Körfez’de İran’ı gölgede bırakan İsrail tehdidi

Körfez’in zayıflamış bir İran görmeyi tercih ettiği açık. Ancak bu, karşısında sınır tanımayan, bölgede istediğini yapabilen ve artık ABD tarafından bile kontrol edilemeyen bir İsrail’in elin-den geldiğinde işin rengi değişiyor. İsrail’le normalleşmiş ülkeler dahi bugün gelinen noktada İsrail’in artan tehdidi karşısında endişelerini gizleyemiyor.
Amerikan üslerine ev sahipliği yapan Körfez ülkeleri, ABD'nin İsrail’e katılarak İran'a yaptığı saldırıların, çatışmaların Ortadoğu geneline yayılması endişelerini beraberinde getirmesiyle teyakkuza geçti.
Körfez ülkelerinin en büyük avantajı, mevcut çatışmaya İran'la diyalog halinde oldukları bir dönemde yakalanmaları oldu. 2017 Katar ablukası döneminde gerekçelerden biri Doha'nın İran'la 'iyi ilişkileri' idi. Sonrasında pek çok faktörün sonucu olarak Suud, Çin arabuluculuğunda yıllar sonra İran'la diplomatik ilişkileri yeniden tesis etti (Mart 2023) Abluka dönemindeki gibi bir havada girilse bugün işler başka olabilirdi. Yine ciddi kaygılar var ancak yangına körükle gitmek yerine diyaloğun ön planda olması nispeten rahatlama sağlıyor.

ABD üslerine ev sahipliği yapmak, Körfez ülkelerini potansiyel hedef haline getiriyor. Tek avantaj, İran ile geçmişin aksine diyalog halinde olunması. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) mevcut ilişkisi, hedef olma olasılığını nispeten azaltsa da ciddi endişeler var. Bu kaygılar, askeri üslerin hedef olmasından Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasına, Körfez sularında radyolojik sızıntı riskine kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor.
Bahreyn (ABD'nin deniz üssü var) kamuda uzaktan çalışma sistemine geçti, ana yolların yalnızca "zorunlu hallerde" kullanılmasını tavsiye etti.
Yapılan açıklamalarda 13 Haziran'dan bu yana İsrail doğrudan kınanırken, saldırı sonrası ABD'yi doğrudan kınamaktan -genelde- kaçınıldı. En sert açıklama Umman'dan geldi; ABD’nin saldırı ile uluslararası hukuku ihlal ettiği belirtildi.
Nispeten az gündem olan önemli tedirginliklerden biri de Körfez'de radyolojik sızıntı. Tuzdan arındırılmış su (desalinated water) hayâtî önemde, ülkeler içme suyunun büyük bölümünü bu yolla sağlıyor.
Körfez açısından ABD saldırısının en büyük derslerinden biri de; Trump'ın trilyonluk son ziyaretinde bambaşka bir hava eserken, gelinen noktada aslında Trump üzerinde ne kadar az etkiye sahip olduklarını anlamak oldu.
Her zamankinden çok hissedilen tehdit: israil
Bundan beş yıl önce ya da Trump’ın ilk başkanlık döneminde olsaydı bazı Körfez ülkeleri İran’ın hedef alınmasını memnuniyetle âdeta ellerini ovuşturarak izleyebilir, hatta ABD’nin bu adımı atması için Washington DC’de lobi yapabilirdi. Ancak bugün o geçmişteki sevinç ve tatmin duygusunun yerini açık bir endişe ve tedirginlik almış durumda. Çünkü bu kez İran’ı vuran, durdurulamaz bir güç haline gelen İsrail.
Körfez’de geçirdiğim yıllarda en çok dikkatimi çeken durumlardan biri, bu ülkeler açısından en büyük tehdidin İsrail değil, İran olarak görülmesiydi. Katıldığım tüm toplantılarda, yürütülen hemen her sohbetin bir noktasında bu açıkça dile getirilirdi. Körfez’in gözünde başlıca tehdit daima İran’dı.
Peki, neden? Bu sorunun kendi içlerinde gerekçeleri var, bu yazıda bunlara girmeyeceğim. Ancak 7 Ekim’in ortaya çıkardığı en önemli sonuçlardan biri, bölgede tehdit önceliklerinin yeniden şekillenmiş olmasıdır. Bu, İran’ın artık tehdit olmadığı anlamına gelmiyor; sadece İsrail, Batı’nın ve özellikle ABD’nin sınırsız desteğiyle kontrolden çıkan bir güce dönüşerek, artık normalleşme adımları atan ülkeler için dahi ciddi bir kaygı kaynağı haline gelmiş durumda.
