İstanbul’un kuyruk acısı

Şu gariban(!) insanların iç sesini bir hoparlöre verseniz de Ekrem bey kendisiyle bir kucaklaşsa.
Şu gariban(!) insanların iç sesini bir hoparlöre verseniz de Ekrem bey kendisiyle bir kucaklaşsa.

Altunizade başta olmaküzere İstanbul’un birçokana hattındaki zirvekuyruğa (Metrobüskuyruğu) halkın yabancıcisim muamelesi yapmasıgerekirken bir de baktıkki, millet çöp poşetineistiflenmiş çorap olmuşama gık yok. Ya da şöylemi deseydim, şu gariban(!)insanların iç sesini birhoparlöre verseniz deEkrem bey kendisiyle birkucaklaşsa.

İki türlü yıldızları seyredebilirsin biri göğe bakınca, diğeri de kafaya saksı düşünce demiştim. Şu sıralar saksı darbesi sonucunda gündüz vakti yıldız sayanlar taarruzundayız kabul. Fotojenik gaf üstatları da iyi malzeme veriyor orası da tamam. Bu durumda gülmekten ölürsem lütfen mezar sponsorum CHP olsun. Bakım zamanı gelmiş altı ok, yaydan çıkınca komediye tam isabet maşallah. 80 yıldır ancak orta kapıya kadar ilerleyebilmiş olan partiye “Cumhuriyet Halk Otobüsü” denir demiştim. Yıllardır eskise de cam bezi olma kıvamına gelse de tüy tarlasına dönse de sırf inattan giyilen pembe kazaktır bu parti. Saçındaki maşayı çıkarıp eline alan yürüyen kısır tabağı teyzelerin genetik fanatizmi. Elektrikler gitse jeneratör olarak bile devreye giremeyecekleri bize aydın diye yutturan işporta abajurudur bu parti. Bir kilo muhallebi versen heykel yapıp buzluğa atacakların ufku kadardır bu parti. Üzerine olmayacak elbiseleri deneyip kabinden çıkmaya yüzü olmayanların halkın içine nasıl çıktıkları sorusuyla nakavt.

Bir gün saç rengini dikine turuncuya boyayıp, yer çekimiyle güreşen apaçi enerjisinde, diğer gün sağ salak sol soğan replikleriyle yönünü bulmaya çalışan avare bezgin. ‘Ramazan ayında serada hurma olurum, camide broşür olurum, çarşafta rozet olurum’ diyerek günler geçti, seçim öncesi bu Yasin-i Şerif tüm sevdiklerime gelsin kıvamında âdeta cami dj’liğine soyunup sakilliğe sığınan adam, seçim sonrası mescid kapattı. Mescidi niye kapattığınızı anlamadım Ekrem bey, namazları da israftan sayıyorsanız takiyyeleriniz de zayii oldu. Bunların bir hikâyesi yok, hikâyede var olan giriş gelişme sonuç bölümleri, bunlar da giriş, gelişememe, gelişmiş olanı durdur hıncından mütevellit. Sosyal medya cazgırlığı yaparak kendilerini muhalif gösteren aydın takımından baharat takımı bile olmaz. Tâbiri caizdir. Konuyu şu sıralar Metrobüsle bir yere getirmeye çalışsam kuyruğa girmem gerekecek, her yıldıran kuyrukta bir imam olsun lütfen, ruh teslimi ve defin işlemi hizmeti verseniz işin kuyruğundan sevaba girersiniz en azından. Bu sebeple kelimeleri yollara vursam sanırım daha hızlı sonuca ulaşacağım.

Şimdi mâlumunuz gelinliklerde bile kuyruklu modeller demode sandıklarda gün öldürürken kuyruk modelli İstanbul, şu sıralar Ekrem beyin yeni kreasyonu. Retrospektif sızımız kuyruklu İstanbul. Aramızda, İstanbul’da 80 kuşağı olup Su Tankerine güğüm taşıyan çocukluk hatırası olmayan yoktur. İçi turşu kokan bidonların suyla vuslatını izlediğim çocukluk. O zamanlarda sinek ilacı sıkan arabalar vardı evet ama savunmada kalan sinekler yüzümüzü gözümüzü yemede öğün atlamıyordu. Düşünen ama kaşınan bir çocukluk geçirdiğim doğrudur. Ardından güğümleri, kovaları birlik olmaya çağıran su tankeri gelir, zincirleme bidon tamlaması oluşur, anneler boş buldukları ne varsa su tankerine doğru yuvarlamaya başlardı. Sokağın bitiminde fazla boş bulunan aylak herifleri bile tankere doğru yuvarlamışlardır belki. Bakın nostaljik sunumlu yöresel tatlar gibi gelmesin size bu yazdıklarım.

Çile, zamanında yaşandıktan çok sonra çekicidir o hesap. Kuyruğun tarihçesi bizim çocukluğumuzdan değil annelerimizin çocukluğundan başlıyor bu arada. Yıl 1977, İktidarda CHP var. Deniz Baykal da Enerji Bakanı. Türkiye benzin, et, tüpgaz ve margarin kuyruğuyla akraba olmuş. Az sulu süt kuyruğu da günün sürprizi. Vatandaş, süt, gaz, pasaport, yağ hatta nefes almak için kuyruğa giriyormuş neredeyse anneler kızlarını evden değil, kuyruktan gelin verecekler o derece. O zamanların gazetelerinden bir manşet “Haydarpaşa Gar’ını ilk defa yolcular değil, yağ almak isteyenler doldurdu.” “Karneler dağıtıldı ama benzin yok!” “Benzin olmadığı için otobüsler şişeye basılmış biber gibi, iğne atsan üç adam kafasını birbirine diker öyle kalabalık. Hoş bu Türkiye’nin kuyruk acısı gibi oldu. İstanbul’un kuyruk dağıtıcısı Nurettin Sözen.

Adam bu isimle başkanlık değil solistlik yapsaymış en azından daha iyi anılırdı diye düşünüyorum. O kadar zavallısınız ki size renk renk desen desen acımaktan vicdan pertiyim. Eski Türkiye’nin çöp poşetleri bile sizden daha dik duruyor diyeceğim bir durum. Hatırlayın, Nurettin Sözen’in Ümraniye çöplüğüne dair özlemini duyunca irkilmiştik. Dumanı üstünde bir aforizma çakalım. Kimi insanlar eski fikirleri kimileri de eski çöpleri karıştırır. O zamanlar seçim promosyonu olarak burun mandalı dağıtıp insanları çöp kokusundan kurtarsaydınız zekanızın henüz ecele teslim olmadığına inanırdık. Sabah kahvaltısını egzoz dumanına bandırarak yemek zorunda kalan İstanbullular sizin özlediklerinizi özlüyor mu bir sormak lazım diye düşünürkeeeenn. Bir de gördük ki özlemişler. Altunizade başta olmak üzere İstanbul’un birçok ana hattındaki zirve kuyruğa (Metrobüs kuyruğu) halkın yabancı cisim muamelesi yapması gerekirken bir de baktık ki, millet çöp poşetine istiflenmiş çorap olmuş ama gık yok.

Ya da şöyle mi deseydim, şu gariban(!) insanların iç sesini bir hoparlöre verseniz de Ekrem bey kendisiyle bir kucaklaşsa. Nasıl dersek diyelim, İstanbul üzgün. Dalı kırıldı diye ağacı yok sayanların küskünlükleri uğruna feda ettikleri İstanbul’un hâli budur.