İslam şerîatı mı, Kemalist şerîat mı?

İslam şerîatı mı, Kemalist şerîat mı?
İslam şerîatı mı, Kemalist şerîat mı?

Türkiye’de iktisat, eğitim, kültür ve dahi nice sahalar yamanmaktan bitap düştü ve hiçbir netice hasıl olmadı. Esaslı bir düşünce, köklü bir değişim yaşanmadığı müddetçe atalarını temsil edecek bir nesil mümkün gözükmüyor. İlâyı Kelimetullah uğruna can vermiş bir milletin çocuklarının İslam şerîatına, dolayısıyla İslam’a düşmanlığının hesabını makam sahipleri ne kullara ne de Allah’a veremezler. Artık sözlerin, esaslı nutukların, göz yaşartan hitapların kıymeti kalmamıştır. Aksine nesli, Rabbine (c.c.), Peygamberine (a.s.v.) ve ecdadına layık yetiştirmenin hesabı vardır.

Seçim yaklaştıkça bir yandan hilafet diğer yandan da şerîat tartışmaları yapılıyor. Tartışmaya sebep olanların çoğu seküler, laik ve kafatasçı çevrelere mensup kimseler. Bazıları ise Ak Parti ve hükümetle ilişkilerini koparmamış güya dindar bir takım kalemşörler.

Bu tartışmanın iki sebebi var. İlki, İslam’dan nefret. İkincisi ise iktidarı sıkıştırmak. Gazze yürüyüşünde bir kişinin Kelime-i Tevhid yazılı bir flamayı taşıması ikincisi ise benzer tartışmalar üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurduğu şu cümleler:

“Son dönemde, Türkiye karşıtı kimi çevreler tarafından çift kulvarlı bir kampanya yürütülüyor. Bunlardan ilki, lümpen faşistlerin gündeme getirmeye çalıştığı 'İslamsız Türklük' tanımlarıdır. Milletin, İslam'a ve Kur'an'a hizmetle geçen 1300 yıllık şanlı tarihi bu şekilde yok sayılmaya çalışılıyor. Böylece milletimizi ayakta tutan, milletimize asli kimliğini kazandıran tarîhî, kültürel ve beşerî değerleri tahrip edilmek isteniyor.

Çok açık ve net söylüyorum, İslam'ın gaza ruhunu taşımayan bir Türklük tanımı ve projesi, aslında Türk milletini müzeye kaldırma, folklorik bir öge haline getirme teşebbüsleridir. Burada gâye milletin mayasını bozmak, dışarıdan sarsamadıkları kaleyi içeriden çökertmek, mümkünse teslim almaktır.

Kampanyanın ikinci kulvarında ise farklı maskeler altında sahnelenen şerîat düşmanlığı var. İslam'ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şerîata düşmanlık, esasında dinin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak elbette bir tercih meselesidir ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur. Dahası her iki tartışmanın da Kelime-i Tevhid'den habersiz, elifi görse mertek zanneden cahil cühela kesimlerce köpürtülmesidir.

Ülkenin hukuku savunmakla görevli kimi baroları Kelime-i Tevhid lafzının yazılı olduğu bayraktan rahatsız olmuş. Hatta son derece edepsiz ifadelerle suç duyurusunda bulunabiliyor. Bu ülkenin kendini ‘sanatçı’ diye tanımlayan kimi şahsiyetleri, inancını dosdoğru yaşamaktan başka gayesi olmayan milyonlarca vatandaşımızı 'gerici, yobaz, mürteci' diyerek tahkir edebiliyor.

Bu ülkenin en büyük ikinci siyasi partisinin şu anki genel başkanı, çocuklara din eğitimi verilmesine 'orta çağ zihniyeti' deme gafleti gösterebiliyor. Milletimizin evlatlarına mukaddes kitabını, peygamberini, inanç değerlerini öğretmesi karşısında bunları âdeta afakanlar basıyor. Bu tür menfi örnekleri daha da uzatmak mümkündür, o kadar vaktimiz yok” demişti Erdoğan.

