İran-ABD çekişmesi ‘vekâlet savaşı’ mı ‘danışıklı dövüş’ mü?

İran-ABD çekişmesi ‘vekâlet savaşı’ mı ‘danışıklı dövüş’ mü?
İran-ABD çekişmesi ‘vekâlet savaşı’ mı ‘danışıklı dövüş’ mü?

Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in “Yalan ne kadar büyük olursa inananlar o kadar çok olur” sözünü duyanınız olmuştur. Ama Farsça’daki “Büyük taş vurmama göstergesidir” sözü pek duyulmamış olabilir. Bu iki sözden yola çıkarak İran-ABD ilişkisini daha doğrusu çekişmesini, yaşanan son hadiseleri de ele alarak özetle anlatmaya çalışalım. Aslında çok uzağa gitmeye hâcet yok; Tahran rejiminin nasıl bir ucube olduğunu anlamak için Türkiye’de “İrancı” adıyla bilinen kimselerin karakter analizi sizi ortak sonuçlara çıkarabilir. İç siyasette sittin sene bir araya gelemeyen zıt siyasi kutupların İran sofrasında birleşmeleri tuhaf olduğu kadar ibretliktir de. İran’ın ABD emperyalizmi ile mücadele efsanesi ise koro halinde hep bir ağızdan söyledikleri ortak teraneleridir. İran’ın figüranlığına soyunan İrancıların traji komik durumu başka eğlenceli bir yazıya konu olabilir. İran ile Rusya ve Çin’in zulümlerini aklayıp, yıllardır Doğu Türkistan'daki Müslümanlara yönelik yapılanları "haklı bulan" ve herhangi bir dini unvana sahip olmayan Doğu Perinçek, Tahran’da düzenlenen Dünya İslamî Uyanış Kurultayı'nda sözüm ona Türkiye’yi temsil etmişti. İşte vaziyet böyleyken yeniden gündemimizi işgal eden İran ve ABD’nin vekâlet savaşı hakikatini Türkiye’de çok etkin olan Tahran propagandasından sıyrılarak okumanın elzem olduğunun altını çizmek lazım.

En sağından en soluna kadar mantık ve millî menfaatlerin tersine koşan nerede bir marjinal güruh varsa İran’ın peşine takılması tabi ki Türkiye’ye özel bir durum değil. Tüm bölge ülkelerindeki “direniş cephesi” adıyla anılan örgütlerin yaptıkları genelde bulundukları ülkelerin menfaatlerinin tersine olur. Bu yüzden propaganda tesirini kaybedince insanların nefret objesi haline gelirler. Nefret edilmekte çok haklılar çünkü bulundukları yere felaket getiriyorlar. İşte Irak’ın hali ortada. Âdeta İran ile özdeşleşmiş “vekil güçler” ve “vekâlet savaşı” bu tehlikeli oyunun son perdesidir. Meseleye dışarıdan bakılınca İran’ın vekil güçleri vasıtasıyla karşılaştığı tehditler birer kriz gibi görülebilir ancak meseleye Tahran gözlüğüyle bakarsanız İran rejiminin kaostan beslendiği, hatta varlık sebebi olarak bunu benimsediği görülebilir.

1979’da rejimin tesisiyle birlikte rehine krizinden günümüze kadar devam eden İran-ABD çekişmesi bir krizden ziyade iki ülkenin kendine has ilişki türüne dönüşmüştür.

- Saddam’ı devirip, Irak’ı altın tepside İran’a sunan ABD, Afganistan işgalinde de en yakın müttefiği olarak İran'ı yanı başında bulmuştu.

- Filistin davasını rehin alan İran’ın aslında 'İsrail’in koruyucu meleği' olduğunu görmek için âlim olmaya gerek yok. Bölgedeki Arap rejimleri niçin İsrail’e sarılıyor? İran öcüsü ile korkutularak.

Tüm komplo teorileri bir yana, İran’ın bölgedeki varlığı baş tehdit İsrail’i tahtından ediyor, ikinci ve daha önemsiz bir konuma düşürüyor.

İran gerçeği bize ne söylüyor?

İran gerçeğine bir bakalım:

- Kendine has iki ordusundan biri olan Devrim Muhafızları Ordusunun Kudüs Gücü adında bir yapısı var.

- İsrail’i güya bir ülke olarak kabul etmeyip, sürekli yeryüzünden silinmesini dile getiriyor.

- Resmî takviminde “Kudüs Günü” diye bir gün mevcut.

- Her fırsatta İsrail’e karşı silahlı ve sivil mücadele eden yapıları (yardım yapmamış bile olsa) desteklediğini söylüyor. Bütün bunlar Kudüs için yüreği titreyen her Müslümanı cezbedebilir. İşin laf tarafı güzel ama bir de icraata bakalım. İşgal altındaki her Filistinlinin topraklarını kurtarma girişimi haktır, meşrudur ve de tartışılmazdır.

