İzin almadan, sözleşme yapmadan üretmek yasak: Üreteni vurun

İzin almadan, sözleşme yapmadan üretmek yasak...
İzin almadan, sözleşme yapmadan üretmek yasak...

İklim değişikliğiyle birlikte gündeme oturan gıda güvencesizliği söylemlerinin maksadı ilk etapta insanı yapay gıdalara yönlendirmektir. Ardından kapısına gıda yokluğu dayanan insan, maalesef değerini hiçbir zaman anlamadığı rızkı üzerinden provoke edilecek ve türlü şekilde neslini azaltmayı planlayanların tuzağına düşecek. İklim değişikliğinin tabii sonuçları olarak yaşayacağımız söylenen büyük göçler, toplumsal olaylar, bölgesel savaşlar bu tuzakların belli başlıları.

“Felaket” boyutlarında bir iklim değişikliğinin olduğuna bizleri inandırmak için dört bir koldan yalan üretiyorlar. Öyle ki artık iklim değişikliğinin sebep olamayacağı bir şey yok gibi. Zalim İsrail’in 2 milyonu aşkın insanın yaşadığı (yaşamak denilirse) Gazze’yi dünyanın gözleri önünde gıdasız, susuz, elektriksiz, havasız (fosfor bombası gibi insanın nefesini kurutan silahlar kullanıyorlar) bırakmasını dahi iklim değişikliğine bağlarsalar şaşırmayın.

İklim ya da hava hareketleri; tabiat, ziraat, karbon, oksijen, su ve gıda gibi hayatımızın temel konularıyla direkt ilişkili. İklim değişikliğinin tabii sonuçları olarak yaşanacağı söylenen gıda güvencesizliği, büyük göçler, yağmalar, tecavüzler, bölge savaşları ve ölümler ise hayatımıza sokulmak istenen montaj değişimler.

İnsanı daha fazla insanlıktan çıkaracak bu gelişmelere, nüfusla ilgili takıntılarını gerçekleştirmek için ihtiyaç duyuyorlar. Neticede kendi kavram ve tanımlarını uydurup, bunların üzerinden çektikleri operasyonlarla algılarımıza istedikleri gibi şekil verebileceklerinden eminler.

Şimdilerde en temel ihtiyacımız olan gıda üzerinden, ‘güvenlik’ endişesi bahanesiyle tam tersi bir dünyanın hazırlığı yapılıyor. Çoğu hükümetlerin, siyasetçilerin iklim, ziraat, üretim, gıda söylemli sözlerinin özü “gıdanın bollaştırılması” için değil, aksine “gıdanın garanti olmadığı” fikrini kafalara yerleştirmek. Mahalli, bölge ya da uluslararası örgütlerin, yardım kuruluşlarının, STK’ların ekseri-farkındalar ya da değiller- gıdanın tehlikede olduğu yalanının zihinlerde güçlendirilmesine çabalıyorlar.

Gıda güvencesi nedir?

1974'te Dünya Gıda Konferansı'nda, gıda güvencesi "gıda tüketiminin istikrarlı bir şekilde genişlemesini karşılayabilmek ve üretim ve fiyatlardaki dalgalanmaları dengeleyebilmek için dünya gıda kaynaklarından, her zaman, yeterli, besleyici, çeşitli, dengeli ve makul temel gıda maddelerinin bulunabilirliği” olarak tanımlanmıştı. Daha sonra “talep ve erişim” konuları da eklendi buna.

1996 Dünya Gıda Zirvesi'nin son raporu, gıda güvencesinin "tüm insanlar her zaman, aktif ve sağlıklı bir hayat için diyet ihtiyaçlarını ve gıda tercihlerini karşılamak için yeterli, güvenli ve besleyici gıdalara fizikî ve ekonomik erişime sahip olduklarında" var olduğunu vurgulamıştı. Gıda güvencesi; kuraklıklar, ekonomik istikrarsızlık ve savaşlar, taşımacılık aksaklıkları, yakıt krizleri gibi riskler nedeniyle kritik gıda tedarikinin bozulmasına veya kullanılamamasına karşı bir ölçü olarak değerlendiriliyor.

