Husam Şabat şehit oldu

Husam Şabat.
Husam Şabat.

"Eğer bunu okuyorsanız, İsrail işgal güçleri tarafından öldürüldüm ve büyük ihtimalle doğrudan hedef alındım demektir. Tüm bunlar başladığında, sadece 21 yaşındaydım; herkes gibi hayalleri olan bir üniversite öğrencisiydim. Son 18 aydır hayatımın her anını halkıma adadım. Kuzey Gazze'deki dehşeti dakika dakika belgeledim, gömmeye çalıştıkları gerçeği dünyaya göstermeye kararlıydım. Kaldırımlarda, okullarda, çadırlarda ve bulabildiğim her yerde uyudum. Her gün bir hayatta kalma mücadelesiydi. Aylarca açlığa katlandım, ancak halkımın yanından hiç ayrılmadım.

Allah’ın izniyle, bir gazeteci olarak görevimi yerine getirdim. Gerçeği bildirmek için her şeyi riske attım ve şimdi nihayet dinleniyorum. Bu, son 18 aydır unuttuğum bir şey.

Tüm bunları Filistin davasına inandığım için yaptım. Bu toprağın bizim olduğuna inanıyorum ve onu savunarak ve halkına hizmet ederek ölmek hayatımın en büyük şerefiydi.

Şimdi sizden ricam: Gazze hakkında konuşmayı bırakmayın ve dünyanın başka yere bakmasına izin vermeyin. Mücadeleye devam edin, hikâyelerimizi anlatmaya devam edin, ta ki Filistin özgürleşene dek!

Son kez, Kuzey Gazze'den Hossam Shabat.”

Bu satırlar, yan sayfadaki haber gibi binlerce haberi Gazze’den dünyaya duyuran gazeteci Husam Şabat’ın şehid olduktan sonra yayınlanmak üzere bıraktığı vasiyeti. Husam, 24 Mart’ta işgal güçlerinin aracını doğrudan hedef alması sonucu 23 yaşında şehid oldu.

El Cezire Mubaşer için çalışan Husam, soykırımın başından bu yana Kuzey Gazze’deydi. Bütün katliamlarda sahaya ilk gidenlerden oldu. Binlerce cansız çocuk bedenini, uzvunu kaybetmiş insanları ve çoğumuzun ekranda izlemeye cesaret edemediği acıları kayda aldı. Ama mesleki deformasyona uğramadı. Bu acıların hiçbirine alışmadı. Duyguları hiç körelmedi. Her katliamı her seferinde ‘bu nasıl olur’ şaşkınlığıyla verdi. İnsan hikâyelerine odaklandı. Büyük katliamları küçük insanların dünyasından aktardı.

Son günlerini nasıl yaşadığını ise şehadetinden 4 gün önce şu satırlarla paylaşmıştı:

“Ölüm kokusunun hâkim olduğu günlerde yaşıyoruz. 48 saattir uyumuyorum. Katliamların kâbusu peşimi bırakmıyorken nasıl uyuyabilirim? Çocukların çığlıkları hâlâ aklımda, Ebu Helmiye ailesinin evinde bombalanan kadının iniltileri hâlâ kulağımda. Sabah manzaralarını nasıl unutabilirim? Endonezya hastanesinin avlusunda katliam görüntüleri, üst üste yığılmış cesetler mi var? Her saldırıda ruhumu elimde taşıyarak oradan oraya dolaşıyorum ve tekrar tekrar şoka uğruyorum. Bu sahneye alışamadım.”