Kadınların cehennemi: Hindistan

Kadınların cehennemi, Hindistan.
Kadınların cehennemi, Hindistan.

Hindistan dünya yüzünde bir kadın için yapılan en muhteşem, en görkemli esere ev sahipliği yapmasıyla kadınlara çok değer verildiği düşünülen bir ülke olabilir. Türk İslam devleti Babürlüler zamanında hem Türk töresi hem de İslam ahlâkının senteziyle öyle bir dönem yaşadığı da doğrudur. Ancak dünyanın virüsü İngilizlerin işgalinden sonra Tac Mahal’in temsil ettiği âli değerler ne yazık ki tarihe gömüldü.

18. yüzyılda tek başına Hindistan’ın dünya ekonomisindeki payı, Avrupa’nın tamamı kadar büyüktü. Fakat iki asırlık İngiliz idaresinin ardından, 1947’ye gelindiğinde bu oran altı kat azaldı. Sömürgecilik süresince Britanya İmparatorluğu kendisine başkaldıran kim varsa acımasızca bastırdı, silahsız protestocuları kurşuna dizdi, ırkçılığı kurumsallaştırdı ve milyonlarca insanın açlıktan ölmesine neden oldu.

Milyonların öldüğü Bengal kıtlığı

İngilizler, Hindistan’ı kısa süreli bir dönem için bulundukları ve her türlü zenginlik kaynağını alıp, ana vatanlarına dönecekleri bir toprak olarak görmemişti. Onlara göre Hindistan, İngiltere’nin egemenliğinde olduğu sürece İngiltere de zengin olmaya devam edecekti.
İngilizler, Hindistan’ı kısa süreli bir dönem için bulundukları ve her türlü zenginlik kaynağını alıp, ana vatanlarına dönecekleri bir toprak olarak görmemişti. Onlara göre Hindistan, İngiltere’nin egemenliğinde olduğu sürece İngiltere de zengin olmaya devam edecekti.

İngilizlerin her ne pahasına olursa olsun mümkün olan en kısa sürede en fazla servet birikimi yapma doğrultusunda vahşi bir sömürü güdüsüyle hareket ederek Hindistan'ın tüm üretim, ticaret ve paylaşım sistemini darmadağın eden siyasetleri, 1769-1770 yıllarındaki meşhur Bengal kıtlığını doğurmuştu.

Kıtlık haberleri Londra'ya ulaştığında, İngiliz yazar ve 1714'ten itibaren İngiliz parlamentosunda uzun süreler görev yapmış olan Horace Walpole (1717-1791) "Peru'da İspanyolların yaptıkları katliamları geride bıraktık. Onlar, tüm şeytânî gayretlerine rağmen hiç değilse, dînî ilkeler adına katlediyorlardı. Biz ise katlettik, yerinden yurdundan ettik, yağmaladık, gasp ettik. Doğu Hindistan Şirketi’nin görevlilerinin tekeli nedeniyle üç milyon kişinin helak olduğu Bengal'deki kıtlık hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sormuştu.

Ancak bu Bengal’de yaşanan son kıtlık katliamı değildi. 1943'te yaşanan Bengal kıtlığı, Hindistan'ın doğusunda üç milyondan fazla insanın ölümüne yol açtı. Bu, İkinci Dünya Savaşı'nda müttefiklerin en büyük sivil kayıplarından biriydi. Maddî-mânevî iliklerine kadar sömürülen Hindistan, İngiltere’yi yaşatmak için her şeyini verdi.

Hindistan’a İngiliz formatı

Çağatay Türklerinden Bâbür Şah, 1526’da Pânîpet Meydan Savaşı’nı kazanarak Lûdî Sultanlığı’nı ortadan kaldırdı ve Hindistan’da Bâbürlü hânedanını kurdu. Hânedan üç yüz yıldan fazla süre yaşasa da bu sürenin önemli bir kısmı tüccar görünümüyle ülkeye ayak basan sonra da binbir dalavereyle ülkeyi sömürgeye çeviren İngilizlerin kontrolünde geçti.

İngilizler, Hindistan'ı kısa süreli bir dönem için bulundukları ve her türlü zenginlik kaynağını alıp ana vatanlarına dönecekleri bir toprak olarak görmemişti. Onlara göre

Hindistan, İngiltere'nin egemenliğinde olduğu sürece İngiltere de zengin olmaya devam edecekti. Zîra Hindistan'ın zenginliğini yalnızca tabii imkânlarının sunduğu bir zenginlik olarak görmenin yanlış bir yaklaşım olacağını anlayacak kadar zekilerdi.

