Hicretin iktisadı ve günümüzün göçmen politikası

Yeni bir medeniyetin kuruluşuna vesile olan bu yolculuk, dünya tarihini değiştirmiş bir milattır.
Yeni bir medeniyetin kuruluşuna vesile olan bu yolculuk, dünya tarihini değiştirmiş bir milattır.

Hicret kavramı bir ülke veya beldeden başka bir ülke veya beldeye çeşitli sebeplerle kalıcı olarak taşınmayı tanımlar. İslam ıstılahında takvimin başlangıcını oluşturan bu önemli kelime, tüm inananlar için mühim mesajlar içerir. İslam inancında takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiş olan hicret, Peygamber Efendimizin (sav) 14 gün süren ve zorunlu olarak yaptığı bir yolculukla Mekke’den Medine’ye (o günkü adıyla Yesrib’e) gidişini temsil eder.

Neticeleri itibariyle yeni bir medeniyetin kuruluşuna vesile olan bu yolculuk, dünya tarihini değiştirmiş bir milattır. Bu mânidar ve bir o kadar derin kelimenin dînî, sosyal ve siyasi neticeleriyle beraber iktisâdî yanlarının da bilinmesi, günümüze ışık tutması ve ilham vermesi açısından çok önemlidir. Özel olarak Allah’ın elçisinin hicretinin Müslümanlara, genel olarak insanlık tarihindeki hicretlerin tüm iktisâdî gelişmelere büyük etkisi vardır.

Esasında hicret etmek, çoğu insan için istenmeyen bir fiildir. “Taş yerinde ağardır” atasözüyle özetlenebilecek bu durum, hicret eden muhacir açısından çileli ve belirsizliğe yelken açmak gibidir. Ülkelerarası yapılan yolculuk zorluklarla doludur. Yerleşilecek mekân ve o mekândaki insanlar dinleri, kültürleri ve dilleri hicret edene yabancıdır.

Prensip olarak kimse alıştığı mekândan zorunda kalmadıkça ayrılmak, bu zorluk ve belirsizliklere girmek istemez ama genel iktisâdî neticelerine bakılırsa hicretten iki kazanan bir kaybeden vardır. Hicret eden açısından (Almanya’daki Türk vatandaşlarımız gibi) başlangıcı zor da olsa iktisâdî ve sosyal gelişme, hicret edilen yer için demografik ve iktisâdî kazanç vardır. Terk edilen yer içinse çoğunlukla beşerî ve iktisâdî kayıp vardır. Bu konunun üç boyutlu (göç veren, göç alan, göçmen) olarak analizini her ülke ve zaman dilimi açısından değerlendirmek mümkündür.

Hicret kime kazandırdı?

Peygamber Efendimizin hicretinin Mekke şehri açısından maddi ve manevi kaybı tartışılmaz bir gerçektir. Allah’ın elçisinin yüksek ahlakı, adaleti, uzlaştırıcı sosyal yönü, sonsuz mutluluğa ulaşma, dünyevî ve uhrevî kurtuluş ve huzur reçetesi gibi mânevî zenginliklerden mahrum olmuşlardır. İktisâdî olarak bakıldığında ise neticeleri tam bir yıkım olmuştur. Mekke’nin en büyük, en bilgili ve en dürüst tüccarlarını, başta Osman bin Affan ve Abdurrahman ibni Avf olmak üzere çoğunluğu tüccar olan muhacir sahabeleri kaybetmesi ekonomisini çökertmiştir. Hicret ederlerken sermayelerine Mekke zorbaları tarafından el konsa da, tüm bilgi birikimleri, iş yaptıkları kişilerle ilgili temasları ve iş potansiyelleri Medine şehrine ve orada kurulan Pazar’a geçmiştir.

Hicret.
Hicret.