En ürkütücü olan ise İsrail’i durdurabilecek hiçbir mekanizmanın bulunmaması. Bunu yapabilecek çaptaki tek güç olan ABD’nin doğrudan İsrail’in yanında savaşa dâhil olmasıyla iş daha da kaygı verici bir hâl aldı. Üstelik bir bölgesel savaş çıkması durumunda ilk zarar görecek olan da Körfez ülkeleri olacak; çünkü ABD’nin bölgedeki askeri üsleri olası bir misillemenin doğal hedefi. Dahası bu saldırılar İran’la yürütülen nükleer müzakere sürecini de sekteye uğrattı. Oysa nükleer kapasiteye sahip bir İran fikrinden en çok rahatsız olan Körfez devletleri bu tehdidi ortadan kaldıracak yeni ve dengeli bir anlaşma arayışındaydı.
İran’ın zayıf olması Körfez açısından her zaman tercih sebebiydi. Ancak eğer karşıda mutlak biçimde güç kazanmış, dizginlenemeyen bir İsrail varsa, bu denklem artık Körfez lehine çalışmıyor.

İzolasyondan diyaloğa evrilen strateji
Trump’ın ikinci başkanlık dönemine gelindiğinde Körfez ülkelerinin İran’a yönelik politikaları önemli ölçüde değişmişti. İlk dönemde İran’a yönelik "maksimum baskı" stratejisini sonuna kadar destekleyen ve bu politika için Washington’da aktif lobi yürüten ülkeler, geçen yıllarda yaşanan gelişmeler doğrultusunda yön değişikliğine gitmişti.
2017’de Katar’a uygulanan ambargonun başlıca nedenlerinden biri, Doha’nın Tahran’la kurduğu yakın ilişkiler iken yıllar sonra aynı ülkeler bizzat kendileri İran’la diplomatik temas başlattı. Suudi Arabistan’ın Çin’in arabuluculuğunda İran’la yeniden diplomatik ilişki kurması bunun en çarpıcı örneği oldu.
Bu dönüşüm, İran’ın artık tehdit olarak görülmediği şeklinde yorumlanmamalı. Tehditler yerinde duruyor; ancak bunların algılanma biçimi ve öncelik sıralaması zamanla değişebiliyor. Nasıl ki Arap Baharı’nın ilk dönemlerinde Müslüman Kardeşler bir numaralı tehdit olarak görülürken bugün bu tehdit algısı arka plana itildiyse, İran’a yönelik bakış da benzer şekilde evrildi. Körfez’in İran’ı yalnızlaştırmak yerine diplomasiyle çevrelemeye yönelmesi, yaşanan deneyimlerin ve değişen güvenlik ortamının sonucuydu. Özellikle Suudi Arabistan’ın İran destekli Husi saldırılarına karşı ABD’den beklediği desteği alamaması bu değişimi hızlandırdı. Hedeflerine ulaşmak isteyen Körfez ülkeleri tehditlere karşı daha kırılgan hale geldiklerini fark etti.
Ayrıca ABD’nin 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesinden sonra İran’ın nükleer faaliyetlerini artırması Körfez’deki kaygıları büyüttü. Nükleer silaha sahip bir İran ihtimali tüm bölge için tehlikenin katlanması anlamına geliyordu. Bu yüzden Trump’ın ikinci döneminde Körfez ülkeleri yeni bir anlaşma sürecine destek veren en güçlü aktörlerden biri oldular. İran’ı masada tutmak, sahadaki gerilimden çok daha güvenli bir yoldu.
Ancak 7 Ekim sonrası tırmanan gerilim ve 13 Haziran’dan itibaren çatışmaya evrilen süreç bu yeni politikaların sonuç vermesini zorlaştırıyor. İsrail askeri anlamda hiç olmadığı kadar baskın bir aktör haline geldi. İran ise daha fazla köşeye sıkıştığında ve elinde kaybedecek bir şey kalmadığında çok daha tehlikeli bir profil çizebilir. Körfez’in tercihi, masada konuşulan ve belli ölçüde kontrol edilebilen zayıf bir İran’dır; kontrolden çıkmış, dışlanmış ve radikalleşmiş bir İran değil. Bu nedenle mevcut tablo geçmişte olduğu gibi rahatça seyredilecek bir durum değil.
Katar’ın etkili siyasetçilerinden eski başbakan Hamad Bin Jassim’in de vurguladığı gibi İran ile İsrail (ve dolaylı olarak ABD) arasında tırmanan bu krizin ilk ve en doğrudan etkilerini yaşayacak olanlar Körfez ülkeleri olacak. Daha sıcak bir çatışma senaryosunda İran’ın hedef alacağı ABD üsleri ve enerji taşımacılığı açısından kritik öneme sahip Hürmüz Boğazı, Körfez için büyük risk barındırıyor. Turizm, yatırım ve bölgesel entegrasyon planları yükselen şiddet dalgasıyla tehdit altında.
