Küçük cömert büyük verimsiz

‘Yeşil Devrim’ belâsının vahşi tarım anlayışının etkileri, en yıkıcı şekilde her hayata yansısa da değişen fazla bir şey yok.
‘Yeşil Devrim’ belâsının vahşi tarım anlayışının etkileri, en yıkıcı şekilde her hayata yansısa da değişen fazla bir şey yok.

Küçük çiftlikler daha az kaynağı, daha yoğun bir şekilde yöneterek, birim çıktı başına daha fazla kârları da sağlıyor uğraşanlara. Mesela toplam çıktıda, çeşitlendirilmiş küçük çiftlikler çok daha fazla gıda üretiyorlar. ABD’de yapılan çalışma ortada. En küçük iki hektarlık çiftlikler hektar başına 15.104 dolar üretip, hektar başına yaklaşık 2.902 dolar kâr elde ediyorlarken, ortalama 15.581 hektar olan en büyük çiftlikler, hektar başına sadece 249 dolar kazandırıyorlar. Hâlâ “illâ da büyük” diye ahkâm kesip celladın değirmenine su taşımaya devam edecek miyiz?

Acı ama herkes cellatları seviyor. ‘Yeşil Devrim’ belâsının vahşi tarım anlayışının etkileri, en yıkıcı şekilde her hayata yansısa da değişen fazla bir şey yok. İşlediği onca günah, kırıp döktükleri, perişan ettikleri üzerine yüzlerce araştırma, rapor, makale, haber olması dahi bir işe yaramıyor. Alışılmışın sihrinden kurtulamıyoruz. Mesela bilen bilmeyen herkesin söylemezse kendisini eksik hissettiği, memleketin meşhur “parçalanmış araziler” ya da “parsel küçüklüğü” meselesi. Doğru sanılan bu yanlış maalesef zihinlerden, dillerden sökülemiyor. Üstelik sadece ziraatla ilişkisi yüzeysel olanların dillendirdiği bir bilgisizlik değil bu. Ülkenin ziraatına yön verenler, yasasını ve politikasını belirleyenler, meslekî eğitimini veren akademisyenler ya da memuriyetini yapanlar da her fırsatta bu şehir efsanesini dillendiriyorlar.

Oysa zihinlere bilinçle ve art niyetle enjekte edilmiş arızalı bir düşünce bu. Verimsiz, besinsiz, sağlıksız, kirletici ve yok edici endüstriyel tarımın “büyük” takıntısını haklı göstermek ve “yayılmacı” karakterini dilediğince kullanabilmesi için uyduruldu. Yeşil devrimciler sadece ülkemizde değil çöreklendiği dünyanın her coğrafyasında insanların ağzına pelesenk etti bu parçalanmış arazi meselesini. Küçük olan her fırsatta küçümsendi, değersiz bulundu, işe yaramaz görüldü. Başka türlü tabii kaynakları kirleten, ziraatı devasa alanlarda yetiştirilen 3-5 ürüne mahkûm eden, biyo-çeşitliliği bitiren, insanı gıdasıyla hastalandıran mono-kültür takıntılı, petrol bağımlısı endüstriyel tarıma bu denli kolay yer açılabilir miydi?

İlle de büyük olsun takıntısı

Ekim alanlarının parçalı olmasının üretim, verimlilik, ekonomik gelir ve sosyal düzey açısından kusurlar taşıdığını söyleyenler, bizi ve tabiatı hasta eden endüstriyel tarım değirmenine su taşıdıklarını dahi bilmiyorlar. Yâni sadece kendilerinin değil, bütün insanlığın celladına övgüler dizdiklerinin farkında değiller. Bu bilgi eksikliği yüzünden yıllardır “arâzi toplulaştırma” ve sözde “tarla içi geliştirme” gibi garabet bir takıntısı var bu ülkenin. Kimse durup demiyor nedir bu diye?

Neymiş, gelişmiş ülkelerde işletme sayılarında azalma, ortalama işletme büyüklüklerinde ise artma görülmekteymiş. Küçük ve çok parçalı işletme yapısı teknoloji kullanımını güçleştirmekte, emek verimliliğini düşürmekte, yeterli sermaye birikimini engellemekteymiş. Külliyen yalan. Hatta bilinenin aksine küçük arazileri yutup devasalaşan üretim için söylenen ne kadar avantaj varsa, hepsi gerçekte küçük ölçekli ziraatçılığın üstünlükleri.

