bugün ne zelzeleyi ne o âfet anındaki iğrençlikleri ne de diğer çirkinlikleri konuşuyor olacaktık.

Mesela yine fay hattında olan bazı binalar sapa sağlam ayakta iken, bazılarının enkaz yığınına dönüşmesi sadece teknik değil, ahlâkî ve maarif zelzelesinin nişanesidir.

Sağlam bina yapabilmek ne mevzuatı değiştirmekle mümkün ne de müeyyideleri artırmakla. İnsanı eğitmediğiniz, ahlâkî meziyetlerle mücehhez kılmadığınız müddetçe her şey boş. Zâten bunu başarabilseydik bugün ne zelzeleyi ne o âfet anındaki iğrençlikleri ne de diğer çirkinlikleri konuşuyor olacaktık
Sağlam bina yapabilmek ne mevzuatı değiştirmekle mümkün ne de müeyyideleri artırmakla. İnsanı eğitmediğiniz, ahlâkî meziyetlerle mücehhez kılmadığınız müddetçe her şey boş. Zâten bunu başarabilseydik bugün ne zelzeleyi ne o âfet anındaki iğrençlikleri ne de diğer çirkinlikleri konuşuyor olacaktık
  • Halk ve âile meselesi
  • 2016’da Rahmet-i Rahman’a kavuşan Prof. Dr. Taha Cabir Alvani ‘Yenilenme’ adlı eserinde zikrede geldiğimiz meselelere kafa yormuş bir âlim. Tercümesi yetersiz ise de istifade edilecek bir eser var ortada.
  • Zamanımızda boş unvan ve kişiye ağır gelen makamlar yüzünden halk ile diplomalı kesim arasındaki mesafe hayli açık. Halkı küçümseyen bir zümrenin dînî sahada bile görüldüğü muhakkak. Avamın ise diplomaya verdiği aşırı ehemmiyet, hem kendinin küçümsenmesine hem de çocuklarının hebâ olup gitmesine sebebiyet veriyor.
  • Halkı sadece okuma-yazma bilmediği için küçümseyenler, İslam’ın doğru bir şekilde öğretilmesini engellediler. İslâmî bilgiden mahrum bırakılan birkaç neslin madde ve makamı ön plana çıkarması, sadece ibadete taalluk eden sıkıntılara değil, aynı zamanda zihinlerin Batı mahreçli ve İslam’a muhalif görüş ve düşüncelerle işgal edilmesine sebebiyet verdi.
  • Müslüman olduğunu iddia eden insanların; Kelime-i Şehadetin ne olduğu, gusül abdestinden habersiz yetiştiği, İslam’a ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e dair hemen hiçbir bilgiye sahip olmadığı acı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Kendisi bilmeyen bir ebeveynin çocuğuna bu bilgileri vermesi zâten mümkün olamazdı.
  • ‘Allah-ü Teâlâ herkesi muhatap alırken size ne oluyor’ diyen Alvani merhum, hem avam hem de diplomalıların din ve kültüre uzak kalışlarını kınarken, diplomalılara ise her şey diploma olmadığını söylüyor.
  • Müslüman çocuklarının daha geniş mânâda âileler ve eğitim müfredatının içler acısı durumunu şu cümlelerle aktarıyor: “Müslüman talebeler genellikle üniversite eğitimlerine; evde, ilk ve orta dereceli okullarda İslam hakkında öğrendikleri çok az ve yetersiz bilgilerle başlıyor. İslam hakkında böylesine yetersiz bir bilgilenme ile İslâmî bir kimlik duygusunun kazandırılamayacağı açık. Bu yüzdendir ki gençlerin zihinleri her türlü etkiye açık. Belli bir İslâmî duygu ve hassasiyete sahip olabilirler ama İslâmî düşünceden mahrumlar. Derslerde işlenen fikir ve hükümler karşısında çaresizler.
  • Karşılaşacakları meselelerle başa çıkabilmeleri için gereken temel îmânî prensiplerden bile mahrum olan bu talebeler, savunma araçlarına sahip değiller. Kendilerine sunulan Batı doktrinleri ve felsefeleri karşısında çaresizler. Ayrıca Batılı fikirlere karşı İslâmî ve vizyonunu belirli güç ve derinlikte aktarabilecek tek bir akademik kurumumuz bile yok.”
  • Bu bize ailenin ve devletlerin; terbiye, eğitim ve öğretimde nedenli başarısız ve çocuklarını savunmasız bıraktıklarını gösteriyor. Ancak şunu belirtmeliyiz ki, özellikle genç annelerin geçmişe nisbeten çocuklarını daha bir yetiştirdiğini belirtmeliyiz ama yeterli değil.

Kâmil müfredât, gerçek türkçe ile anlatım

Türkiye özelinde söyleyecek olursak, ilk mektepten üniversiteye dek seküler bir eğitime mâruz bırakılan çocuklardan çok şey beklemek elbette haksızlıktır. Onlar kendilerini bekleyen büyük tehlikenin farkında değiller. Çünkü bu savunmayla mücehhez kılınmadılar.

Sosyal medyada paylaşımcı “Babalar çocuklarını okutmak için ev ve topraklarını satıyor. Çocukları onları geri satın alabilmek için bir ömür çalışıyor” diyerek özetlemişti hâlimizi. Çocuğunu okutmanın moda olduğu veya tek çâre sanıldığı, okumayan çocuktan utanıldığı bir zamandayız. Bu yüzden meslekler de bir bir yok olup gidiyor.