Kısa sürede ortaya çıkan savaşlara ve yokluk dönemlerine rağmen Hicretin iktisadı ve günümüzün göçmen politikası Hicret kavramı bir ülke veya beldeden başka bir ülke veya beldeye çeşitli sebeplerle kalıcı olarak taşınmayı tanımlar. İslam ıstılahında takvimin başlangıcını oluşturan bu önemli kelime, tüm inananlar için mühim mesajlar içerir. İslam inancında takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiş olan hicret, Peygamber Efendimizin (sav) 14 gün süren ve zorunlu olarak yaptığı bir yolculukla Mekke’den Medine’ye (o günkü adıyla Yesrib’e) gidişini temsil eder. neticeleri itibariyle yokluğa sabreden, mütevekkil, ehliyetli, yüksek ahlaka haiz, güvenilir ve paylaşımcı sahabilerle Medine şehri, mânen ve maddeten kalkınarak aziz olurken; sömürücü, baskıcı, oligopol Mekke zihniyeti 8 yıl gibi kısa bir sürede madden ve mânen yıkıma uğramıştır. Medine Pazarı örneği ile büyüyen bu yeni iktisâdî sistem, hicret ile can bulmuş ve İslam iktisâdî yapısının bir medeniyete dönüşüne vesile olmuştur.

Hicrî başlangıç çileli olsa da sabır ve Allah’ın koyduğu temel içtimai ve iktisâdî kurallara (birliktelik, ehliyet, adâlet, dürüstlük, teşebbüs hürriyeti, serbest pazar anlayışı, pazar denetimi, ticaretin ve kârın meşrulaşması, ribanın yasaklanması, iş ortaklığının teşviki, infak, karz-hasen vs.) sadakatle kurulan Medine Pazarı sistemi bugüne ilham veren güzelliklerle doludur. Hicretin sürekliliği içinde ve günümüz koşullarında Müslüman toplumların yaşatması gereken bu değerler, maalesef sathi değerlendirmeler ve günümüz vahşi iktisâdî koşulları içinde kaybolmaktadır.

ABD hicret ile büyüdü

Hicret.
Hicret.

Hicretin genel olarak iktisâdî gelişmeyi sağlamasına bir başka örnek de ABD’dir. Bu kıta devleti, bir hicret kıtasıdır. Son beş yüzyılın mahsulüdür ve artık çok küçük bir azınlık olan yerliler hariç tamamı muhacirdir. Bu kıtaya yapılan hicretlerin pek çok sebebi olsa da en başta gelen sebep, Avrupa’da farklı inanca sahip insanlara karşı bir hoşgörü geleneğinin bulunmamasıdır. 16. asır Avrupası’nda, Osmanlı gibi Müslüman Medeniyetlerden farklı olarak, devletin doğru olarak kabul ettiği kilise haricinde hiçbir kilise, din veya mezhebe mensup olunmasına izin verilmediği için pek çok Avrupalı, çareyi zorlu bir yolcuğa çıkarak kendine yeni bir kıtada hayat kurmakta bulmuştur.

İşte bu insanlar tarafından kurulan muhacir ülkesi, hızla büyüyerek kadim milletlerin önüne geçmiş ve son yüzyılın en büyük iktisâdî gücü haline gelmiştir. 15. asırda bu kıtayı keşfeden Avrupa, buradaki yerlileri acımasız bir şekilde katletmiş. Afrikalıları köleleştirerek işgücü oluşturmuş ve burayı sömürerek kendini zenginleştirmiştir. Daha sonra, tek taraflı sömürülmeye karşı çıkan Avrupa kökenli göçmenlerin ayaklanması neticesinde 18. yy sonunda bağımsızlığını kazanmış ve muhacir çeşitliliği dinamiğiyle dünyanın en güçlü ekonomisi haline gelmiştir.

ABD kurulduktan sonra da bu kıtaya göç devam etmiş, yeni kurulan bu devlet Avrupa’dan kaçıp gelen göçmenlere sürekli kapı açmıştır. Nitekim ABD’nin üçüncü başkanı ve kurucularından olan Thomas Jefferson döneminde Amerika’da 15 yıl süreyle kalan göçmenlere vatandaşlık verilmiştir. Bu politikayı eleştirenlere Jefferson şu sözlerle cevap vermiştir: “Bize sığınmış olan mazlumlardan misafirperverliğimizi nasıl esirgeyebiliriz? Her yerde zulüm gören insanlık bu dünyada sığınacak bir yer bulamasın mı?’’