Hayatımızı sürdürebilmek için gerekli olan gıdanın bulunabilirliğinde, erişiminde, kullanım ve tedarikindeki istikrarın garanti olmayacağı fikri şimdilerde yeniden gündemde. İnsanlık, tarihinde çok gıda güvencesizlikleri yaşadı. Fakat 20 ve 21. yüzyıllarda gıda güvencesizliği, yapay ve kontrollü bir silaha dönüştü. O yüzden de 1996 Dünya Gıda Güvenliği Zirvesi, “gıdanın siyasi ve ekonomik baskı aracı olarak kullanılmaması gerektiğini” ilân etme gereği duydu.

Gıdanın kontrol edilmesinin ne mânâya geldiğini dünya ilk “Yeşil Devrim” başlatıldığında görüp, yaşadı. “Bolluk gelecek, yeryüzünde hiç kimse aç kalmayacak” diyerek kadim tohumların genetiğiyle oynadıktan sonra açlığı bitiremedikleri gibi besin değerleri yitmiş gıdaları yedirmekten 2,5 milyar insan yetersiz beslenmeden mustarip edildi.

Çizgiler: Angel Boligan
Çizgiler: Angel Boligan

Gayeleri toplu telef

İnsanlık o vakit yine de şanslıydı. Çünkü amaç toplu telef etmek değil, elden geldiğince bizleri hasta edip, ilaçlara bağımlı yaşatmaktı. Fakat şimdi Allah’ın yarattığı şu dünyayı sahiplenip, 7 milyarımızın fazlalık olduğunu söylüyorlar. Sabah akşam çıkıp, gıda güvencesinin azaldığına dair kelamlar edilmesi düşlenen “büyük son” için. Dünyanın buğday depoları Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın, covid-19 salgını ve iklim değişikliğiyle birlikte küresel gıda sisteminin kırılganlığını ortaya çıkardığı söyleniyor. İyi de kim, neden çıkardı bu savaşı? Düğmeye basılmış gibi artan gıda fiyatlarının dünya çapında ülkeleri nasıl etkileyeceğinin ve bunun sonucunda ortaya çıkabilecek toplumsal huzursuzluğun senaryolarının sıkça dillendirilmesinin gerçek sebebi ne?

Gıda hususunda insanın geldiği nokta, Allah’ın nimetleriyle gönlüne göre üretim yapmaktan, üretim yapma uğraş ve hevesin elinden alındığı noktadır. “Toprağa, tohuma, suya sahibim, yetiştirecek bilgim ve gücüm de var. İstediğimi ekip biçerim” hürriyetinin bittiği yerdir burası. Sonunda zehirleriyle öldürdükleri topraklarımız, tek çivinin çakılmasına izin verilmeyen 1. derece sit alanları statüsüne alındı. “Dağı taşı ekelim”, “sürekli üretelim” sözlerinin artık gerçekle hiçbir ilişkisi yok, çoktan yalan oldular. Çünkü Tek Dünyanın Tek Tarımın tek amacı var; “klasik üretimin elden geldiğince minimize edilmesi.”