Hindistan bu zenginliği kullanabilecek, üretebilecek, geliştirebilecek bir kültüre, geleneğe, siyasete ve tarihe de sahipti. Öte yandan yeni bir zenginlik kaynağı aramak da, Avrupalıların elini attıkları her dünya coğrafyasını sömürgeleştirme konusundaki başarıları nedeniyle artık eskisi kadar kolay değildi.

İşte bu özellikleri nedeniyle Hindistan, İngiltere’nin bir parçası olarak, halkı da İngiliz vatandaşı olarak görüldü. Ancak bu kadim milletin tarihi, kültürü, dini inanışları, yasaları mevcut haliyle bu ülkeyi yönetmeye pek elverişli değildi. Öyleyse bunları İngilizlerin çıkarı doğrultusunda güncellemek gerekiyordu.

Sir William Jones (1746-1794)
Sir William Jones (1746-1794)
  • Hindistan tarihini de yeniden yazdı
  • Jones’un kurduğu hukuk düzeni sayesinde artık İngiliz hukukçular, Hint hukukunu “panditlerden” daha iyi biliyordu. Hindistan'ın kültürel ve ticârî zenginlikleri, Jones'un dilbilimsel ve hukuki çalışmaları sayesinde kullanılabilir hâle getirildi. Jones bu pürüzü hallettikten sonra İngiliz çıkarlarının daimiliğini sağlamak için daha önemli bir aşamaya geçti. Hindistan tarihinin yeniden inşası.
  • Bunun için ülkenin alfabesi, dilleri, felsefesi, dini, eski metinleri ve mimarisi dâhil her şeyi elden geçirmeye karar verdi. Jones, Hindistan tarihini yeniden yazarken, her şeyi Yahudi kronolojisine göre sıraladı. Ona göre Tevrat’ın "Tekvin" babının ilk 12 bölümü, "en eski sivil tarihin bugüne kadar olan bir önsözü" idi.

Bir İngiliz Hindistan’a bedel

1783'de Bengal'e bir Yüksek Mahkeme yargıcı olarak gelen Sir William Jones (1746-1794), aynı zamanda dünyaca ünlü bir şarkiyatçı, hukukçu, şair ve on üç dile vâkıf bir dilbilimciydi. 1783’te “sir” unvanı verilen Jones, ısrarlı talepleri üzerine Kalküta’daki Fort William yüksek mahkemesine hâkim tayin edilerek Hindistan’a gönderildi. Jones’un resmî görevinin dışında yaptığı ilk iş, Asiatic Society of Bengal adını verdiği şarkiyat cemiyetini ve arkasından Asiatic Researches adlı yayın organını kurmak oldu.

İngilizler, kendi işine geldikleri gibi uydurdukları hukuk, din ve tarihle Hintlileri tamamen özlerinden arındırıp bambaşka aşağı alt bir kimlikle donattılar. Kıymetli eşinin hatırasına dünyanın yedi harikasından birini inşa ettiren Şah Cihan’ın medeniyeti gitti, yerine şifalı ve kutsal saydıkları inek dışkısı için festival yapan bir toplum geldi.
İngilizler, kendi işine geldikleri gibi uydurdukları hukuk, din ve tarihle Hintlileri tamamen özlerinden arındırıp bambaşka aşağı alt bir kimlikle donattılar. Kıymetli eşinin hatırasına dünyanın yedi harikasından birini inşa ettiren Şah Cihan’ın medeniyeti gitti, yerine şifalı ve kutsal saydıkları inek dışkısı için festival yapan bir toplum geldi.

Onun, cemiyetin kuruluş yıl dönümlerinde on bir yıl boyunca başkan olarak yaptığı konuşmalar ve bu cemiyetin Asya araştırmalarına olan katkıları özellikle Hint dili, edebiyatı ve felsefesi anlamında bir dönüm noktası teşkil eder.

Jones, Sanskritçe öğrenerek bu dil üzerine araştırmalar yapan ilk bilim adamıdır. Cemiyetin üçüncü yıldönümü konuşmasında (1786), Sanskritçe’nin Farsça ve Avrupa dilleriyle benzerlikleri üzerinde durarak sonradan Hint-Avrupa ailesi adı verilen bu dillerin akrabalığı teorisini de ortaya atmıştır. Bunun İngiliz sömürüsüne önemli katkıları oldu.

Ayrıca Hint tarihi, müziği ve satrancını inceledi, Hindistan’daki bitki örtüsü üzerine de önemli bir çalışma yaptı. Öyle ki botanikçiler tarafından Hint mitolojisi ve şiirinin meşhur “asoka” ağacına onun anısına “Jonesia asoka” adı verildi. Bu arada Hâtifî’nin Leylâ vü Mecnûn’unu, Beydebâ’nın Kelîle ve Dimne’sini ve Sanskritçe metni Vedalar’dan bazı bölümleri tercüme ederek yayımladı.

