İsrail Türkiye’ye saldırabilir mi?

Aralık 2024’te Suriye’de Esad rejimi devrilip yerine Türkiye destekli bir hükümet kurulduğunda, israil için 77 yıldır tıkır tıkır işleyen sistem bir anda alt üst oldu. Kurulduğu 1948’den bu yana çevresinde ‘istikrarlı bir devlet’ olmaması için Batıyla beraber operasyonlar yürüten israil, bir sabah ‘Türkiye ile komşu olma’ ihtimaliyle uyandı.
Gazze’de soykırım devam ederken yaşanan Suriye devrimi, israil için hem bir fırsat hem de büyük bir tehlike oldu. Fırsatı değerlendirmek için Suriye’deki yönetim boşluğundan faydalanarak ülkenin güneyinden doğusuna doğru bir koridor açmaya başladı. Birkaç gün içinde Gazze’den daha büyük bir alanı Suriye’de işgal etti. Amaçladığı koridoru, SDG’nin elindeki bölgelere kadar götürebilirse, ‘büyük israil’ haritasının doğu sınırına ulaşacağını görerek büyük bir heyecana kapıldı.
Ama bu fırsat, yanında Türkiye gibi bir ‘tehdit’ de getirmişti. israil, kurulduğu 1948’den bu yana ilk defa gerçek bir devletle fiili olarak komşu oldu. Ama bu devlet, çaldığı toprakların son sahibi olan Osmanlı’nın mirasçısı ve bölgenin en büyük askerî gücü olunca, israil farklı tedbirler alma ihtiyacı duydu.
‘Türkçe bilen hâinler aranıyor’

İşgalcilerin iç istihbarat örgütü Şin Bet, geçtiğimiz Şubat ayında bir ‘iş ilanı’ yayınladı. Buna göre “israiliin iç güvenlik operasyonlarında çalışmak üzere Türkçe bilen kişiler” aranıyordu. Terör örgütü, iş ilanının gerekçelerini kamuoyuna açıklamadı. Sorulan hiçbir suâle cevap vermedi ve yapılan hiçbir yorumu dikkate almadı.
Ama israilde herkes her şeyin nedenini ve işlerin bundan sonra nasıl yürüyeceğini biliyordu. israil medyasında o günlerde şu yorum ve benzerleri revaçtaydı: “Birkaç ay öncesine kadar Türkiye, iki ülke arasındaki büyük coğrafi mesafe nedeniyle İsrail için büyük bir güvenlik tehdidi olarak ciddiye alınmıyordu. Ancak Suriye'nin Türkiye destekli güçlerin eline geçmesi, bu denklemi değiştirdi ve artık giderek daha fazla sayıda insan, Türkiye'nin israili doğrudan nasıl tehdit edebileceğini araştırıyor.”
Şin Bet’in Türkçe bilen eleman arayışından sadece günler sonra, Mart ayında terörist israil işgal güçleri X'te Türkçe bir hesap açtı. Daha doğrusu, var olan Türkçe hesabından ilk paylaşımını yaptı çünkü o hesap, Aralık ayında Suriye’de devrim gerçekleştiğinde açılmış ve uykuya yatırılmıştı.
İran aradan çıktı
Varlığının tehdit altında olduğunu söyleyebilmek için her zaman İran’ı kullanan israil, Haziran 2025’te ABD ve Arap ülkelerinin desteğiyle 12 günde İran’ı bu oyunda saf dışı bıraktı. ‘12 gün savaşı’ dediği bu saldırılarda İran hava sahasına tamamen hâkim oldu.
Türkiye gibi bir düşmana karşı hazırlanması gerektiği için mi İran’ı aradan çıkarmak istedi yoksa İran’ı saf dışı bıraktıktan sonra yeni bir düşmana ihtiyaç duyduğu için mi ‘Türkiye’ye meydan okudu’ tartışılır. Ama Eylül başı, israilin doğrudan Türkiye’yi tahriklere başladığı günler oldu.
İstihbarat oyuna girdi
3 Eylül’de işgalcilerin iç istihbarat servisi Şin Bet, sözde güvenlik bakanı ıtamar ben gvir'e suikast planını engellediğini ve Hamas üyelerinin tutuklandığını iddia eden bir açıklama yaptı.