  • ‘İzin almadan üreteni vurun’
  • Uzağa gitmeyin, kendi ülkemizin ziraatına dikkatlice bakalım. Onca şatafatlı açıklamalara, iddialı söylemlere rağmen ziraatımızı bir adım ileri götürecek doğru dürüst bir adım atılmıyor. Bırakın ileriye bir adımı, geriye bin adım attık. Bütün düzenlemeler, mevzuatlar sanki vahşi Batı’nın gaddarlığında “Üreteni vurun” kıvamında işliyor.
  • Köylerin, büyük şehirlerin kenarlarına sığınmış gettolara dönüşmesiyle başlayan yıkım, bugün “İzin almadan, sözleşme yapmadan üretmek yok” noktasında. Çiftçi sayısının her geçen yılla değil neredeyse her geçen günle azalması planlanan amaca ulaşıldığının işareti. Artık gönül rahatlığıyla küreselcilerin gıdamsı sentetik ve yapay ürünlerinin denekleri olabilir Anadolu’nun bahtsız halkı.
  • Yeryüzündeki birçok gıdanın ilk filiz verdiği kadim coğrafyanın insanları, bütün dünyayla birlikte Yeşil Devrim’le bitirilen hakiki ziraattan sonra artık kirli, zehirli ve sağlıksız endüstriyel tarımın yetiştiriciliğini dahi yapamayacak hâle getiriliyorlar.
  • Herhangi bir olumsuz iklim değişikliği sebebiyle değil bunlar. İklim dair bir felaketin sonucu olarak gıda güvencesizliğinin veya krizinin kapımıza dayandığı fikrini yaymak için. Yakın bir zamanda gıda güvencesizliği, gerçekten de milyarlarca insana iklim değişikliğinin tabii bir sonucu olarak baş edemeyeceği bir sorun olarak dayatılacak. İnsanların gıdaya erişimi bilerek, istenerek kesilecek, tıpkı zalim İsrail’in Gazze halkının elektriğini, suyunu, gıdasını, ilacını kirli amaçları için kestiği gibi.
  • Peki, gıdaya ulaşım imkânlarının kısıtlandığı ya da daha azla yetinmek zorunda kalındığı bir dünyaya giderken, insan alışkanlıklarını kolayca değiştirebilecek mi? Doğrusunu söylemek gerekirse insan, nicedir yemek, içmek konusunu ziyadesiyle abartmıştı. Bugün geldiğimiz noktada bütün ölçüsüz yemeler, kontrolsüz atıştırmalar, israflar, gıda güvencesizliği belasını insana yaşatmak isteyenlerin ellerini güçlendiriyor.
  • İklim değişikliği sebebiyle arttığı söylenen kuraklık, su kıtlığı, mevsimlerdeki acayiplikler, bitki sıcaklık ve soğukluk isteklerindeki değişimler, gıda güvencesizliğinin azalmasının nedenleri arasında sayılıyor. Kontrolsüz karbon ayak iziyle sera gazlarını artırmakla suçlanan insanın gıdasızlık karşısında sergileyeceği zafiyeti biliyorlar. Öyle ironik bir durum ki bu, nefsini kontrol etmeyi öğrenemeyen insanoğluna nefis kontrolünü sanki küresel şeytanlar öğretecek gibi duruyor.
  • Çizgiler: Angel Boligan
  • Üç öğün köleliği
  • Bugünlere hazırlık için olmasa da insan, fıtratın gereği sağlıklı ve sürdürülebilir bir yeme veya tüketme alışkanlığını öğrenmeliydi. Güçten takatten düşmeden günaşırı bir öğün yiyen insanı günde üç, beş kez yemelere alıştıran modern hayat, onu boğazından köleleştirdi aslında. Her fazladan öğün, midesinden boynuna atılan kement oldu.
  • Teknoloji ve tüketime dayalı bir hayat tarzı, klasik yemek kültürünü alışkanlığa sebep olan genetiği değiştirilmiş ürünlerden elde edilen katkısı bol gıdalara dönüştürdü. Gıdanın bolluğuyla aldatılan insan, kendi imkânlarıyla basit, hızlı, bir o kadar da sağlıklı ve besleyici öğünler hazırlamak yerine endüstriyel gıdanın hazır gıdalarına alıştı.
  • Anadan, atadan kalan sağlıklı tarifleri terk edip, hazır almak ya da dışarıda yemek gibi verimsiz bir rehavetin üzerine çökmesine izin verdi. Defalarca dillendirilse de kulağına küpe yapması gereken “Yalnızca ihtiyacınız kadar alın ve yiyin” nasihatini unutan insan, maalesef gıda güvencesizliğinin yaşatılacağı zamanlarda fazlasıyla zorlanacak. Artık israfı öğrenmek için çarçur etmemesi gereken bir kaynağı dahi yok.
  • İklim değişikliğiyle birlikte gündeme oturan gıda güvencesizliği söylemlerinin maksadı ilk etapta insanı yapay gıdalara yönlendirmektir. Ardından kapısına gıda yokluğu dayanan insan, maalesef değerini hiçbir zaman anlamadığı rızkı üzerinden provoke edilecek ve türlü şekilde neslini azaltmayı planlayanların tuzağına düşecek. İklim değişikliğinin tabii sonuçları olarak yaşayacağımız söylenen büyük göçler, toplumsal olaylar, bölgesel savaşlar bu tuzakların belli başlıları.
  • Görünen o ki ekmeğinin değerini öğrenemeyen insanın en büyük imtihanı yine ekmeği üzerinden olacak. Üstelik bu seferki, yedi milyarının birlikte oturacağı bir sınav. Bakalım bu kez uyanıp, şeytanın bu yok oluş imtihanına oturmayı ret edebilecek mi?