İsrail-Suud normalleşmesi: Fırsatlar mı daha büyük zorluklar mı?

İsrail-Suud normalleşmesi.
İsrail-Suud normalleşmesi.

Suudi Arabistan’ın Filistin’e ilk kez büyükelçi ataması kararının, bu noktada süreci biraz karmaşıklaştırması da beklenebilir. Söz konusu kararla Suud yönetimi iç ve dış kamuoyuna ‘Filistin davasından vazgeçmediği’ mesajı verirken, olası bir anlaşmada Filistin konusunun öncelikli olduğunun altını çizerek, normalleşme sürecinin ‘Riyad’ın istediği koşullar altında’ yürütüleceği de vurgulanmış oldu.

New York Times’ın meşhur köşe yazarı Thomas Friedman 27 Temmuz tarihinde İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşmeye dâir oldukça ses getiren ve tartışmaya neden olan bir yorum yazısı kaleme aldı. Bu yazıyla başlayan süreçte Beyaz Saray'ın İsrail ve Suudi Arabistan ile Ortadoğu'yu yeniden şekillendireceği belirtilen üçlü bir büyük “pazarlık” üzerinde ciddi anlamda çalıştığına dâir haberler ve yorumlar birbiri ardına gelmeye devam etti, ediyor.

ABD’den üst düzey diplomatların son aylarda Suudi Arabistan'a artan ziyaretleri de söz konusu anlaşmanın şartları hakkında detaylı müzakereler yapıldığını doğrularken, ABD basınında detayların “önümüzdeki 9 ila 12 ay içinde" çözülebileceğine dâir “ihtiyatlı bir iyimserlik" olduğu belirtiliyor.

Muhammed bin Selman.
Muhammed bin Selman.

Ancak bir yandan bu iyimserliğe rağmen böyle bir anlaşmanın hayata geçmesine dâir ciddi bir “acaba” da var. Nitekim Friedman’ın kendisi de Washington DC merkezli Körfez çalışmaları düşünce kuruluşu AGSIW'in düzenlediği online panelde, bu anlaşmanın özellikle ABD seçimlerinden önce tamamlanabileceğine dâir şüphelerin tamamen haklı olduğunu kabul etti. Beyaz Saray da görüşmelerin henüz erken bir aşamada olduğunu ve basında çıkan haberlerde îmâ edildiği kadar ileri düzeyde olmadığını vurguluyor.

Suudi Arabistan, İsrail ile ilişkilerini normalleştirme karşılığında ABD'den resmi ve yazılı olarak;

- Sistematik bir takım güvenlik garantileri,

- Sivil nükleer programı için destek,

- Daha gelişmiş Amerikan silahlarına erişim ve

- İşgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilere yönelik önemli tavizler istiyor.

Washington yönetimi Senatoyu aşabilir mi?

Hâl böyleyken, bölgeye dâir ve hatta global dengeler açısından bu denli önemli bir üçlü anlaşmanın önündeki engeller, taraflara sağlayabileceği potansiyel faydalara rağmen oldukça büyük gibi duruyor. Washington'daki en büyük zorluğun, Suudi Arabistan'ın istediği belirtilen resmi güvenlik ortaklığını onaylaması gereken Senato'dan geldiği söylenebilir.

Suudi sivil nükleer programına verilecek destekle ilgili ciddi bir ayak direme olacağını tahmin etmekse hiç güç değil. Benzer şekilde Senato'da Suudilerin, gelişmiş ABD silahlarına erişimi konusunda da ciddi tartışmaların yaşanması hemen hemen kesin gibi.

Böylesi bir anlaşmadan en kazançlı çıkacak tarafın İsrail olarak görülmesi, Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesinin “İsrail'in daha geniş Arap ve İslam dünyasıyla ilişkilerinin diplomatik ve ticârî açıdan normalleşmesini neredeyse garanti altına alacağı” argümanına dayanıyor. Ancak potansiyel kazancına rağmen İsrail Başbakanı Netanyahu ve büyük ölçüde ilhak yanlısı Likud ile birkaç küçük aşırılık yanlısı partinin liderliğindeki aşırı sağcı mevcut İsrail kabinesinin gerek işgal konusunda gerekse Filistinlilere önemli tavizler vermesini beklemek pek gerçekçi görünmüyor.