İşgal altındaki Batı Şeria'nın El Halil bölgesinde bir Hamas hücresinin çökertildiğini, üyelerinin tutuklandığını ve bomba yüklü insansız hava araçlarına el konulduğunu iddia eden Şin Bet, bu hücrenin, "Ben Gvir'e suikast saldırısı düzenleme niyetiyle" Türkiye'deki bir Hamas karargâhını işlettiğine ‘inandığını’ açıkladı. İşgal güçleri, Türkiye’yi açıkça ve üst düzeyden “tehdit” ediyordu.
Ama bu da zaten israilin saldırganlık planının bir parçasıydı. Bunu, Şin Bet’in 2 yıl önceki açıklamasından biliyoruz. Aralık 2023’te yani soykırımın ilk aylarında istihbaratın başında olan ronen bar’ın bir ses kaydı sızdırıldı. Kayıtta bar, kabineye hitaben "Kabine bize Hamas'ı ortadan kaldırma hedefini koydu. Bunu her yerde yapacağız: Gazze'de, Batı Şeria'da, Lübnan'da, Türkiye'de, Katar'da. Birkaç yıl sürecek ama başarmak için orada olacağız. Bu bizim neslimizin Münih'i" diyordu.
- Münih

- Filistinli direnişçiler, 1972 Münih Olimpiyatları'nda bir operasyon düzenleyerek 11 israilli sporcuyu rehin aldı. İşgal hapishanelerindeki 234 Filistinli rehinenin serbest bırakılmasını istiyorlardı. Fakat Alman polisi ‘hanibal doktrini’ uygulayınca tüm rehineler öldü. Direnişçiler 5 kayıp verdi ve üçü yakalandı. Bu hâdiseden sonra israil, özel suikast birlikleri kurarak dünyanın farklı noktalarında cinayetler işlemeye başladı. Aralık 1972 ile 1979 arasında en az 10 suikast düzenlendi ve israilin Filistinli liderlerden İranlı nükleer bilim adamlarına kadar bir dizi gizli suikast gerçekleştirdiği iddia edildi.
- Kendisi de yahudi olan steven spielberg, 2005 yılında hem yapımcı hem yönetmeni olduğu ve iki yahudi tarafından yazılmış ‘Münih’ filmini çekti. Film, Münih baskınından sonraki mossad suikastlarını kahramanlaştırmayı hedefliyordu. Senaryoya göre Alman yahudisi mossad ajanı Kaufman, baskına karışan on bir Filistinliyi öldürme görevini yönetmek üzere mossaddan istifa eder ve israil ile resmi bağlarını gizler. Yanına, Güney Afrikalı bir ‘şoför’ (aslında istihbaratçı), Belçikalı bir oyuncak üreticisi (aslında patlayıcı uzmanı), israilli bir temizlik işçisi (aslında israil ordusunda asker) ve Alman bir antikacıyı (aslında sahte belge üreticisi) alarak suikastlara başlar.
- Dünyanın dört bir yerinden toplanan bu ekip Roma’da, Paris’te, Kıbrıs’ta, Beyrut’ta, Londra’da, Atina’da, Hollanda’da ve İspanya’da suikastlar düzenler. Film, Yahudilerin intikamcılığına, acımasızlığına ve ‘yahudiden kaçacak yer yok’ masalına bir saygı duruşuydu.

‘Katar seni vuruyorum, Türkiye sen anla’
Şin Bet’in geçtiğimiz ay yaptığı “Türkiye’yle bağlantılı Hamas suikastçılarını yakaladık” açıklamasını, Türkiye yok hükmünde saydı. Açıkça Türkiye içinde suikast iması yapan suçlamaya cevap verme gereği bile duymadı.
Çünkü 2 yıl önceki ilk suikast imalı tehdit için Türkiye tavrını net olarak koymuş, cevabı da bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan vermişti. "Türkiye'ye, Türklere karşı böyle bir adımı atmaya eğer cüret ederlerse bunun bedelini, bir daha bellerini doğrultamayacak surette ödemeye mahkûm olurlar” diyerek doğrudan israili, “Böyle bir işe kalkışanlar bunun sonuçlarının son derece ciddi olabileceğini unutmamalıdır” diyerek de ona yardım edecek ülkeleri uyarmıştı.
Üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan bu açıklamayı, Katar ziyaretinden dönerken uçakta yapmıştı. Çünkü Katar da israilin suikast düzenlemekle tehdit ettiği ülkeler listesindeydi. Bu ziyaretle iki dost ülke, işgal yönetiminin tehditlerine karşı dayanışma içinde olduğunu dünyaya gösteriyordu.

Ama bu israili durdurmadı. 2023’teki bu açıklamadan sonra Lübnan’da, Suriye’de, Mısır’da ve İran’da suikastlar düzenledi. İran’da Temmuz 2024’te düzenlediği suikastta ateşkes görüşmelerini yürüten Hamas lideri İsmail Haniye’yi şehid etmişti.
Şin Bet’in Türkiye’yi tehdit ettiği geçen ayki açıklamadan sadece 6 gün sonra israil kritik bir sınırı aştı. Suikast listesindeki ‘dokunulmaz’ olduğu düşünülen iki ülkeden biri olan Katar’ı vurdu. Önce Trump’ın ağzından bir ateşkes teklifi yaptıran israil, Hamas liderleri bu görüşme için Katar’da toplandığında Doha’daki Hamas ofisini savaş uçaklarıyla bombaladı.
Saldırının ilk şoku atlatıldığında, saldırının ne anlama geldiği hemen anlaşılmıştı. Doha’daki Hamas ofisinde dumanlar tüterken, dünyanın gündemi “Türkiye-İsrail çatışması” olmuştu bile.
- ‘Yok hükmündedir’
- Katar saldırısının ardından israildeki sabırsız bazı kesimler, ‘sırada Türkiye var’ diye sosyal medya ve israil medyasında heyecanlı açıklamalar yaptı. Bu açıklamalar, Katar saldırısından iki gün sonra toplanan MKYK toplantısı sonrası AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’e sorulunca Çelik bir saniye bile tereddüt etmeden şu cevabı verdi: "Oranın siyasetçilerinden ya da birtakım aktivistlerinden gelen tehditlerin bizim yanımızda hiçbir hükmü yoktur. Bunların hepsi yok hükmündedir.”
- Ömer Çelik’in yok hükmünde olduğunu söylediği açıklamadan sonra Türkiye’ye yönelik tehditlerin dozu artarak devam etti. Ve 5 gün sonra işler daha da ciddiye bindi. Baş terörist netanyahu, doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan bir konuşma yaptı. Kudüs ziyareti sırasında ABD Dışişleri Bakanı’nı da yanına alarak Mescid-i Aksâ’nın altındaki yıkım tünellerine sembolik kazma darbeleri vuran netanyahu, daha sonra yaptığı konuşmada isim vererek Erdoğan’a meydan okudu ve “Kudüs bizim şehrimiz. Erdoğan, senin şehrin değil. Her zaman bizim olacak” dedi.

- AK Parti Sözcüsü Çelik, netanyahu’nun çirkin sözlerine NSosyal hesabından cevap vererek "Soykırım şebekesinin başkanı Netanyahu’nun Sayın Cumhurbaşkanımızı hedef alan sözleri yok hükmündedir” dedi.
- Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ömer Çelik’in ‘yok hükmündedir’ açıklamasını yok hükmünde sayarak netanyahuya cevabı kendisi verdi. Erdoğan’ın tarih dersi de içeren cevabı sonrası israilden gelen tehditler bir süre kesildi.
DAEŞ’in ölüsü bile işe yarıyor
Türkiye’yi savaş ve israil saldırısıyla tehdit etmeye çalışan ilk yazı Haaretz gazetesinde yayınlandı. Yazıda, yurt dışında Türkiye düşmanlığı ile kariyer yapmaya çalışan sözde akademisyen Sinan Ciddi’nin imzası vardı. Aynı kişinin, Türkiye ve Erdoğan düşmanlığı konusunda uzun yıllara dayanan tecrübesi olduğu da biliniyor.
