Karınca filin hortumundan tutmuş bir o yana bir bu yana savuruyor

Karınca filin hortumundan tutmuş bir o yana bir bu yana savuruyor
Karınca filin hortumundan tutmuş bir o yana bir bu yana savuruyor

Evet, Gazze’nin direnişine, halkının imanına hayranız. Batıdaki uyanıştan da mutluyuz. Peki, bizi kim uyandıracak? Bizi kim kendimize getirecek? Biz ne zaman iyiyle kötüyü ayırt edebilir hâle geleceğiz? Biz ne zaman kardeşlerimizle danışma içinde olacağız? Bize gelen bizde ne zaman dirilecek?

Bir yandan acı diğer yandan da umutlarla bezenmiş günlerden geçiyoruz. Acı çünkü Gazze’de, Batı Şeria’da, Kudüs’te, Cenin’de ve diğer Filistin topraklarında soykırım sürüyor. 106 sene evvel başlayan bu işgal, infaz, imha, soykırım ve daha fazlası aralıksız sürmekteydi. Kimi zaman ağır çekim, kimi zaman göz kamaştıracak hızda süren bu hâl insanlığı pek de ilgilendirmedi.

21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksâ’nın kundaklaması sonrasında Suud Kralı Faysal’ın girişimi ile Mescid-i Aksâ ve Kudüs-ü Şerif’in kurtarılması amacıyla yaptığı çağrısıyla İslam Konferansı Teşkilatı kuruldu. Teşkilatın merkezi Kudüs-ü Şerif olmasına rağmen aradan geçen 54 yılda bu hedefe ulaşmak için hemen hemen hiçbir şey yapılmadı.

Kral Faysal’ı öldürttüler

Zaten Kral Faysal bu gayenin yanı sıra Batıya petrol ambargosu uygulaması, dolara alternatif para girişimleri gibi hükümran yapıları rahatsız edici çabaları nedeniyle kendi yeğenine öldürtüldü.

Kudüs’ü kurtarmak şöyle dursun, adı da İslam İşbirliği Teşkilatı olarak değiştirilen bu yapı, bırakınız işbirliğini, 7 Ekim’de başlayan ve Gazze’de soykırıma dönüşen cinayetler serisini görüşmek için tam 36 gün sonra ancak toplanabildi ve terör oluşumu olan İsrail’e ambargo kararı bile alamadı. Aldığı sözde kararları hem bu teşkilatın hem de üyelerinin kifayetsiz, korkak, eli-kolu bağlı devletçiklerden ibaret olduğunu gösterdi.

Bir yanda 15 milyonluk Yahudiler, diğer yanda 2,5 milyarlık bir kitleyi temsil eden 57 ülke. Âdeta karınca, filin hortumundan tutmuş bir o yana bir bu yana savuruyor. İstediğini istediği zaman yapıyor ve kendilerini devlet sanan 57 ülke de seyrediyor. Çoğu, hallerinden de rahatsız değil. Tahtları, makamları, sözde krallıkları, sözde sultanlıkları, sözde liderlikleri ile övünüp avunuyorlar.

Devletçikler böyle de halklar farklı mı?

Elbette değil.

Batı’dan yükselen çığlık

Batı’dan yükselen çığlık, Batı halklarının Gazze savunması, bu 57 ülke halkının neredeyse tamamını utandırdı. Boykotsa âlâsını Batılılar yaptı. Tepki, yürüyüş, sosyal medya paylaşımları, televizyon programları, siyasi eylemler, sanatçı tepkileri ve çok daha fazlasını yine Batı’dan geldi. “İslam dünyası” veya “Ümmet” olarak tanımlanan bizlerden ise cılız şeylerin ötesinde bir şey çıkmadı.

Haksızlık etmek istemeyiz elbette, güzel şeyler de olmadı değil. Mesela boykot nedeniyle Yahudi ve siyonizm destekçisi Starbucks firması Fas’ı terk etti, dünyada en çok şubeye sahip olduğu Türkiye’de ise hiçbir şubesi kapanmadı. Hatta siyasilerin hastanelerindeki şubeleri bile balık istifi çalışmaya devam ediyor.

Fransa’da avukatlar, Filistin için ‘Avukatlar Ordusu’ oluşturdu. İsrail’i mahkûm ettirmek için müthiş dosyalar hazırladılar. Amerikalı, İngiltereli minikler bile okullarını asıp, Filistin gösterilerine iştirak ettiler. Bizde bile bu görülmedi.

15 milyonluk Yahudi, 8.5 milyarlık insanlık âlemini esir almış

En nihayetinde ortak kanaat şu ki 15 milyonluk Yahudi, 8.5 milyarlık insanlık âlemini esir almış. Sadece insanlığı değil, devletleri, siyâsî, iktisâdî, askerî, dînî ve içtimâî ne kadar oluşum varsa hepsini de…

Bütün bir insanlık, bedeniyle, ruhuyla, müesseseleri ve bütün varlıklarıyla esir edilmiş. Konuşmak isteyen herkesin ağzı “holokost” ve “antisemitik” tıpasıyla tıkanmış.