Aşırı uçlardaki irili ufaklı partilerin yer almadığı alternatif ve daha “ılımlı” bir koalisyonun, birçok İsraillinin düşman olarak gördüğü Filistinlilere anlamlı tavizler verebileceği varsayımı da kesin değil.

Baskın seçim hesapları

Kısaca özetlersek; Biden yönetimi ABD'de gelecek yıl yapılacak seçimlerden önce büyük bir dış politika zaferi elde etmek ve Orta Doğu’da etkisini artıran Çin’e karşı bölgesel ittifaklarını sağlamlaştırmak isterken, İsrail’de Netanyahu ise haftalardır devam eden tartışmalı yargı reformu protestolarını bastırmak ve krizdeki iktidarını kurtarmak için Riyad Anlaşması’nı bir nevi fırsat olarak görüyor. Bunlar söz konusu tarafların motivasyonlarının kabaca bir özeti denebilir.

ABD ve İsrail tarafındaki engeller üzerine uzun uzun tartışılabilir. Biraz da Suudi Arabistan tarafındaki engellere ve fırsatlara odaklanalım…

Suudi tarafındaki fırsatlar ve zorluklar

Suudi Arabistan, İsrail ile ilişkileri normalleştirme hususunda, diğer Körfez ülkeleri Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'in Eylül 2020'de Abraham Anlaşmalarını imzalarken olduğundan çok daha karmaşık ve riskli bir dizi hesapla karşı karşıya. Muhammed bin Selman’ın yönetmesi gereken daha kırılgan ve çetrefilli bir iç siyasetin varlığının yanı sıra böylesi bir anlaşmaya karşı Suudi Arabistan içerisinde oluşabilecek tepkileri de göz önünde bulundurmaması imkânsız.

Öte yandan son anketlere göre, İsrail’deki aşırı sağcı kabinenin de etkisiyle Abraham Anlaşmaları’nın Arap dünyasında halklar nezdinde giderek daha az desteklenir hâle geliyor olması da göz önüne alındığında Riyad’ın anlaşmayı bölgeye ve “İslami liderlik” rolleri üzerindeki muhtemel olumsuz etkileri ile değerlendirip dikkatle tartması son derece normal.

Suudi Arabistan son yıllarda Filistin Yönetimi’nin güçlendirilmesi ve kontrolündeki alanların genişletilmesi, yerleşim faaliyetlerinin sınırlandırılması ya da işgal altındaki Filistin topraklarının ilhak edilmeyeceğinin taahhüt edilmesi gibi iki devletli çözüme yönelik beklentileri güçlendirecek, İsrailliler tarafından atılacak müşahhas adımlar olmaksızın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeyeceğini açıkça ifade etti. Ancak ABD ve Suudi Arabistan'ın bu tür adımları mevcut İsrail hükümetinden temin etmesi zor olabilir.

Suudi Arabistan’ın Filistin’e ilk kez büyükelçi ataması kararının bu noktada süreci biraz karmaşıklaştırması da beklenebilir. Söz konusu kararla Suud yönetimi iç ve dış kamuoyuna ‘Filistin davasından vazgeçmediği’ mesajı verirken, olası bir anlaşmada Filistin konusunun öncelikli olduğunun altını çizerek, normalleşme sürecinin ‘Riyad’ın istediği koşullar altında’ yürütüleceği de vurgulanmış oldu. Böylesi bir zamanda gelen bu kritik kararı, uzun ve çetrefilli bir yolda bir yandan kamuoyunu hazırlama sürecinin ilk somut adımı olarak da okumak mümkün.