Daha fazla söz bırakmayan bu hâl karşısında dövünmenin de âlemi yok. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yani devletin 2023 ve müteakip yıllarda bu hususlara çâre üretmesi gerekiyor. Mevcut millî eğitim sistem ve müfredatı, Batı düşüncesi karşısında komplekse kapılmış ve peşinen yenik durumda bir nesil yetiştiriyor. Bu zihne sahip nesille yeni ‘Türkiye Yüzyılı’ pek de kolay olmayacaktır.

Diğer taraftan çözüm, meselenin ana müsebbibi olan akademik dünyadan beklenmelidir. Bu beklenti kadar büyük bir yanlış olamaz. Çünkü çürük temelle inşa edilmiş bir zihnin ondan arınıp sağlam bir sistem inşa etmesi de beklenemez. Bu, akademik câmiayı küçümsemek değil. Manzara ortadadır ve çözüm üreteceksek gerçekçi olmak zorundayız. Bu noktaya Batı mahreçli akademik zihin yüzünden geldiğimiz apaçık ortada iken, millete zaman kaybettirmenin âlemi yok. Çâre, görebilene tarihimizde ve kütüphane raflarımızdadır.

Diplomasına, makamına ve titrine bakılmaksızın

- İlim irfan sahibi olan bir heyet teşekkül ettirilip,

- Kâmil müfredât,

- Gerçek Türkçe ile anlatım,

- Çocukları yarış atı olmaktan çıkaran bir düzen inşası, gelecek açısından depremde yıkılan evleri inşa etmekten daha mühimdir. (Bâhusus bu fakir, uykularımızı kaçıran bu hususta devletimize bilâbedel hizmete her daim hazırdır.)

Evet, Allah (c.c.) kimseyi evsiz-barksız bırakmasın ve inşâallah o evler bahçeli olarak yapılsın, buna da bir itiraz zaten mümkün değil. Dünya evi güzel ama zihni viran olmuş bir nesil daha büyük ve telafisi imkânsız yıkımlara sebebiyet verir. Zâten bu zelzelede yıkılan evler şu eğitim sisteminin ürettiği mühendislik, tamahkarlık gibi kötü hasletler yüzünden değil mi?

  • Çıkmaz sokak: 4+4+4+4
  • 28 Şubat döneminde İmam Hatip Liselerinin önünü kesmek için icat edilen 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi sadece İHL’nin değil meslek liselerinin de yıkılışına sebebiyet vermişti.
  • Kimin fikri olduğunu bilmiyoruz, ama Ömer Dinçer’in bakanlığı döneminde 2012’de uygulanmaya başlayan zorunlu 4+4+4 eğitim sisteminin başına eklenen 2 yıllık ana okulu ve son gelen 4 yıllık yüksek eğitim ile insanların meslek sahibi olması geciktiriliyor, istidadı olmayanların vakitleri çalınıyor. Diploma sahibi olmak meslek sahibi olmayı mümkün kılmıyor. Bir yandan eğitimin kifayetsizliği, diğer yandan da çocukların zorla okutulması...
  • İnsanları topraktan koparan, varoşlara yığan, okuma istidadı olmayanları zoraki mühendis, psikolog, sosyolog, hukukçu vs. yapan veya parası olanların bir şekilde diploma sahibi olabildiği bu sistemin ivedilikle değiştirilmesi gerektiğini söylemek bile abestir. Tefekkür edici, gelenek ve mânevîyatı merkeze alan zekânın yerine, yazılımların mîmârî tasarım yaptığı, inşaat projesi çizdiği, işlerin zekâ ve sanatkârlıktan çok bilgisayar yazılımına emanet edildiği bir eğitim sistemi ile varacağımız yer bundan daha ötesi değil.
  • Eğiticileri kim eğitecek?
  • Konumuzun dışında ama yeni çocuklar çok zeki. Bazı meseleleri öğretmenlerinden daha iyi bilebiliyorlar. Bu inanılmaz işler başarabilecek büyük bir hazine. Mevcut üniversite sisteminin ortaya çıkardığı zihnî ve îtikâdî karmaşa ile bu çocuklar ancak heba edilir.
  • Artık
  • - Sağlam bir âkide
  • - İslam’ı kavrama ve doğru düşünebilme becerisi
  • - Kul hakkına riayeti merkeze almış yüksek bir ahlâk
  • - Batıyı körü körüne taklit eden değil muhakeme edebilen, vahye uygunluğunu sorgulayan, Batı ile rekabet edebilen
  • - Millet ve devletin geleceğine inanç ve kültürel bağlılık
  • - Medeniyetimizin dirilişi için dur durak bilmeyen
  • - Dostu düşmanı tanıyan, düşmanın hilelerine kanmayan, bilimsellik kılıfına büründürülmüş tuzaklara düşmeyen
  • - Allah ve Resulü hariç hiç kimseye körü körüne bağlanmayan
  • - İyiye iyi, kötüye kötü diyebilen
  • - Fen ve tekniği insanlığın şerri değil hayrı için kullanmayı temel umde sayan
  • - İslam’ın, Müslümanların ve düşmanlarının tarihini iyi bilen, bundan da ders çıkarabilen
  • - Türk örf ve inancına uygun meskenler, şehirler, meslekler inşa edebilen
  • - Kendi çocuklarını da bu doğrultuda yetiştirecek bir nesil projesi yapmak ve bunu da emanet şuuruyla sürdürmek zorundayız.
  • Aksi hâlde, emanetin eski sahipleri, heba edilen nesiller ve geleceğimiz bizden hesap sorar. Asıl kaldırılması güç olan çökmüş binaların enkâzı değil, nesillerin enkâzıdır. Defnedeceğimiz birkaç bin ceset değil geleceğimiz.
  • Allah’ım bize sen yardım eyle, işlerimizi kolaylaştır. Âmin!