Bunun üzerine CHP Genel Başkanı Özgür Özel yaptığı açıklamada, Erdoğan’ın şerîat gündeme getirmekte samimi olmadığını ileri sürdü.

Peki şeriat nedir?

Arapça bir kelime olan şerîat; yol açmak, kanun koymak, açık, doğru ve düz yol, herkesin uyması için konan her çeşit kural, kânun, yasa, düzen ve nizam gibi mânâlara gelir.

Her inanç ve ideolojinin hukuku, o inanç ve ideolojinin şerîatıdır. Bu veçheden bakınca Türkiye, Kemalist şerîatın uygulandığı bir ülkedir. Mesela İsrail, Musevi ve siyonist şerîatlarının karması bir ülke. İran, İslam şerîatına değil Şii-Pers şerîatına sahiptir.

Ancak Türkiye’de kavramların içi boşaltıldığı için tek başına şerîat kelimesi İslam’ı anlatır hâle gelmiştir. Deseler ki biz İslam Şerîatına karşıyız. Ama demezler çünkü içinde İslam geçen her kelimeye toplumun itiraz edeceğini bilirler.

Şerîatı el-kol kesme, çok evlilik ve idam gibi istisnai hallere indirgeyen bu sapkın zihniyetin asıl amacı, İslam’ın bütününe itiraz etmektir ama bunu açıktan yapacak cesarete sahip değiller.

Oysa İslam, Cenâb-ı Hakk’ın vazettiği hükümleri kıyamete dek geçerli ve insanlığa refah ve huzur sunacak yegâne dindir. İslam şerîatına karşı çıkanlar, diğer şerîatlara asla itiraz etmezler. Bunun da sebebi zâten mâlumdur.

İslam şerîatın da hükmün kaynağı Allah-ü Teâlâ’dır. Diğerlerinde ise beşerin bizatihi kendi nefsi. Türkiye’deki kemalist şerîatın vazettiği hukuk ve yönetim biçiminde şerîat hükümleri sadece öldüğünüzde geçer. Yaşarken ise İsviçre’nin, Roma’nın kısaca Avrupa ve Amerikan’ın kimi seküler kimi de Hıristiyan kültürünün esaslarını oluşturan karma bir hukuk ve yönetim dolayısıyla şerîatı câridir.

‘Şerîatın kestiği parmak acımaz’

Seküler çevrelerin düşmanlık ettiği ve öcü olarak gösterdiği şerîat yani İslam şerîatı bizatihi hak ve adâletin ta kendisidir. Özü itibariyle şerîat adâlete riâyettir. Bunun içindir ki Türk milleti, “Şerîatın kestiği parmak acımaz” diyerek hukukun temel umdesini özetlemiştir.

Şiir ve veciz sözleriyle tanıdığımız Ziyâ Paşa merhum “Muhammediyye’den daha muhkem bir kānun bulmak kābil midir?” diye sorarken Niyâzî-i Mısrî hazretleri ise şerîatı, Hz. Peygambere şartsız ittibâ olarak özetler. Bu cepheden baktığınızda şerîata (İslam şerîatına) itiraz, açık ve net bir şekilde İslam’ı reddetmektir. İslam’ı red ise küfrün dibidir.

Bunu bu şuurla söyleyenlere elbette kimsenin diyecek bir şeyi olamaz. Kişi Müslüman değilse şerîata itiraz etmesinden daha tabii bir şey yok. Peki, kendini Müslüman olarak telakki ve tarif edip, şerîata itiraz etmek neyin nesidir? Şüphesiz ya cehaletin eseridir yahut da kinin.

Bu hususta cehalet mazeret değildir ve kişiyi dinden,imandan eder. Kin ise kriptoluğun, Müslüman görünümlü münafıklığın alâmeti farikasıdır.