Yeşil devrimin pervasız endüstriyel tarımı koca bir başarısızlık olarak önümüzde duruyorken dahi ısrarla küçük olana dair sürdürülen cehalet gerçekten enteresan. “İllâ da büyük olsun” heveslilerine soralım. Genetik çeşitliliği kurutan, toprağı kirleten, suları zehirleyen, soluduğumuz havayı bozan, tabii olanın ipini çeken küçük olan mıydı, büyük olan mı?

Üretim yapacağım diye sentetik gübrelerle, pestisitlerle, antibiyotiklerle, hormonlarla Veysel’in sadık yâri toprağın başına çölleşmeyi, çoraklaşmayı, erozyonu, tuzluluğu, asitliği, besin eksikliğini bela eden hangisiydi? Yediğimiz ekmeği, sebzeyi, meyveyi, eti, sütü devasa boyutlarda ürettikçe gıdayı; besleyen değil hasta eden zehirlere çeviren üretim sistemi küçük müydü, büyük mü? Tabiatı, tabii kaynakları, etrafımızdaki türlü börtü böceği ve de biz insanları hasta eden, ilaç ve hastane tüccarlarının ellerinde sağılacak mala dönüştüren neydi? Yâhut da nice çiftçinin ipini çeken, tarlasından ocağından eden, kırdakileri fakirleştiren, göçü azdıran, şehirleri cinnet yuvalarına çeviren, sosyal çatışmaları tetikleyen hangisiydi?

Bütün bunların “büyük” olanın eseri olduğu ortadayken dahi hâlâ “illâ da büyük olsun” demek, nasıl bir akıl tutulmasıdır anlamak kolay değil. Tarla tapan, börtü böcek, dere tepe, çoluk çocuk zehirlenirken, devasa tohum şirketlerini, zirâî kimya endüstrisini, dev petrol şirketlerini, tarım makinesi üreticilerini, baraj inşaatçılarını ve büyük toprak sahiplerini, ilaç endüstrisini, hastane tüccarlarını ihya eden vahşi bir büyüğe karşı sürekli küçüğü karalamak, küçümsemek gerçekten en iflah olmaz halimiz. Hele de parçalanmış arazileri toplulaştırmayı zihinlerimize kazıyan endüstriyel tarım, iddia ettiği her şeyin tersini yaptığını çokça göstermişken.

Gıda ve Kalkınma Politikası Enstitüsü, küçük ile büyük çiftliklerin verimliliğini karşılaştırmak için onlarca ülkeden veriler toplayıp incelediğinde ne buluyor biliyor musunuz? Verilerin mevcut olduğu her ülke için küçük çiftlikler, o çok meraklısı olunan devasa işletmelere göre birim alan başına yüzde 200 ila 1000 arasında daha verimli çıkıyorlar.
Gıda ve Kalkınma Politikası Enstitüsü, küçük ile büyük çiftliklerin verimliliğini karşılaştırmak için onlarca ülkeden veriler toplayıp incelediğinde ne buluyor biliyor musunuz? Verilerin mevcut olduğu her ülke için küçük çiftlikler, o çok meraklısı olunan devasa işletmelere göre birim alan başına yüzde 200 ila 1000 arasında daha verimli çıkıyorlar.

Büyük tarım sürdürülemez

Küçük alanları ısrarla küçümseyerek zirâî uğraşın dışına itmek, endüstriyel tarımcıların bilerek uydurdukları bir efsaneydi ve maşallah herkes o efsaneye inanmaktan geri kalmadı, kalmıyor. Neymiş, küçük alanlarda yapılan tarım düzensiz, plansız ve rasgele olurmuş, kaynak israfıymış, ekonomik değilmiş, çağa uymuyormuş. Kim, neye göre söylüyor bunları? Aksine doğru olan tam tersi. Mesela asıl verimli olan küçük olandır. Koruyan, kollayan, dertlenen de. Sağlıklı olan, ekene de, yiyene de şifasını dokunduran, yeşil devrimin zehirlerine bulaşmamış küçüklerdir. Küçük olan çeşitliliktir, renkliliktir, insanın gıdasına, diyetine, kültürüne, geleneğine, tarihine kendi çapında da olsa müspet katkılar sunacak zenginliği barındırır. Küçük olan saygılıdır, değer bilendir, cömerttir.