Şin Bet’in ‘Türkçe bilen elemanlar aranıyor’ ilanından sonra Türkiye-Suriye ilişkilerine yoğunlaştığı anlaşılan Ciddi, Ağustos ayında Jerusalem Strategic Tribune isimli lobicilik sitesinde “Türkiye'nin IŞİD ile Sessiz İlişkisi” isimli bir rapor yayınladı. Türkiye’nin DAEŞ’i her zaman desteklediğini ve hâlen de destek verdiğini iddia eden Sinan Ciddi, sözde raporunda Türkiye’den ziyade ismen Erdoğan’a saldırıyordu. DAEŞ ile ilgili bölümü şöyle bitiriyordu: “Sonunda Türkiye'nin kumarı suya düştü. IŞİD, rolünü Suriye iç savaşıyla sınırlamadı. Bölgesel ve küresel bir tehdide dönüştü. Türkiye'nin IŞİD'e savaşçı, silah ve para akışına göz yumarak elde etmeyi umduğu taktiksel faydalar, Rakka'nın enkazı altında kaldı. Ve bir zamanlar Batılı müttefiklerin "örnek Müslüman demokrasisi" olan Erdoğan'ın Türkiye'si, halifelikle flört etmesi nedeniyle itibarının zedelendiğini gördü.”
Yazısının Suriye bölümünde ise Türkiye’nin Suriye’den başlayarak Pakistan’a kadar bir ‘cihat otoyolu’ kurmak istediğini iddia etti. Uzun ve israilin bakışını yansıtan sözde raporu şöyle bitirmişti Sinan Ciddi:
“Sonuç olarak Erdoğan, yalnızca Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla uyumlu bir Suriye yerine, kendi İslamcı dünya görüşüyle tam uyumlu bir Suriye'yi tercih etti. Bu hedef doğrultusunda on yıldan fazla bir süre Esad'ı devirmeye çalıştı. Türkiye'nin 1923'te cumhuriyet olarak kurulmasından bu yana hiçbir Türk lider yabancı bir ülkede rejim değişikliği sürecine girmemişti. Erdoğan bu eğilime karşı çıktı. Esad sonunda devrildiğinde, Erdoğan Suriye'nin çöküşüne yalnızca tepki vermekle kalmadı. Buna hazırlıklı olmuş, beklemiş ve şekillenmesine yardımcı olmuştu. Erdoğan’ın rejim değişikliği arayışı, Esad'ın vahşetine karşı savunmacı bir tepki değildi. Bölgeyi AKP'nin İslamcı imajına göre yeniden şekillendirme çabasıydı. Ve bu pervasız girişimde, terörist IŞİD halifeliği de dâhil olmak üzere, kontrollerinin çok ötesindeki güçlere kapıları açtılar.”

Bu satırlar çok değil iki ay önce, isim yapmış bir askeri lobicilik sitesinde yayınlandı. Yazarının önemsizliğinden dolayı da ne Türkiye’de ne de dış basında hiçbir yankı uyandırmadı.
Aynı yazarın bir ay sonra yayınlanan yazısı ise ‘Türkiye-israil savaşı’ tartışmalarını ateşledi. Yazı, yahudi Haaretz gazetesinde, israilin Katar saldırısından iki gün sonra yayınlandı. Yazıya “Katar'dan sonra israilin sıradaki hedefi Türkiye olabilir. Sonuçları ne olur? Felaket” şeklinde bir başlık seçilmişti. Türkiye ile israil arasındaki gerilimi ele alan yazı, bu gerilimin ‘savaşa dönüşebileceğini’ ve ilk saldıranın da israil olacağını iddia ediyordu. Bu nedenle dünya basınının da gündemine oturdu.
Yazıda Katar saldırısı, Türkiye’nin cevap vermeyi bile gerek görmediği ‘Hamas suikastçılarına ev sahipliği yapma’ iddiasına dayandırılıyordu. Yani açık bir şekilde israilin Katar’ı vurarak Türkiye’ye bir mesaj verdiği iddia ediliyordu. Hatta daha ileri gidilerek, israilin İstanbul’daki Hamas ofislerini vurabileceği, bu ofislerin bizzat Erdoğan tarafından korunduğu belirtilerek Cumhurbaşkanı Erdoğan da hedefe konuluyordu.
