Kurtlar, Reis’e pusu kurdu

Yâ Rabb! Müsâfir-i sahrâ-yı mihnetemTevfîki idül refik bana sıdkı rehber it!Ser-menzil-i murâda yetür ser-bülend kıl!Mahrûm koyma, cümle murâdum müyesser it!Fuzuli dua mahiyetindeki bu mısralarda şöyle niyaz etmektedir: “Mihnet çölü yolunun yolcusuyum ben ey Rabbim! Yardımı yoldaş, doğruluğu kılavuz et bana! Murada ulaşıp yüceleyim; beni mahrûm koyma, cümle murâdımı müyesser eyle Allah’ım! Âmin!”

Köyün birinde fakir ama tevekkül ehli bir ihtiyar varmış. O ihtiyarın bir de dillere destan beyaz atı... Kral bu at için büyük miktarda altın teklif etmiş ama ihtiyar, “Bu at bir at değil benim için, bir dost! İnsan dostunu satar mı?” deyip satmaya yanaşmamış...

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü, adamın başına toplanıp, “Yapmayacaktın ihtiyar, bu atı sana bırakmayacaklar belliydi. Keşke krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne altınların var, ne de atın” demişler...

24 Eylül 1998 yılında çıkan Radikal Gazetesi'nin birinci sayfasının başlığı...
24 Eylül 1998 yılında çıkan Radikal Gazetesi'nin birinci sayfasının başlığı...

24 Eylül 1998 yılında çıkan Radikal Gazetesi'nin iç sayfasının başlığı...
24 Eylül 1998 yılında çıkan Radikal Gazetesi'nin iç sayfasının başlığı...

İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin. Sadece at kayıp. Çünkü gerçek bu! Ondan ötesi sizin zannınız ve acele verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir baht mı, bunu bilmiyoruz...”

Köylüler mütevekkil adama kahkahalarla gülmüşler.

Çok geçmeden at geri dönmüş...

Dönerken de, vadideki pek çok vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil âdeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir sürün var...” demişler.

24 Eylül 1998 yılında ki Hürriyet Gazetesi'nin birinci sayfasında ki sürmanşeti...
24 Eylül 1998 yılında ki Hürriyet Gazetesi'nin birinci sayfasında ki sürmanşeti...

“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu…”

Kısa bir süre sonra, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.

Köylüler gene gelip, “Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.

Bilge ihtiyar, “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. Acele karar vermeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz peşin hüküm…”

Kısa bir süre sonra çıkan savaş nedeniyle ülkede seferberlik ilan edilmiş ve eli silah tutan bütün gençler askere çağrılmış. Herkesin oğlu askere alınırken, ihtiyarın ayağı kırık oğlu alınmamış.

Köylüler ihtiyara tekrar gelip, “Yine sen haklı çıktın. Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler...”

Adam “Siz erken karar verme hastalığına yakalanmışsınız. Hâlbuki ne olacağını kimseler bilemez. Şimdilik bilinen bir tek gerçek var. O da benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Hangisi baht, hangisi değil bunu sadece Allah bilir.”

İstanbul-DGM'nin raporu...
İstanbul-DGM'nin raporu...

Siirt-savcılık raporu...
Siirt-savcılık raporu...

Diyarbakır DGM'nin fezlekesi...
Diyarbakır DGM'nin fezlekesi...

Karanlık emir: Erdoğan’ın önünü kesin!

Ancak bu ülkenin gerçek sahiplerinin tepesinde boza pişiren iyi saatte olsunlar yahut da dönme masonlar, Erdoğan’ın önünü kesmekte kararlıdır. Emri alan savcılar hızla harekete geçer. İlk olarak, İstanbul DGM Savcısı 8 Aralık 1997’de Erdoğan hakkında TCK 312/2 maddesi kapsamında inceleme başlatır. Ardından Aydın Doğan ve Dinç Bilgin’in gazeteleri başta olmak üzere sapkın medya devreye girerek bir şiir üzerinden geleceğin liderine saldırır.

Bir gün sonra ise Siirt Cumhuriyet Savcılığı harekete geçerek, 9 Aralık günü Diyarbakır DGM’ye konuşmanın bant çözümünü gönderir.