Kısır, besin değeri sıfırlanmış, zehirli hibrit tohumlara ve onun bağımlı olduğu petrokimya ürünü sentetik gübrelere ve zehirlere dayanan bir üretimin geleceği yokken, bu takıntıdan kurtulmalıyız artık. Tabii olana, sağlıklı olana karşı bir nebze samimiysek, büyük tarımın tabiatı gereği sürdürülemez olduğunu görmeliyiz. Hele de şu ara dillerden düşmeyen gıda güvenliğini, 1 milyar insanı açlığa, 2,5 milyar insanı da yetersiz beslenmeye mahkûm eden büyüğün asla sağlayamayacağı gerçeği orta yerde duruyorken.

Temiz, sağlıklı, halis gıdalar için parçalanmışlığın bir şans olduğu, çeşitlendirilmiş, sürdürülebilir küçük çiftliklerin, kırda yaşayan insanlar için daha doğru fırsatlar sunacağı fark edilmelidir artık. Güzelim şehirleri insana eziyet eden cehennemlere çeviren kırdan nüfus göçünü yavaşlatacak ve nihayetinde hayatın karmaşasını müspet yönde tersine çevirecek olan küçük olandır. Tabiatın bütünüyle kirlendiği, gıdanın yapaylaştığı, teknolojinin acımasızlaştığı zamanda, kırdan ve topraktan göçlerin çoğalıp, köylerin beton yığını kentlerin kenarlarına yamandığı bir zamanda umut verendir.

Yüksek verim oranı küçüklerde

Öte yandan günümüzün küçük ölçekli çiftliklerinin gerçekte büyük endüstriyel çiftliklere göre dönüm başına çok daha yüksek verimlilik oranlarına sahip olduklarını gösteren yüzlerce, binlerce araştırma var. Gıda ve Kalkınma Politikası Enstitüsü, küçük ile büyük çiftliklerin verimliliğini karşılaştırmak için onlarca ülkeden veriler toplayıp incelediğinde ne buluyor biliyor musunuz? Verilerin mevcut olduğu her ülke için küçük çiftlikler, o çok meraklısı olunan devasa işletmelere göre birim alan başına yüzde 200 ila 1000 arasında daha verimli çıkıyorlar.

Sürpriz mi bu?

Elbette hayır!

Çünkü endüstriyel tarımın dayattığı ve herkese kabul ettirdiği büyük üreticilerin daha yüksek üretkenliğe sahip olduğu doğru değil. Dünyanın bin bir çeşit ürününü tekçi ekim sisteminin GDO’lu üç beş ürününe kurban eden endüstriyel tarımın tersine, küçük çiftlikler poli-kültürel sistemiyle biyo-çeşitliliği zenginleştiriyor, yabânî otlardan, böceklerden ve hastalıklardan kaynaklanan kayıpları tabii yolla azaltıp, mevcut su, ışık ve besin kaynaklarının daha verimli bir şekilde kullanılmasına imkân veriyorlar. Yani daha çevreci, daha sürdürülebilir, daha fıtrata uygun.

Küçük çiftlikler daha az kaynağı daha yoğun bir şekilde yöneterek, birim çıktı başına daha fazla kârları da sağlıyor uğraşanlara. Mesela toplam çıktıda, çeşitlendirilmiş küçük çiftlikler çok daha fazla gıda üretiyorlar. ABD’de yapılan çalışma ortada.

  • En küçük iki hektarlık çiftlikler hektar başına 15.104 dolar üretip, hektar başına yaklaşık 2.902 dolar kâr elde ediyorlarken, ortalama 15.581 hektar olan en büyük çiftlikler hektar başına sadece 249 dolar kazandırıyorlar.

Hâlâ “illâ da büyük” diye ahkâm kesip celladın değirmenine su taşımaya devam edecek miyiz?