Burada İsrail’in hiçbir zaman Suudi Arabistan için tam anlamıyla gerçek bir güvenlik tehdidi olarak görülmediğinin altını çizmek gerek. Bu açıdan İsrail ile yapılacak bir barış anlaşması, Krallığa yönelik tek gerçek tehdidin, İran ve Husilerden kaynaklanacağı anlamına gelir ve bunu bir kez daha pekiştirir ki, nitekim İran, Körfez -ve bilhassa Suud- için İsrail’den çok daha büyük bir tehdit olagelmiştir.

Suud yönetimi ve müstakbel kral Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan’ın geleceği noktasında büyük yatırım yaptığı “Vizyon 2030”un getireceği refahı korumak, bu doğrultuda bölgede barışı sağlama ve koruma misyonu ile revize ettiği dış politikasında söz konusu anlaşmayı ileriye doğru atılacak büyük bir adım olarak görüyor.

Bu noktada elindeki kozları iyi değerlendirip kullanarak, İsrail ile açık bir normalleşmeyi er ya da geç bugün olmasa bile yarın hayata geçirecektir. O zamana kadar yaşanacakları, iniş çıkışları veya gel-gitleri, stratejik bir hedefin gerçekleştirilmesi yolunda ‘taktiksel’ adımlar olarak değerlendirmek gerek…

  • Ağustos ayında neler oldu?
  • • İran'dan Suudi Arabistan'a 7 yıl aradan sonra en üst düzey ziyaret
  • İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Tahran-Riyad arasında 7 yıl sonra ilişkilerin yeniden kurulmasının ardından ilk kez Suudi Arabistan'a gitti.
  • Suudi Arabistan'da 2 Ocak 2016'da aralarında Şii din adamı Nimr en-Nimr'in de bulunduğu 47 kişinin "terör" suçlamasıyla idam edilmesinin ardından iki ülke arasındaki ilişkiler kesilmişti.
  • İran ile Suudi Arabistan 10 Mart'ta 7 yıl aradan sonra Çin’in arabuluculuğunda ilişkileri normalleştirme kararı almış ve karşılıklı büyükelçiliklerinin yeniden açılması, iki ülke arasındaki uçuşların yeniden başlatılması ve vizelerin kolaylaştırılması konusunda anlaşmaya varmıştı.
  • • Suudi Arabistan'dan Filistin'e ilk büyükelçi ataması
  • Suudi Arabistan, ABD'nin arabuluculuğunda İsrail ile yürüttüğü normalleşme görüşmeleri sırasında tarihinde ilk defa Filistin'e büyükelçi atadı.
  • Suudi Arabistanlı Büyükelçi Nayif bin Bender el Sudeyri, 12 Ağustos'ta güven mektubunu, Ürdün'ün başkenti Amman'daki Filistin Büyükelçiliğinde Filistin Devlet Başkanı Diplomasi Müsteşarı Mecdi el-Halidi'ye teslim etti.
  • Suudi Arabistan'ın Filistin'e atadığı ilk büyükelçi el Sudeyri'nin "tam yetkili olağanüstü büyükelçi" ve aynı zamanda mukim olmayan Kudüs Başkonsolosu olarak görev yapacağı belirtildi.
  • Atama sonrası Büyükelçi’nin, ülkesinin işgal altında bulunan Doğu Kudüs'teki eski başkonsolosluğunun 1947'deki açılışına âit bir fotoğrafı sosyal medyada paylaşması da dikkat çekti.
  • • Mısır, Ürdün ve Filistin arasında 3’lü zirve
  • Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah el Sisi, Ürdün Kralı 2. Abdullah ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile Mısır’ın liman kenti el Alameyn’de üçlü bir zirve gerçekleştirdi.
  • Mısır tarafı görüşme sonrası yaptığı açıklamada İsrail-Filistin sorununun öncelikle masaya yatırıldığını belirterek, üç liderin de “iki devletli çözüm ve Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olması konusundaki kararlılıklarını yinelediklerinin” altını çizdi.
  • Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin öncelikle bu üçlü zirvede gündeme geldiği aktarıldı.