Hindistan’ın kültürel ve ticari zenginlikleri, Sir William Jones’un dilbilimsel ve hukuki çalışmaları sayesinde kullanılabilir hâle getirildi.
Hindistan’ın kültürel ve ticari zenginlikleri, Sir William Jones’un dilbilimsel ve hukuki çalışmaları sayesinde kullanılabilir hâle getirildi.

Hint yasalarını yeniden yazdı

Kalküta'ya ulaştıktan sonra Jones, Hinduizm yasalarını yorumlamak ve hükümlere katkıda bulunmakla görevlendirilen mahkemenin atanmış panditlerinden (yerel hukukçu) memnun değildi. Farklı uzmanların farklı kararlar verdiği bir dizi vakanın ardından Jones, orijinal kaynakları bağımsız olarak yorumlayabilmek için Sanskritçeyi iyice öğrenmeye karar verdi.

Jones, Sanskritçe bir "Hindu Hukuku özeti"nin derlenmesini önerdi ve bu önerinin gerçekleşmesine öncülük etti.

William Jones’un şahsi hedefi, Doğu edebiyatı ve tarihi alanındaki bilgisini bir kariyere ve servete dönüştürmekti.

Liberaldi otoriter oldu

İngiltere yıllarında liberal görüşte olan Jones, Hindistan topraklarına adım atar atmaz otoriterliği savunmaya başladı. Hint hukukunun derlenmesi girişimi asıl olarak Hindistan'daki İngiliz yönetiminin daha sağlam bir biçimde yerleşmesi açısından önemliydi. Jones, Hindistan'daki en önemli çalışmasının Hindu ve Müslüman hukukunu derlemek olacağını düşünüyordu.

Uzun zamandır gerçekleştirmek için üzerinde çalıştığı proje, İngiltere'ye Hindu ve Müslüman hukukunun tam bir derlemesini sunmaktı. Kendisine bir hukukçu olarak ün kazandıran bu projenin sonucu olarak Al Sirajiyyah: or the Mohemedan Law of Inheritance (1792) ve Institutes of Hindu Law, or the ordinances of menu (1796) adlı eserleri yayımlandı. Bu eserler, Hindistan'daki tüm hukuki yorumlar için bir temel sağladı. Mahalli hukukçuların etkilerini tırpanlamayı başarırsa din adamları sınıfının da gücünü sınırlandıracağını düşünen Jones’un öngörüsü doğru çıkmıştı.

Yeni bir Hint toplumu yaratmak

Jones, bugün tuhaf görünen ama kendi zamanında pek öyle olmayan birçok teori ileri sürdü. Mesela tarih öncesi çağlarda Mısırlı rahiplerin Hindistan'a göç edip yerleştiklerine iddia etti. Ayrıca Çinlilerin aslen askerler, prensler ve üst düzey memurların oluşturduğu bir tabaka olan Kşatriya kastına mensup Hindular olduğunu ileri sürdü. Yeni bir Hint toplumu yaratmak için onlara yeni bir geçmiş; bu biçimsiz geçmişe paralel olarak da adına Hinduizm denilen temel kurallarını Batılıların koyduğu bir din oluşturdu.

Şah Cihan’ın medeniyeti gitti, inek dışkısı geldi

İngilizler kendi işine geldikleri gibi uydurdukları hukuk, din ve tarihle Hintlileri tamamen özlerinden arındırıp bambaşka aşağı alt bir kimlikle donattılar. Kıymetli eşinin hatırasına dünyanın yedi harikasından birini inşa ettiren Şah Cihan’ın medeniyeti gitti, yerine şifalı ve kutsal saydıkları inek dışkısı için festival yapan bir toplum geldi.

  • Her şey değersizleşirken ilk sırayı kadınlar aldı
  • Bu kimliksizlik, tıpkı İngiliz düzeninde olduğu gibi güçlünün gücünü artırmaya yönelik bir yapıyı destekliyordu. Herkesin herkesi sömürdüğü ülkede sömürü zincirinin en alt tabakasına kadınları attı. Kölelik, insan kaçakçılığı, taciz ve tecavüzlerle geçen on yıllar boyunca Hindistan'da başa taç olan kadınlar, ayağa turab bile olamadığı kimliksiz, değersiz canlılara dönüştü.
  • Hindistan’da artık kadın bedenleri, erkeklerin sosyal güç ve egemenliklerini pekiştirdikleri nesneler olarak algılanıyor. Toplu tecavüz bazen köy meclisleri tarafından iffetsizlikle suçlanan bir kadına ceza olarak verilebiliyor. Bir suç değil, toplumsal bir norm olarak değerlendiriliyor.

