İnsan hakikatte neyi biriktirir?

İyi ama koleksiyon merakı, ilk ânda göründüğü kadar masum bir meşgale mi?
İyi ama koleksiyon merakı, ilk ânda göründüğü kadar masum bir meşgale mi?

Pul, para, kartpostal veya efemera koleksiyonu... Yahut kibrit kutusu, peçete, havlu ve kalem gibi aslen işlev tabanlı bir eşyanın, yine gayet masum görünümlü biriktirilmesi. Tarihi belge, hat, ebru, resim, tespih, silâh ve mücevher gibi pahası yüksek koleksiyonlar... İyi ama insan niçin biriktirir? Daha doğrusu bir koleksiyoner, o topladığı objelerle aslında neyi biriktirir? Kendi hakikatini topladığı eşyada aramak ne demektir?

İnsan biriktirir.

Bilgiyi, görgüyü, tecrübeyi, düşünceyi ve hikmeti... Ama aynı zamanda parayı, kuvveti, kudreti, imkânı, makamı ve iktidarı da. Bu saydıklarımdan ilk kategoridekileri masum, hatta tercih edilesi sayarken ikincileri daha baştan yanlış görüp reddederiz. Biriktirme zaafı bakımından aralarında pek bir fark bulunmadığını maharetle görmezden geliriz. Demek istediğim, insan bu iki tezat kategoridekilerin arasından hangisini/hangilerini seçerse seçsin, biriktirme tutkusu bakımından birbirine benzeyen çukurlara yuvarlanabilir.

  • Yine de biz meselâ makam hırsının insanı kolayca yoldan çıkaracağını kabulleniriz de bilgi tutkusunun dahi insanı makam hırsı kadar sapıtacağını hesaba katmamayı tercih ederiz. Çünkü birini hak ve meşru, ötekini batıl, yani bir nevi gayrımeşru belleriz; o da sadece lâfta.
Hakikatte toplanan şeyin bizatihi değerinden bağımsız bir şekilde her türlü temerküz insanda aynı etkiyi doğurur: çürüme!

İlginçtir, yine de modern zamanlarda masumiyet döneminin abidesi çocuklarımıza bile koleksiyon tutkusunu aşılamaya gayret etmekten geri durmadık. Yaklaşık bir buçuk asır süren bu aşılama faaliyetinin en zararsız kılıklısı da pul koleksiyonuydu. Çocuklarımızı, daha şehirli, daha çağdaş, daha birey, daha kültürlü, daha ilgili kılma gayretinin arkasına saklanan bu biriktirme aşıları, çoğun ergenliğin ardından terkedilirdi.

Ne yazık ki bazen tutardı ama. Çok geçmeden o genç bir şeyleri biriktirerek kendi kişilik parçalarını biraraya getirdiğinin, dolayısıyla birlik hâline geldiğinin ve bütünleştiğinin vehminin zehrini tadardı; ebeveyninin teşvikiyle hem de.

Kendini Eşyada Bulmak

Türk intelijansiyasının koleksiyona dair, yani bilinçli bir şekilde herhangi bir eşyanın türevlerini, farklı yapı ve şekillerdeki çeşitlerini belli bir anlayış ve dolayısıyla kurallar doğrultusunda biriktirme tutkusu üzerine yeterince düşündüğü söylenemez.
Türk intelijansiyasının koleksiyona dair, yani bilinçli bir şekilde herhangi bir eşyanın türevlerini, farklı yapı ve şekillerdeki çeşitlerini belli bir anlayış ve dolayısıyla kurallar doğrultusunda biriktirme tutkusu üzerine yeterince düşündüğü söylenemez.

Pul, para, kartpostal veya efemera koleksiyonu... Yahut kibrit kutusu, peçete, havlu ve kalem gibi aslen işlev tabanlı bir eşyanın, yine gayet masum görünümlü biriktirilmesi.

Tarihi belge, hat, ebru, resim, tespih, silâh ve mücevher gibi pahası yüksek koleksiyonlar...

Türk intelijansiyasının koleksiyona dair, yani bilinçli bir şekilde herhangi bir eşyanın türevlerini, farklı yapı ve şekillerdeki çeşitlerini belli bir anlayış ve dolayısıyla kurallar doğrultusunda biriktirme tutkusu üzerine yeterince düşündüğü söylenemez. Bunca şayanı hayret koleksiyonerimize rağmen üstelik.

Biriktirmek Masum Sayılabilir mi?

İyi ama koleksiyon merakı, ilk ânda göründüğü kadar masum bir meşgale mi?

İnsan bir eşyayı, yapılış gayesinin dışında kullanmayı, hatta açıkçası bir nevi suiistimal etmeyi durup dururken ne diye ister? Gündelik yaşantımız içerisinde herhangi bir yerde bir şekilde işimize yarayacak bir eşyayı, ne diye bizatihi tabii hâlinden koparıp tabiatının hilâfına ve şahsi uhdesine hapseder? Nasıl oluyor da kişi buradaki hakiki manâsıyla adaletsizliği görmezden gelmeyi başarabiliyor? Mâlum, adaletin kadim tanımlarından biri “her şeyi yerli yerine koyma”.