Peki, İsrail Türkiye’ye saldırır mı?
Savaş manyağı siyonistler de dâhil hiç kimse bu soruya doğrudan ‘evet’ diyemiyor. Ama en aklıselim olanların da doğrudan ‘hayır’ diyebilecek cesareti yok. Çünkü israil saldırganlık konusunda hiçbir sınır tanımıyor ve Katar o sınırlardan biriydi.
Haaretz’de savaş kışkırtıcılığı yapılan yazıda da temkinli bir dil kullanılıyordu. "Eğer Türkiye-İsrail gerilimi tam ölçekli bir savaşa dönüşürse, bu Doha gibi tek bir saldırı olmayacak; küresel güç dengesini değiştiren stratejik bir deprem olacak" denilen yazıda, savaşın Akdeniz’e yayılacağı öngörülüyor. Bu durumda olacakları ise “Türk donanması, İsrail’in deniz aşırı enerji altyapısına saldırabilir ve ardından iki taraf arasında tam kapsamlı bir çatışma; siber saldırılar, terör eylemleri ve vekâlet savaşlarıyla devam edebilir” diye tahmin ediyor.

Türkiye’yi ‘bölgesel bir güç’ olarak kabul eden israil yorumcuları, israil ile bir savaşa girmesi halinde bu gücün küresel bir düzeye yükseleceğini tahmin ediyor. Çünkü Türkiye ve israilin karşı karşıya geldiği bir savaşta hiçbir ülkenin tarafsız kalamayacağını biliyor. Hatta israil, NATO’nun alacağı tavırdan bile çekiniyor.
Katar saldırısından sonra israil gazetesi The Times of Israel, Tel Aviv'in Ankara'nın NATO üyeliğinin hassasiyetleri nedeniyle daha önce Türkiye'de Hamas'a yönelik benzer bir operasyonu ertelediğini ve bunun yerine Katar'ı vurmayı tercih ettiğini iddia etti.
Haaretz da “Türkiye, NATO'nun en büyük ikinci ordusuna sahip olmasının yanı sıra Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz'de önemli bir nüfuza ve tam NATO üyeliğine sahip. Türkiye'ye yönelik bir saldırı, sınırlı bir çatışmadan geniş çaplı bir bölgesel çatışmaya tehlikeli bir geçiş anlamına gelir” diyerek israili uyarıyordu.
Ama israili teskin eden haber, ABD’den geldi. Türkiye düşmanlığı listesinin zirvelerinden hiç inmeyen siyonist terörist Michael Rubin, Türkiye'nin israilin bir sonraki hedefi olabileceğini öne sürdüğü ‘analizinde’ israile mesaj vererek, “Türkiye’nin kendini koruma konusunda NATO üyeliğine güvenmemesi gerektiği” uyarısında bulunuyordu.
- Türkiye NATO’ya güvenmiyor
- Türkiye, daha Suriye devrimi gerçekleşmeden önce israilin Türkiye’ye saldırma niyetini gözardı etmiyordu. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, geçtiğimiz Kasım ayında verdiği bir röportajda, "israilin Türkiye'ye doğrudan bir tehdidi olabilir mi?" sorusunu “israil Türkiye'ye saldırır mı?" şeklinde düzelterek “Elbette ki saldırabilir” cevabını vermişti.
- Devamında 3. dünya savaşı riskinin olup olmadığına ilişkin soruya ise Güler "Her an çıkabilir. Ama tabii ki çıkmasını istemiyoruz. Biz her zaman her şeye hazır olmak zorundayız. Her türlü imkânı kullanacağız ve her türlü ihtimali de değerlendireceğiz. ‘Olabilir’ diye biz her şeyi en ince teferruatına kadar değerlendiririz” demişti.

- Yaşar Güler aynı konuşmasında böyle bir çatışmada Türkiye’nin ‘neye’ güvendiğini de açıklamıştı. NATO’dan ya da diğer uluslararası kurumlardan bahsetmeyen Güler, "Sayın Cumhurbaşkanımız iç cephenin öneminden bahsetti ve bunu mutlaka sağlamamız gerektiğini ifade ettiler. İç cephe her zaman bize lazım. 'Efendim israil Türkiye'ye saldırır mı?' Cumhurbaşkanımız zaten böyle bir tehlikeyi görmese böyle bir şey ifade eder mi?” diyerek ‘iç cephenin’ bütünlüğü ve güçlülüğünün en önemli silah olduğunu vurguladı.