Düzenlediği fezlekede özellikle Erdoğan’ın “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker” diyerek söze başladığına özel vurgu yapılır.

O kaplumbağa yürüyüşünden daha ağır çalışan Türk yargısı, Siirt’ten yola çıkan ve derhal ulaşan fezleke üzerine aynı gün Diyarbakır DGM’ye ulaşır. DGM Savcısı Nihat Çakar, aynı gün soruşturma açıp, Adalet Bakanlığı’na da Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma başlatıldığı yazısını yazar. Savcı “halkı, din ve ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik” suçlamasıyla 17 Aralık 1997’de İstanbul DGM’ye talimat yazarak, Erdoğan’ın ifadesinin alınması ve delillerin toplanmasını ister.

Zamanın hantal ve tembel devletinin ilgili makamları işini gücünü bırakıp iki mısralık şiiri okuyan Erdoğan’a, daha doğrusu ümmetin lider namzetine ceza verip, siyaset meydanının dışına itebilmek için arı kovanındaki işçi arılar gibi vızır vızır işlemeye başlar. Adalet ve İçişleri Bakanlıkları, Emniyet ve Mahalli İdareler Genel Müdürlükleri, İstanbul Valiliği, Diyarbakır ve İstanbul DGM’leri arasındaki yazışmalar ışık hızıyla devam eder. O günün haberleşme aracı olan faksların biri gider, diğeri gelir.

12 Ocak 1998’de İstanbul DGM tarafından Erdoğan’ın yazılı savunması alınır. Savunmaya Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Prof. Dr. Çetin Özek, Prof Dr. Uğur Alacakaptan başta olmak üzere pek çok hukukçunun konuşmayla ilgili mütalaaları da eklenir.

Hapis cezasının infazı için cezaevinde hükümlü bulunan Erdoğan, infaz koruma memurlarının eşliğinde ziyaretçilerinin bulunduğu görüşme odasına götürülürken...
Hapis cezasının infazı için cezaevinde hükümlü bulunan Erdoğan, infaz koruma memurlarının eşliğinde ziyaretçilerinin bulunduğu görüşme odasına götürülürken...

Reis’in hayatını değiştirecek şiir

Takvimler 6 Aralık 1997’yi gösterirken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Siirt’te bir konuşma yapar ve konuşmasına “Minareler süngü, kubbeler miğfer Camiler kışlamız, müminler asker” mısrâlarını okuyarak başlar. Erdoğan hemen her konuşmasında yaptığı üzere aynı zamanda Mehmet Akif’ten, Necip Fazıl’dan da şiirler okur. Tayyip Erdoğan iktidarı öncesi (âdeta bir açık hava hapishanesi olan) Türkiye’sinde öyle dilediğiniz gibi etkinlik yapamazdınız. Emniyetten müsaade almadan etkinlik yapmak kimin haddine.

Tertip komitesi, kararlar, dilekçeler, nüfus kâğıdı ve ikametgâh örnekleri gibi bir sürü zerzevat isterler.

Başka şehirden gelecek konuşmacının kimlik sureti ve ikametgâhı dâhil olmak üzere her şey haftalar öncesinde emniyette olmak zorunda.

Siirt’te yaptığı konuşma nedeniyle aldığı 10 aylık hapis cezasının infazı için 26 Mart 1999 günü Pınarhisar Cezaevi’ne girişinde Erdoğan’ı çok sayıda vatandaş tezahüratlarla uğurladı.
Siirt’te yaptığı konuşma nedeniyle aldığı 10 aylık hapis cezasının infazı için 26 Mart 1999 günü Pınarhisar Cezaevi’ne girişinde Erdoğan’ı çok sayıda vatandaş tezahüratlarla uğurladı.


Her istediklerini yerine getirseniz de bu her şeyin yolunda gideceğinin garantisi değildir. Etkinliğinize dakikalar kala yazılı veya sözlü yasaklandı” tebligatına da her daim hazır olmanız gerekir. Zamanın şartları gereği Siirt Emniyet’i Erdoğan’ı takip etmesi için polis memuru A.C. Özmen’i görevlendirir. Özmen konuşmayı takip eder ve “3500-4000 kişinin katıldığı… açık hava toplantısında yasalara aykırı herhangi bir hususun saptanmadığını arz ederim” diyerek rapor tanzim eder. 9 Aralık’ta Emniyet Müdürü de bu raporu tasdik eder. Emniyet Güvenlik Şubesi de Siyasi Partiler Kanunu çerçevesinde programın olaysız bittiğini rapor eder.