Kuzey ile Güney farkı

Kuzey Amerika’daki bu gelişmelere karşılık Güney Amerika bu muhacir çeşitliliğine hiçbir zaman sahip olamamış, İspanyol ve Portekiz sistemi içinde, modern iktisadın rekabetçi yapısına kavuşamadan sömürge olmaya devam edip sonrasında iç problemlerle boğuşarak; inişli çıkışlı bir siyasi ve ekonomik yapıya mahkûm olmuştur. Bunda İspanya’nın, yüzyıllarca barış içinde yaşamış ve başta bilim, ticaret ve hatta coğrafya olmak üzere pek çok ilme vakıf insanlar yetiştirmiş Müslüman ve Yahudi toplulukları yok etmeye kalkışmasının -her ne kadar bunların bir kısmı Osmanlı Devleti tarafından kurtarılmış olsalar da kuşkusuz büyük payı olmuştur.

  • Günümüz iktisadında göç önemli bir mesele olmanın yanında, aklını kullanabilen devletler için ciddi bir potansiyel enerji içermektedir. AB ülkeleri başta olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerin bir göçmen politikası vardır. Bu ülkeler önce nitelikli insan gücünü, ikinci olarak sermaye sahiplerini ve bunlardan sonra da ciddi miktarda işçi gücünü her yıl planlayarak alırlar. Prensip olarak göçmen almayan gelişmiş ülke yoktur ama plansız göç alanı da yoktur.

Günümüzde 270 milyonun üzerinde insan göçmen statüsünde yaşamaktadır (dar kapsamlı tarif olarak; yaşadığı ülkeden başka ülkede doğan). Göçmen nüfusu,1970 yılındaki 84 milyondan bugün bu seviyeye gelmiştir. Kadın-erkek oranı hemen hemen denktir. En çok göçmen barındıran iki ülke, 51 milyon ile ABD ve 13 milyon ile Almanya’dır. Muhacirler birçok kısma ayrılır. İş için göç edenler ve savaş veya siyasi sebeplerle başka ülkelere sığınanlar (mülteci), ana grupları teşkil etmektedir. İktisâdî mânâda en önemli ve değerli göç, öncelikle beyin ve sonrasında yatırım sermayesi göçüdür. Bunları iş gücü göçü takip eder.

Beyin göçünü iyi yöneten kazanır

  • İngilizcede “Brain Drain” denilen beyin göçü, ülkeler açısından stratejik öneme haizdir. ABD’nin uzay çalışmaları, Nazi Almanya’sının bilim adamları getirilerek zirveye çıkmış, insanlığı aya ulaştıran saturn roketi, Von Braun tarafından yapılmıştır. Atom bombasının tasarımları ise Nazilerden kaçan Yahudi asıllı Robert Oppenheimer ve düzenlenen özel bir harekâtla ABD’ye getirilen bilim adamlarının katkılarıyla mümkün olabilmiştir. Günümüz dünyasında da beyin göçü, ABD ve AB’nin en önemli politikasıdır.

Bu ülkeler öncelikle dış ülkelerde kurdukları okulları (Alman, Amerikan, Fransız, Avusturya liseleri) vasıtasıyla genç parlak beyinleri kendi üniversite sistemlerine yönlendirerek sürekli bir beyin göçü sağlamaktadır. Bu sistemin dışında kalanlar ise üniversite sonrası ücret teşvikleri, burslar ve diğer sistemlerle yurt dışına sevk edilmektedir. Ülkelerin kaymak tabakalarından yapılan ciddi sayıdaki transferler, göç veren ülkeler için büyük kayıp olmaktadır. Allah her ülkeye aynı oranda, kabiliyetleri farklı nesiller vermektedir ama her devlet o gençlere aynı oranda fırsat verememektedir. İnsanlığın kabiliyetleri her ülke için denktir ama fırsatlar denk değildir. Akıllı devletler göç politikasını iyi yöneten devletlerdir. Vesselam...