İran protestoları geçici bir isyan mı, yoksa devrim mi?

Bugünlerde dünya basınının gözü kulağı İran’da. Türkiye basınının büyük kısmı hâlâ meseleye göz ucuyla bakıyor. Bir genç kızın başörtü kuralına uymadığı için İrşad Devriyeleri tarafından gözaltındayken ölmesinin ardından başlayan protestolara herkes başka bir açıdan yaklaşıyor.
Bugünlerde dünya basınının gözü kulağı İran’da. Türkiye basınının büyük kısmı hâlâ meseleye göz ucuyla bakıyor. Bir genç kızın başörtü kuralına uymadığı için İrşad Devriyeleri tarafından gözaltındayken ölmesinin ardından başlayan protestolara herkes başka bir açıdan yaklaşıyor.

Bugünlerde dünya basınının gözü kulağı İran’da. Türkiye basınının büyük kısmı hâlâ meseleye göz ucuyla bakıyor. Bir genç kızın başörtü kuralına uymadığı için İrşad Devriyeleri tarafından gözaltındayken ölmesinin ardından başlayan protestolara herkes başka bir açıdan yaklaşıyor. Olayların kadın profili etrafında şekillenip başlamasını temel alıp feminist bir devrim olarak gören de var. İran rejiminin rivayetlerine inanıp Batı komplosu olarak gören de. İtirazların örtünme gibi hassas bir konudan alevlenmesinden mütevellit haz almayan bir kesim de mevcut. Siyasî ve ideolojik tercihlerle olayın adını koyup görmezden gelme çabalarının değiştiremediği tek gerçek ise bugün İran sokaklarında cereyan eden isyandır. Peki, bu isyan İran’da beklenen devrimin işaret fişeği midir? İşte bu, her kesimin ortak merak konusu.

13 Eylül 2022’de Tahran’da ‘Ahlâk Polisi’ olarak tanınan İrşad Devriyeleri tarafından, kılık kıyafetinin yeterince İslâmî olmadığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra götürüldüğü bir programda öldüğüne dair videoları neşredilen Mahsa Amini, krize dönüşen isyanın ateşini yakan isim oldu. İran’ın Kürdistan Vilayeti’nden abisiyle birlikte Tahran’a geldiği sırada, metro istasyonu çıkışında İrşad Devriyelerine denk gelen 22 yaşındaki genç kızın etnik aidiyeti başta çok konuşulsa da mesele hızla ulusal bir hâdiseye dönüştü. İran polisinin çelişkili açıklamaları özellikle İran dışındaki toptancı yaklaşanları inandırmış gözükse de, İran halkını asla iknâ edememiş gözüküyor. Benzer olayların daha önce de tekrarlanması devlet aygıtına olan güvensizliğe eklenince, İran halkı için tek gerçek; yönetimin yalan söylemesidir.

Rejim verdiği sözleri̇ tutmadı

Hâdiselerin doğru analizi için itirazların ilk hedefinde olan ‘Zorunlu Başörtü yasasının ve uygulanması’nın geçmişine bakmak lazım. 1979’da İslâm Cumhuriyeti doğduğu zaman birçok vaatler ile halkın karşısına çıktı. Verilen dünyevî sözler kadar uhrevî sözler de çoğunluğu Müslüman olan İran halkının ilgisini çekmişti.

Şii mezhebinin Velâyet-i Fakih yorumuyla doğan yeni rejim, bireysel ve siyasal özgürlükler, ekonomik refah, iç ve dış politikada tam bağımsızlık gibi sloganların yanında, gelmiş geçmiş dünyada örnek ve tek doğru olarak nitelendirilen bir ahlâki sistem oluşturmayı da vadediyordu. Devletin güçlü bir şekilde desteklediği bu ideoloji en ufak muhalefete bile yol vermedi. Neredeyse yarım asrın sonunda devrimin diğer sloganlarına da halkın iknâ olduğunu söylemek güç. Arzu edilen ahlâki değer sistemi inşâsı da gerçekleşmedi. Devrim Lideri Seyyid Ali Hamaney de defalarca bu konudan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi. Toplum ile devlet arasındaki gedik giderek açıldı ve bugün o gedikten kan sızıyor.

1979’da İslâm Cumhuriyeti doğduğu zaman birçok vaatler ile halkın karşısına çıktı.
1979’da İslâm Cumhuriyeti doğduğu zaman birçok vaatler ile halkın karşısına çıktı.

Bu isyan neden bir ilk?