- İç cephede yeni bir şey yok
- israil Haziran ayında İran’ı, geçtiğimiz yıl Lübnan’ı, daha önce Mısır, Ürdün, Paris ve dünyanın pek çok farklı noktasını vururken hep içerdeki ajanlarını kullandı.
- Siyonizmin kuruluşundan bu yana ajanlar kullanmayı gelenek hâline getiren israil, yıllardır sözde bilek güreşi oynadığı İran’ı da bu ajanları sayesinde 12 günde ‘dize’ getirdi. Sadece birkaç işbirlikçi ve ajanın, ellerindeki dronlara patlayıcı yerleştirip, bu dronları pikaplara yükleyip çok kritik askeri bölgelerde, önemli askeri komutanların semtlerinde gezinmeleri yetti. Araçtan çıkan dronlar, nereden geldikleri bile anlaşılamadan yüzlerce hedefi yok etti. İran Genelkurmay Başkanı ve çok sayıda üst düzey asker bu yöntemle öldürüldü. Aynı yöntemle İran’ın hava savunma sistemleri etkisiz hale getirildi. Neticede israil savaş uçakları, İran hava sahasına hâkim oldu ve hiçbir engelle karşılaşmadan ülkenin istediği yerini vurdu.
- İsrail’in aynı yöntemleri Türkiye’de de kullanmayacağının garantisi yok. Çünkü her ne kadar 12 günde yerle bir olan İran ile Türkiye’yi kıyaslamak abes olsa da israilin planları içinde sadece ülke isimleri değişiyor. İran oyundan çıktıktan sonra israilde yayın yapan hayom gazetesi ‘Türkiye yeni İran'dır’ başlıklı makalesinde İran için uyguladığı senaryoyu aynen Türkiye için tekrarlıyordu:
- “Türkiye, bu yıl faaliyete geçmesi planlanan Akdeniz kıyısındaki nükleer projesini hızlandırıyor. Bağımsız uranyum zenginleştirme konusundaki ısrarı, nükleer silah geliştirmesini mümkün kılacaktır. Erdoğan, 2019'da açıkça ‘İsrail'in elinde nükleer silahlar varken Türkiye'nin nükleer silah sahibi olmasının yasaklanmasını kabul edemem’ demişti. Türkiye, uluslararası bir ağdan yararlanarak İran'ın yolunu izleme riskini alıyor”
- Yediot Ahronot gazetesi ise aynı günlerde yayınladığı makaleye “Türkiye, İran'dan çok daha tehlikeli bir tehdit haline geliyor” başlığını attı. Türkiye'nin Suriye'deki askeri varlığı nedeniyle İran'dan daha büyük tehdit olduğunu savunan gazete, Kıbrıs ve Suriye'de Türkiye ile çıkarlarının çatıştığını, çatışmanın kaçınılmaz olduğunu öne sürdü.
- israil Türkiye’ye ‘İran muamelesi’ yaparken, Türkiye israile ‘devlet muamelesi’ yapmaya devam etti. Gazze soykırımı başladığından bu yana Türkiye her ne pahasına olursa olsun israille bağları koparmamaya çalıştı.
- Siyasi kavgalarda israili hiçbir ülkenin eleştirmediği sertlikte eleştiren Türkiye, diplomatik ilişkileri zayıflattı ama hiç kopmadı.
- Türkiye, BTC boru hattından israile petrol gönderilmemesi yönündeki baskılara uzun süre kulağını kapattı. Fakat itirazlar sorun oluşturmaya başlayınca ‘bizim bu konuda elimiz kolumuz bağlı’ açıklaması yaptı.
- El Cezire televizyonu, israil pasaportu da olan 4 bin Türk vatandaşının Gazze soykırımına katıldığını açıklayan bir rapor yayınladı. İddia, incelenmesi için bir siyasi parti tarafından TBMM’ye taşındı ancak teklif sümen altı edildi.