İslam’ı kötü gösterme, Yahudileri mazlum ve mağdur olarak sunma oyunu da bitti. Yahudi’nin nasıl iğrenç bir varlık olduğunu bütün dünya gördü. Kimi ses çıkarıp kimi çıkaramasa da herkes gerçeği gördü. İslam hakkındaki tüm yalanlar tuzla buz oldu. Batı silkelendi, sayı ve neticeleri şimdilik bilinmese de büyük bir uyanışla karşı karşıyayız.
İslam’ı kötü gösterme, Yahudileri mazlum ve mağdur olarak sunma oyunu da bitti. Yahudi’nin nasıl iğrenç bir varlık olduğunu bütün dünya gördü. Kimi ses çıkarıp kimi çıkaramasa da herkes gerçeği gördü. İslam hakkındaki tüm yalanlar tuzla buz oldu. Batı silkelendi, sayı ve neticeleri şimdilik bilinmese de büyük bir uyanışla karşı karşıyayız.

Yahudilerin tüm masalları çöp oldu

Şükür ki, Yahudilerin tüm masalları çöp oldu. Devletler, teşkilatlar, şirketler ve siyasetçiler susmayı sürdürse de vicdanlar harekete geçti. Büyü bozuldu ve büyük bir uyanış başladı. Bu da başta zikrettiğimiz umudun yeşermesine sebebiyet verdi.

İslam’ı kötü gösterme, Yahudileri mazlum ve mağdur olarak sunma oyunu da bitti. Yahudi’nin nasıl iğrenç bir varlık olduğunu bütün dünya gördü. Kimi ses çıkarıp kimi çıkaramasa da herkes gerçeği gördü. İslam hakkındaki tüm yalanlar tuzla buz oldu. Batı silkelendi, sayı ve neticeleri şimdilik bilinmese de büyük bir uyanışla karşı karşıyayız.

“İnsanlıktan umut kesildi” diye düşünülürken Allah (c.c.) Filistinli şehitlerin kanı, anne ve babalarının gözyaşlarını sadece Filistin topraklarına değil bütün bir insanlığın ruhuna, kalbine akıttı. Bu kan yeni bir baharın müjdesi olarak bizim de dirilmemizi bekliyor.

Lübnanlı bir hoca, Arap yöneticilerinin iplerinin düşmanların elinde olduğunu, Müslüman gibi gözüken bu kişilerin şeref ve hasiyetlerini çiğnettiklerini haykırdı. Cahiliye Arapları bile bir mazlum çığlığı duyduğunda yardıma koştuğunu, ama bugünkü Arap yöneticilerinin cahiliye Arapları kadar şerefe sahip olmadıklarını söyledi.

Peki, neden böyle?

Zenginlik ve maddî refahı sindirememe

Millî Eğitim Bakanlığı âdâb-ı muaşeret, Türk sosyal hayatında aile, spor eğitimi, sanat eğitimi gibi sekiz yeni seçmeli ders koymuş. Güzel bir çaba ama neden seçmeli? Neden ortaokul ve lisede? Bunların zamanı ilkokuldan başlar, müfredatı zenginleşerek lise sona dek sürer.

Bugün İslam dünyasının ve Türkiye’nin temel meselesinden biri; zenginliği, maddî refahı sindirememiş olmasıdır. Biz bir ahlâk, âdâb-ı muaşeret ve temizlik medeniyeti iken bize ne oldu da bunların tamamını yitirdik? Millî Eğitim neden bunları zorunlu değil de seçmeli yapar? Ailenin, âdâb-ı muaşeretin, Türk kültür ve geleneğinin öğretilmesi nasıl olur da seçmeli olabilir?

İşte bizi biz olmaktan çıkaran şey bunların eksikliğidir. İnançla, tarihle, gelenekle, ecdatla bağımızın zayıflamasındandır. Gazze yanarken, bebekler kan gölünde boğulurken bizde Starbucks’lar dolmaya, kolalar içilmeye, siyonizmin emrindeki şirketlerin malları inadına satın alınmaya devam ediliyor. Bir sözde siyasi partinin başkanının bu küffar müessesesine desteğe gitmesine ses çıkarılmamasının, İsrail’e mal sevkinin sürmesinin gerekçesi de budur.

Boykot çağrısı yapana suç duyurusu

Boykot kapsamına alınan firmaların boykot çağrısı yapanlar hakkında suç duyurularında bulunma cesaretinin temel nedeni de bu çürümüşlüğü, dayanışma ruhundan mahrumiyeti görmeleridir. “Sarı öküzü” verdikten sonra bir bir ham yapılmamız karşısındaki suskunluğumuzu bilmeleridir.

Evet, Gazze’nin direnişine, halkının imanına hayranız. Batıdaki uyanıştan da mutluyuz. Peki, bizi kim uyandıracak?

Bizi kim kendimize getirecek?

Biz ne zaman iyiyle kötüyü ayırt edebilir hâle geleceğiz?

Biz ne zaman kardeşlerimizle danışma içinde olacağız?

Bize gelen bizde ne zaman dirilecek?