Siyaset alanı halka kapalı olunca, sokaklar ses çıkarabilecek tek adres haline gelmiş durumda. Buna bir de idarecilerin sorunları anlama, kabul etme ve çözme çabası ve iradesinin yetersizliği eklenince, İran’dan gelen haberler hep halk ayaklanmaları tarzında görünüyor. Devrimin ilk günlerinden itibaren siyasî cenahların sokak protestolarıyla güç yarışı bir gelenek haline geldi. Daha sonra siyaset alanı tüm muhaliflerden tasfiye edilince, sokaklar da iktidarın güç alanına geçti. Evet, sokaklar İran’da iktidar için hâlâ kullanışlı. İtirazları geçersiz kılmak ve güç gösterisi için yönetim bugün de her itirazın ardından sokakları kendi taraftarlarıyla doldurmaya çalışıyor. Ancak bu defaki itirazların öncekilerden önemli farkları var.

Eser sahibi, Mahmoud Salami.
Eser sahibi, Mahmoud Salami.

Rejim kadını en başından beri kontrolü altında tutmak, siyaset meydanından ve kısaca toplumdan silmek istediği için, kadın bizzat varlığı itibarıyla bir itirazî eylem durumunda. Bunun üstüne bir de ahlâkî değerler üzerinden sorgulanıp ölmesi, İran açısından bir ilki ifade ediyor.

Gözardı edilmeyecek kadar önemli olan diğer bir husus da, rakip grupların şimdilik ortak hedef için yürüyebilmeleridir. Zorunlu başörtüsü, etnik ve hatta inanç fark etmeksizin İran’da ortak bir mesele olarak, yönetimin en bariz müdahale ve baskı simgesi olarak görülüyor. Nitekim farklı etnik grupların protestolara destek vermesi, ortak hareket etme açısından önemli bir pratiktir.

Başka bir konu da, orta sınıfın uzun bir aradan sonra itirazlarda aktifleşmesidir. Zira birkaç yıldır ekonomik gerekçelerle başlayan itirazlarda orta sınıf itiraz edilen çoğu şeye katılsa da fiilen sokaklara inmekten geri duruyordu.

Bir başka mühim mesele de, İran’da muhafazakâr kesimin çok önemli bir kısmının devletin söylem ve eylemlerine iknâ olmamasıdır. Yâni “İslâm Cumhuriyeti”nin garanti gördüğü bir toplum kesimi neredeyse kalmamıştır.

Devrimin taşları mi döşeniyor?

Ucuz komplocu söylemleri bir tarafa bırakırsak, her halk itirazının ardından “İran’da rejim değişir mi?” sorusunun gündeme gelmesi, mevcut sistemin ne kadar sallantıda olduğunun bir delilidir. Ancak 1979 İslâm Devriminden sonra yaşanan büyük hayal kırıklığı hâlâ hafızalardaki yerini koruyor. Siyasi özgürlük, bağımsızlık ve iktisâdî refah için çıkılan yolun sonunda şahsî hürriyetlerden de olup daha sefil bir duruma düşen İran halkı, benzer tecrübenin tekrarlanmasından fazlasıyla endişeli.

Öte yandan mevcut sistemin tüm reform köprüleri yıkması ve bir türlü kapsayıcı ve çözüm odaklı siyaset geliştirememesi, hatta öyle bir irade dahi göstermemesi umutların tamamen bitmesine yol açmış gözüküyor. Muhalefete alan tanımayan bu sistemde, muhalif siyasetçilerin çıkıp halka öncülük etmesini beklemek pek muhtemel değil. Yurt dışında bulunan muhalif güçlerin ise tek yumruk olması için alması gereken uzun bir yol var. Ancak tüm engellerin Tahran yönetiminin basiretsizliği karşısında göze alınır olması da işin başka boyutu. Kısacası, İran kendi kendine yetiyor ve dışarıdan birilerinin müdahalesine hiç gerek kalmıyor.

- Fars Milliyetçileri, otoritenin sarsılmasıyla toprak bütünlüğünü tehlikede görüyor.

- Liberaller, şiddetin artmasıyla kalıcı huzura kavuşma konusunda endişe duyuyor.

- Sol gruplar, 79 tecrübesinin tekrarlanmasından korkuyor.

- Muhafazakâr kesim ise yapılan hataların onların adına faturalanmasından korkup, rejim sonrasındaki geleceğini kestiremiyor.

Fars Milliyetçileri, otoritenin sarsılmasıyla toprak bütünlüğünü tehlikede görüyor.
Fars Milliyetçileri, otoritenin sarsılmasıyla toprak bütünlüğünü tehlikede görüyor.

Ancak hepsinin buluştuğu ortak nokta; mevcut durumdan fazlasıyla rahatsız olup reform için umutsuz olmalarıdır. İşte bu yüzden halkın itiraz potansiyeli bugün sokaklara yansıyandan çok daha fazladır. Lakin molla rejiminin otoriteyi elinde bulundurup sokaktaki sesi bastırabilmesi, itirazların kalıcı bir sonuç elde etmesini imkânsız kılıyor. Protestolar sürer ve buna öğretmenler ile işçilerin grevi gibi konular da eklenirse, İran’ın kalbinin attığı çarşı-pazarın da protestocular safına geçmesini beklemek mümkün. İşte o zaman komşuda yeni bir devrimden söz edebiliriz.