- İran’ı kontrol odağı görürsek tam da Netanyahu iktidarı batmışken, 7 Ekim eylemlerinin zamanlaması ve tarzıyla İsrail’e can simidi olması.

- Dünya kamuoyu tam da İsrail cinayetleri aleyhine birleşmişken, maksadı belirsiz bir şekilde Pakistan, Irak ve Suriye topraklarına füze saldırıları yapması.

- Binlerce masumun kanını dökerek Suriye’deki Esed rejimini koruması.

- Hizbullah örgütüyle Lübnan’a musallat olarak felakete sürüklemesi.

- Irak’ta yıllarca onarılmayacak bir mezhep çatışmasının mimarı olması.

- Karabağ’da işgalci Ermenistan’a destek vermesi.

İran’ın son birkaç yılda yaptığı ve hatırlaması kolay bu cinayetler listesi sayfalarca uzatılabilir. Etrafa huzursuzluk saçan Tahran yönetimi bâri kendi vatandaşı için bir yarar sağlasa deseniz o da yok. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla sayılı zengin topraklara sahip İran milleti, mevcut rejim sayesinde perişan durumda. Vaziyet bu minvaldeyken İran’ın anti Amerikan söyleminin kime yaradığını anlamak zor olmasa gerek!

Vekâlet savaşı mı, anlaşmalı şov mu?

Irak, Suriye ve Yemen’deki İran uzantıları sürekli ABD’yi hedef alıyorlar. Hedef alıyorlar almasına da ne hikmetse ciddî mânâda Amerikan askerinin kaybına yol açmıyor bu. Niteim en meşhuru Kasım Süleymani’nin sözde intikamı adına Irak’taki ABD üssüne düzenlenen füze saldırısıydı. Geçenlerde eski ABD başkanı Trump, İran’ın söz konusu saldırıyı önceden haber verdiğini ve hiçbir can kaybına yol açmayacağını garanti ettiğini ifşa etti hatırlarsanız.

Benzer bir durum Biden döneminde de yaşanıyor. İsrail’in Gazze saldırısıyla birlikte İran’ın Filistin dâvâsı diyerek öne sürdüğü propaganda çok alıcı buldu. Bunun pratikte Filistin halkına bir yarar sağlamadığı aşikâr ama Tahran açısından bakıldığında sabıkalı duruma düştüğü Suriye rezaletinden sonra yeni bir soluk oldu âdeta. Tam bir göz boyama harekâtı. Gazze, sabah akşam bombalanırken ve tüm dünyanın gözü Lübnan sınırındaki Hizbullah’a yönelmişken Hasan Nasrallah ne yaptı? Sadece propaganda klipleri yayınlamaya devam etti. Hamaney’in öve öve bitiremediği diğer direniş cephesi elemanlarının da pozisyonu Hizbullah’tan farklı değildi.

Pentagon’un açıklamasına göre sadece geçen iki ayda İran destekli Yemen Husileri 28 ticari gemiye saldırmış. Son saldırıda her nasılsa 3 ABD askeri öldürülmüş. Sert bir cevap için gözler Amerika’ya çevrildiği zaman bile ciddi bir şey olmayacağı belliydi. Nitekim Biden açıklama yaptı, ABD’nin İran gibi bir vekâlet savaşının içine girmek istemediğini söyledi. Tuhaf ve mesnetsiz iddialarla başka ülkeleri işgal edip milyonlarca insanın kanına giren ABD'nin İran ile ne tür bir oyun oynadığını görüyor musunuz?

İktidarını ciddi tehlikede gören Netanyahu hem içeride muhalefeti yatıştırmak hem Filistin direnişi için yeni bir darbe indirmek için İran gibi bir devlete her zaman ihtiyaç duyar. ABD ve diğer batılı güçler, İsrail savunuculuğu için İran’dan daha iyi bahane bulabilir mi?

Tüm bölgeyi karıştırıp kendi emperyal amaçları için vekil örgütler organize eden İran’ın varlığı, batılı silah şirketlerinin ekmek teknesi değil de nedir?

Her gün Irak, Suriye, Yemen'de, kısacası tüm bölgede güvensizliğin temel unsuru olan İran, Arap ülkelerinin savunma yatırımlarının ana sebebi değilse nedir?

Şimdi varın İran ile ABD arasında vekâlet savaşı denildiği zaman kimin kiminle, niçin savaştığını bir düşünün. Ne dersiniz, ortada bir savaş mı var, yoksa danışıklı dövüş mü?