  • Yunus Emre merhumun,
  • “Severim ben seni candan içerû
  • Yolum vardır bu erkândan içerû
  • Şeriât, tarikat yoldur varana
  • Hakikât, mârifet andan içerû
  • Dinin terk idenin küfürdür işi
  • Ol ne küfürdür imandan içerû” şeklindeki dizeleri ehli iman için yeterli özettir.

Yine şerîat, Allah’ın kulları için peygamberleri vasıtasıyla koymuş olduğu îman, ahlâk, ibâdet ve hukukla ilgili kâidelerin bütünüdür. İslam’ın hükümlerini ukûbat ve muâmelat diye ikiye ayırırız. Muâmelat gündelik hayatta kullandığımız muamele kelimesinden de anlaşılacağı üzere karşılıklı davranışlardır. İslâm hukukunun suçlar için koyduğu cezalar ise ukûbat başlığı altında toplanır.

Mesela bir kadının İslam’ın miras taksimine itiraz etmesi, bir erkeğin muhtaç durumdaki anne, kız kardeş, kız evlat, hala, teyze gibi kadın akrabalarının iâşe hukukuna riayet etmeyi reddetmesi şerîatın hükümlerini reddetmekten başka bir mânâya gelmez. Bunlara itiraz, Allah-ü Teâlâ’dan daha âdil olduğu iddiasını içerir ki, maazallah kişinin indi İlâhiyye’deki hükmüne büyük zarar verir.

Mevcut eğitim sistemimiz dinin, şerîatın ve diğer mefhumların ne olduğunu öğretmiyor. Öğretse bile kemalizmin bakış açısından gösteriyor her şeyi. Bu da düşünce olarak körleşmiş bir nesil ve toplum inşa ediyor. Aksi halde Şerîat-ı garrâ-ı Muhammediyye’ye düşman bir toplum ortaya çıkmazdı, çıkamazdı.
Mevcut eğitim sistemimiz dinin, şerîatın ve diğer mefhumların ne olduğunu öğretmiyor. Öğretse bile kemalizmin bakış açısından gösteriyor her şeyi. Bu da düşünce olarak körleşmiş bir nesil ve toplum inşa ediyor. Aksi halde Şerîat-ı garrâ-ı Muhammediyye’ye düşman bir toplum ortaya çıkmazdı, çıkamazdı.

Neden bu haldeyiz?

Günümüz Türkçesinin özellikle de İstanbul ve edebiyat Türkçesinin ruhunu tümüyle kaybettiği inkâr edilemez bir gerçek. Kelimeler, ruhunu dolayısıyla mânâlarını kaybetti. Ruhu olmayan şey eşyalaşır ki lisanın buna tahammülü yoktur.

Mevcut eğitim sistemimiz dinin, şerîatın ve diğer mefhumların ne olduğunu öğretmiyor. Öğretse bile kemalizmin bakış açısından gösteriyor her şeyi. Bu da düşünce olarak körleşmiş bir nesil ve toplum inşa ediyor. Aksi halde Şerîat-ı garrâ-ı Muhammediyye’ye düşman bir toplum ortaya çıkmazdı, çıkamazdı.

Türkiye’de iktisat, eğitim, kültür ve dahi nice sahalar yamanmaktan bitap düştü ve hiçbir netice hasıl olmadı. Esaslı bir düşünce, köklü bir değişim yaşanmadığı müddetçe atalarını temsil edecek bir nesil mümkün gözükmüyor. İlâyı Kelimetullah uğruna can vermiş bir milletin çocuklarının İslam şerîatına, dolayısıyla İslam’a düşmanlığının hesabını makam sahipleri ne kullara ne de Allah’a veremezler. Artık sözlerin, esaslı nutukların, göz yaşartan hitapların kıymeti kalmamıştır. Aksine nesli, Rabbine (c.c.), Peygamberine (a.s.v.) ve ecdadına layık yetiştirmenin hesabı vardır.