- Sosyal medya platformları, Türk vatandaşlarının temel haber hakkına tecavüz ederek Gazze hakkında paylaşım yapanları sansürlerken Türkiye kendi vatandaşını korumadı. Neticede Erdoğan’ın bile kendi ülkesinde sansürlendiği günler yaşandı.
- Yani daha iki yıl önce Türkiye’ye saldırı ihtimalini masaya yatırmış ve bunu dünyaya duyurmuş olan israil, sözler dışında hiçbir karşılık almadı. Elbette devlet aklı bir şeyler yapıyor. Ama vatandaş sadece israilin düşmanca adımlarını ve Türkiye’nin ‘devlet aklının’ onlara karşı ne kadar merhametli olduğunu görebiliyor. Bu da israil gibi zâlim ve hâin bir devlete gösterilen geniş merhametin, önünde sonunda Türkiye’yi mazlum hâline getireceği endişelerine yol açıyor.

Boş laflar savaşı çözmez
Müslüman ülkeler arasında ‘Gazze konusunda en çok bizim sesimiz çıkıyor’ yarışı devam ederken, çıkan tüm seslerin kuru gürültüden başka bir şey olmadığı, bizzat Gazze konusunda en çok icraat yapan isimden geldi. 23 Eylül’deki BM Genel Kurulu’nda konuşan Trump, kimsenin duymak istemediği o sihirli sözleri Müslüman liderlerin suratına çarptı: "BM'in amacı nedir? BM’in muazzam bir potansiyeli var ama bu potansiyele ulaşamıyor bile. Tek yaptıkları, israile karşı gerçekten sert sözler içeren mektuplar yazmak ve sonra da o sözlerin devamını getirmemek gibi görünüyor. Bunlar boş laflar ve boş laflar savaşı çözmez."
İsrail Türkiye’yi çoktan vurdu mu?
israilin Türkiye’ye saldırdığı senaryoların tamamı iki cephede yoğunlaşıyor. Bir gruba göre israil doğrudan Türkiye topraklarına saldırabilir. Diğer senaryo ise elbette Suriye üzerinden. Her iki senaryonun ortak noktası ise israilin iki cephede de iç karışıklıklar ve dâhili bedhahlara güvenmesi. Suriye’de bu amaçla ilk günden bu yana güneydeki Dürzileri kullanıyor.
- Türkiye ile savaş ihtimali tartışılırken bile israil, Suriye cephesinde ilerlemeye devam etti. Geçtiğimiz ayın 14’ünde israil, Dürzi toplumunu korumak bahanesiyle güneydeki Dera’ya saldırdı. Uçaklar havadan vururken, kara birlikleri de sözde tampon bölgeye girdi. O gün ABD Dışişleri Bakanı Rubio, destek ziyareti için tel avive gitmişti.

- israil iki gün sonra Katar’da düzenlenen ‘Arap İslam Liderler Zirvesi’ sırasında da Suriye’yi vurdu. O gün de 250 ABD’li temsilciler meclisi üyesi israile destek ziyareti yapmıştı.
- 16 Eylül’de BM, resmi olarak yaptığı bir soruşturmanın sonuçlarını açıklayarak, “israilin Gazze’de soykırım yaptığını” açıkladı. Aynı dakikalarda israil, Gazze’ye nihai kara operasyonunu başlattığını açıklarken, Şam’a 25 kilometre mesafede iş makineleriyle kalıcı karakollar kuruyordu.
Yani israil Türkiye’ye Suriye üzerinden saldıracaksa, bu saldırı çoktan başlamıştı. Hatta Katar saldırısından bir gün önce israil uçakları, Humus ve Lazkiye’de Suriye’nin önemli askeri üslerini vurmuş, israil tarafı saldırıda Türkiye’ye ait savunma unsurlarının hedef alındığını iddia edilmişti.
Türkiye ise “Suriye'de konuşlu birlik, personel ve teçhizatımızla ilgili herhangi bir olumsuz durum bulunmamaktadır” diyerek zarar gördüğü iddialarını yalanladı ama “Anlaşmalar çerçevesinde Suriye ordusuna eğitim ve danışmanlık desteğimiz sürmektedir” diyerek de israilin Türk varlığını hedef aldığını kısmen kabul etti.