Meselenin tam burasında şöyle itiraz edilebilir: “Koleksiyonların bazıları sıradan eşyanın, dolayısıyla basit kullanımın dışındaki nesnelere dayanabilmekte. Üstelik insan para, resim, hat ve antika gibi objeler biriktirdiğinde aynı zamanda bir çeşit iktisadi yatırım da yapmış olmuyor mu? Hatta kitap veya yazma eser koleksiyonu yapan birini düşünelim. Bu kişi hem kendisi o metinlerden istifade eder, hem de koleksiyonunu açtığı araştırmacıları topladıklarından yararlandırır. Bunun neresi suiistimal?”

  • İlkin bir-iki mühim ayrıntıya işaret edelim: Bütün koleksiyonerlere göre herhangi bir şeyin koleksiyonu asla bitmez. Öyle ki koleksiyon, bir ömür bitmediği gibi koleksiyonerin nezdinde öldükten sonra da devam ettirilmesi mecburi bir meşgale. Üstelik hakiki bir koleksiyonerin, kendisi hayattayken koleksiyonunu başkalarının istifadesine açtığı da öyle sık görülen şeylerden değildir. İstifade imkânı, belki koleksiyonerin ölümünün ardından geriye kalanlara kalmış bir tercihtir.

Eşyadan Objeye

Bilindiği gibi nadir böceklerin de, kelebeklerin de koleksiyonu yapılabilmekte. Tabiatın koynunda bir çiçekten öbürüne kanat çırpan narin bir kelebeği yakalayıp kurutmak ve sonra da bir çerçevenin içine hapsetmek nasıl tabiatseverlik veya hayvanseverlik sayılamazsa herhangi bir objenin koleksiyonu da aynı şekilde o objeyi sevmekle izah edilemez.

  • Çünkü bir kelebeği bir koleksiyonun parçası kılmak için ilk önce onu öldürmek mecburiyetindesiniz. Benzeri bir durum obje için de geçerli. Koleksiyon nesnesi, artık yaşayan bir eşya olmaktan çıkarılmış; deyim yerindeyse bir nevi öldürülmüştür. Ve bir koleksiyonun kıymeti, barındırdığı nadir parçalara dayanılarak tespit ve tayin edilir. Dolayısıyla koleksiyoner de, koleksiyonundaki nadir eserlerden hareketle kendisine nadirat kıymeti atfeder.
Şurası açık: Sıradan bir eşya, sıradanlığından kurtarılıp bir koleksiyon objesine dönüştürüldüğünde hem öldürülmüş, hem de ondan istifade ihtimali ortadan kaldırılmıştır.

Meselâ bir kitap koleksiyoneri de elbette zaman zaman açıp kitaplarından bazılarını okuyabilir. Ama demek istediğim, koleksiyonerin bu eyleminde bile cehlini azaltma isteğinden başka bir niyet yatar. Bir koleksiyoner baştan sona bir kitabı okuduğunda bile başlangıçta o kitabı edinme gayesi içindekileri kavramak değil, bizzat o kitaba sahiplik etme hazzı. O yüzden herhangi bir şahsi kitaplık sahibinden farklı olarak bir kitap koleksiyoneri, meselâ belli bir yazarın, bir yayınevinin, bir literatürün, bir basımevinin, bir dönemin, bir mevzuun bütün nümûnelerine sahiplik üzerinden kendini idrak ve ifade beklentisi içerisine girer. O kitaba sahip olmak, koleksiyonere içindekilere de sahip olmak imkânını bahşetmiştir adeta.

Zaafiyetin Misyonu

Aslında bir koleksiyoner, sıklıkla ifade edildiği gibi yaşanmışlıkları değil, yaşanmamışlıkları biriktirir.
Aslında bir koleksiyoner, sıklıkla ifade edildiği gibi yaşanmışlıkları değil, yaşanmamışlıkları biriktirir.

Aslında bir koleksiyoner, sıklıkla ifade edildiği gibi yaşanmışlıkları değil, yaşanmamışlıkları biriktirir. Biriktirdiklerinin birçoğu elbette başkalarının yaşantılarının izlerini taşır. Ne ki bir koleksiyoner bu eşyaları kendi uhdesine aldığında aslında o yaşanmışlıklara sahip çıkmayı değil, kendi yaşanmamışlıklarının boşluğunu doldurmayı ümit eder. Başka bir ifadeyle koleksiyoner bir misyon değil, belki zaaf sahibi biri. Koleksiyon ise başkasının yaşantıları üzerinden kendi yaşanmamışlıklarını telâfi gayreti.

Birçok koleksiyonerin bir şekilde dillendirmeden edemediği bir durum: “Koleksiyoner olmasaydım hayata bu kadar önem vermezdim.” Yani: Biriktirmeseydim yaşayamazdım.

  • Bu ifade ne çok acıyı örtüyor, bir görebilsek! Söyleyen farkedemese de bu ifade en evvelâ koleksiyonerin aslında kendisine bahşedilmiş hayatı yaşamak yerine bir kısım eşya için yaşamayı tercih ettiğini açığa vurmakta. Ardından da yaşamayı toplamaya indirgediğini.

Her ne kadar bu cümle aynı zamanda koleksiyonerin koleksiyonu üzerinden kendi varlığını tarihe kazıma umudunu içerse bile yine de “Yaşamak için biriktiriyorum = Biriktirmek için yaşıyorum.” dilemmasına denk gelmekte.