Geçmişte İran, bölgedeki krizlerin ana aktörü olarak gösteriliyordu. Ancak bugün İran’a duyulan güven sorunu hâlâ derin olsa da bölgedeki tırmanışın sorumlusu olarak artık İsrail öne çıkıyor. Dubai merkezli “b’huth Araştırma Merkezi”nin direktörü Mohammed Baharoon’un ifadesi bunu çok net özetliyor: “Şu anda elinde silah olan bir deli varsa o da İran değil, İsrail’dir.”
Bu sözler Körfez’deki genel havayı da yansıtıyor. İran rejimine yönelik ciddi eleştiriler olsa da İsrail’in stratejik düşünceden yoksun, öngörülemeyen hamleleri, Körfez başkentlerinde tedirginlik yaratıyor. İsrail’in nihai hedefinin belirsizliği, onun durdurulmasının ne zaman ve nasıl mümkün olabileceğine dair kafa karışıklığını daha da artırıyor. Üstelik bu dizginsizlik, bölgede El Kaide ya da IŞİD gibi yapıları tekrar canlandırabilecek bir ortam yaratabilir. Kaldı ki, DAEŞ Suriye’de bir kiliseye çoktan saldırdı bile.
Trump’ın ikinci döneminde Körfez ülkeleri önceki dönemden kurdukları ikili ilişkiler ve yüksek harcamalar üzerinden ABD politikasını etkileme konusunda umutluydu. Ancak İsrail söz konusu olduğunda bu çabaların hiçbir karşılık getirmediği net biçimde görüldü. Gidişat, Körfez’in yalnızca izleyici konumuna itildiği, İsrail merkezli bir düzenin şekillenmesine doğru ilerliyor. Ne Suudi Arabistan ne BAE, İsrail’i yavaşlatma ya da frenleme konusunda ABD’yi ikna edebiliyor.
Türkiye ve çevre ülkelerle ilişkilerini düzelten, İran’la teması sürdüren, çatışmalardan uzak bir Körfez vizyonu bugün âdeta çapraz ateş altında. 7 Ekim’den sonra giderek gerginleşen atmosfer, 13 Haziran itibarıyla bölgeye yayılan daha ciddi bir savaş ihtimalinin ağır bastığı bir tabloya dönüştü. Bu da ticaret, turizm ve yatırımlarla anılmak isteyen, içeride kendi toplumsal ve ekonomik vizyon projelerine odaklanmış Körfez ülkeleri için parlak bir durum değil.
Körfez’in zayıflamış bir İran görmeyi tercih ettiği açık. Ancak bu, karşısında sınır tanımayan, bölgede istediğini yapabilen ve artık ABD tarafından bile kontrol edilemeyen bir İsrail’in elinden geldiğinde işin rengi değişiyor. İsrail’le normalleşmiş ülkeler dahi bugün gelinen noktada İsrail’in artan tehdidi karşısında kaygılarını gizleyemiyor. Bugün, Körfez’de geçirdiğim yılların aksine ilk kez “İran tehdidi”nden daha fazla “İsrail tehdidi” vurgusunu duyuyorum ve görünen o ki bu tehdit daha uzun süre Körfez’de kendini hissettirmeye devam edecek.
- Bu ay Ortadoğu’da neler oldu?

- 13 Haziran: İsrail, 13 Haziran'da İran’ın farklı kentlerindeki nükleer tesisler başta olmak üzere ordunun üst komuta kademesini de hedef alan geniş çaplı saldırılar düzenledi.
- İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Genel Komutanı ve bazı üst düzey komutanlar ile 9 nükleer bilim insanı saldırılarda ölürken, toplam sivil kaybı 224 olarak açıklandı.
- İran ordusunun İsrail’e balistik füzelerle yaptığı misillemede 25 kişinin öldüğü, 500'den fazla kişinin yaralandığı aktarıldı. Türkiye başta olmak üzere çok sayıda ülke İsrail'i kınadı.
- 22 Haziran: ABD, İran'da nükleer tesisleri vurdu.
- ABD Başkanı Donald Trump, ABD'nin İran'daki Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerine saldırı düzenlediğini duyurdu.
- Saldırı, İsrail-İran arasındaki çatışmanın 10. gününde düzenlendi. ABD Başkanı daha önce ülkesinin İsrail-İran savaşına dâhil olup olmayacağına ilişkin kararı 2 hafta içinde açıklayacağını söylemişti.
- Trump saldırıları "başarılı" sözleriyle ifade ederken, Fordo nükleer tesisine "tam bir bomba yükü atıldığını" ve imha edildiğini söyledi.
- İsrail Başbakanı Netanyahu, "Büyük dostumuz Trump'a şapkamızı çıkarmalıyız" dedi. ABD'nin Fordo nükleer tesisine büyük zarar verdiğini öne süren Netanyahu, hedeflerine ulaşana kadar saldırıları bitirmeyeceklerini bildirdi.
- 23 Haziran: Trump, İsrail-İran geriliminin ateşkesle sona erdiğini duyurdu.