Kadınlar için en tehlikeli ülke

Bu politikaların neticesi olarak bugün Hindistan, dünyada kadınlar için en tehlikeli ülkelerin başında geliyor. Birkaç yıl önce yayınlanan bir araştırmaya göre tecavüz, insan kaçakçılığı, namus cinayetleri, köleliğe zorlanma gibi risklerinden ötürü Hindistan, kadınlar için en tehlikeli ülke olarak belirlendi.

1953’ten 2011’e kadar olan süreçte Hindistan’da tecavüz vakaları yüzde 873 oranında artmış. Hindistan'daki suç kayıtlarını tutan Ulusal Sabıka Kayıt Bürosu'nun rakamlarına göre 2018 yılında polise 33 bin 977 tecavüz başvurusu yapılmış. Bu her 15 dakikada bir kişiye tecavüz edilmesi demek.

Kölelik, insan kaçakçılığı taciz ve tecavüzlerle geçen on yıllar boyunca Hindistan’da başa taç olan kadınlar, ayağa turab bile olamadığı kimliksiz, değersiz canlılara dönüştü. Hindistan’da artık kadın bedenleri, erkeklerin sosyal güç ve egemenliklerini pekiştirdikleri nesneler olarak algılanıyor.
Kölelik, insan kaçakçılığı taciz ve tecavüzlerle geçen on yıllar boyunca Hindistan’da başa taç olan kadınlar, ayağa turab bile olamadığı kimliksiz, değersiz canlılara dönüştü. Hindistan’da artık kadın bedenleri, erkeklerin sosyal güç ve egemenliklerini pekiştirdikleri nesneler olarak algılanıyor.

Nirbhaya vakası

Uzun yıllar kadınların uğradığı bu muamele kitlesel bir tepki görmedi ta ki 2012 yılında Delhi'de bir öğrenciye toplu tecavüz olayı dünya ve ülke çapında büyük şok ve tepkiye yol açana kadar.

Hindistan yasalarına göre tecavüze uğrayanların isimleri medyada yazılmadığı için Hindu dilinde "Korkusuz" anlamına gelen, “Nirbhaya” adıyla anılan 23 yaşındaki bir fizyoterapi öğrencisi 16 Aralık 2012 tarihinde Hindistan'ın Delhi kentinde korkunç bir saldırıya uğradı. Nirbhaya, erkek arkadaşı ile otobüste seyahat ederken otobüsün şoförü de dâhil olmak üzere altı kişinin tecavüz ve saldırısına uğradı. Tecavüz kurbanı 11 gün sonra Singapur'da tedavi görürken öldü.

2012’de Nirbhaya’nın başına gelen trajik olaydan sonra Hindistan yasaları değiştirilip, cezalar artırılmaya çalışılsa da birbirinden korkunç toplu tecavüz vakaları bitmedi. Sosyal medya iğrenç taciz videolarıyla dolu.
2012’de Nirbhaya’nın başına gelen trajik olaydan sonra Hindistan yasaları değiştirilip, cezalar artırılmaya çalışılsa da birbirinden korkunç toplu tecavüz vakaları bitmedi. Sosyal medya iğrenç taciz videolarıyla dolu.

O günden bu güne kadına yönelik cinsel şiddete karşı mücadele ve kampanyaların güç kazandığı Hindistan'da iki kadın araştırmacı 2017 yılında 'Erkekler neden tecavüz ediyor' sorusunun cevabını aramaya çıktı. Az kalsın onlar da tecavüze uğruyorlardı. Araştırmacılardan birinin zihin sağlığı bozuldu. Tedavi altına alındı.

Nirbhaya’nın başına gelen trajik rezaletten sonra Hindistan yasaları değiştirilip, cezalar artırılmaya çalışılsa da birbirinden korkunç toplu tecavüz vakaları bitmedi. Sosyal medya iğrenç taciz videolarıyla dolu. Daha geçen günlerde yaşanan hâdise, sadece Hintli kadınların değil turistlerin de güvende olmadıklarını ortaya koydu.

İspanya vatandaşı çift motosikletle dünya turu yapıyorlardı. Hindistan'ın doğusundaki Dumka kentine geldiklerinde çiftin yolunu kesen 7 kişi ikisini de dövdü ve kadına sırasıyla tecavüz etti.

Son söz olarak, İngilizlerin müdahalesiyle şekillenen dinleri, Hintlilerin tüm değerlerini yitirmesine neden olurken bizim bazı seküler çevrelerin İslamiyet’i, “Ortadoğu dini” diye küçük görmeye çalışıp; Uzakdoğu dinlerini yüceltmeye çalışmalarına da akıl sır ermiyor.