Erdoğan, 24 Temmuz 1999 tarihinde tahliye edildi.
Erdoğan, 24 Temmuz 1999 tarihinde tahliye edildi.

Özek: Erdoğan eşit insanlardan oluşan Türkiye istiyor

“Recep Tayyip Erdoğan konuşmasının sonunda, hangi zihniyet ile hareket edilirse edilsin birlikte, dostlukla, bölünmeden, barış içinde, sevgiyle, ülkeye hizmet edilmesi zorunluluğunu dile getirerek kula kulluğun olmadığı, herkesin düşüncede özgür, eşit insanlardan oluşan Türkiye’nin kurulmasını temenni etmektedir” diyen Prof. Dr. Çetin Özek ise devamla şunları yazar: “Delil olarak da, ülkemizin manifestosu olarak nitelendirdiği İstiklal Marşı’nın bazı kıtalarını okuyarak, vatanın bütünlüğünün, istiklalinin inançla sağlanacağını, ezan sesinin engellenemeyeceğini belirtmektedir. Belirli zihniyet olmadan, sorunların çözümünde, bireyden çare ummanın, kişilerin peşinde boşuna koşulması anlamına geldiğini belirtmektedir.”

Prof. Dr. Sulhi Dönmezer
Prof. Dr. Sulhi Dönmezer

Dönmezer: Kökten laikçilik ikilemine düşmeyin!

Mütalaasında kökten laikçilik ikilemine düşülmemesi ikazında bulunan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer sözlerini şu cümlelerle tamamlar: “Kökten dincilik karşıtlığı, kökten laikçilik ikilemine düşülmediği takdirde irticai faaliyet telakki edilemeyeceği açıklanmalıdır.”

Özek: Erdoğan eşit insanlardan oluşan Türkiye istiyor

“Recep Tayyip Erdoğan konuşmasının sonunda, hangi zihniyet ile hareket edilirse edilsin birlikte, dostlukla, bölünmeden, barış içinde, sevgiyle, ülkeye hizmet edilmesi zorunluluğunu dile getirerek kula kulluğun olmadığı, herkesin düşüncede özgür, eşit insanlardan oluşan Türkiye’nin kurulmasını temenni etmektedir” diyen Prof. Dr. Çetin Özek ise devamla şunları yazar: “Delil olarak da, ülkemizin manifestosu olarak nitelendirdiği İstiklal Marşı’nın bazı kıtalarını okuyarak, vatanın bütünlüğünün, istiklalinin inançla sağlanacağını, ezan sesinin engellenemeyeceğini belirtmektedir. Belirli zihniyet olmadan, sorunların çözümünde, bireyden çare ummanın, kişilerin peşinde boşuna koşulması anlamına geldiğini belirtmektedir.”

Prof Dr Uğur Alacakaptan
Prof Dr Uğur Alacakaptan

‘Suç unsuru yoktur’

- Prof Dr Uğur Alacakaptan, “Ne TCK 312, ne de bir başka ceza hükmünde yer alan suçun unsurlarına rastlanmamıştır. Anayasalara suçsuzluk karinesi boşuna konulmuş değildir. Davaya konu teşkil eden eylemde suç unsurlarına rastlamadığımı saygı ile arz ederim”

- Prof Dr Bahri Öztürk, “Yapılan konuşmada hiçbir suç unsuru yoktur.”

- Prof Dr. Doğan Soyaslan, “Tayyip Erdoğan’ın fiilinde herhangi bir suç unsuru bulun-mamaktadır.”

- Prof Dr. Mehmet E. Artuk, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Gökçen ve Arş Gör. Ahmet C. Yenidünya tarafından hazırlanan ortak mütalaa da ise “İnceleme konusu dosyada TCK.312/2’de yer alan suç unsurlarının gerçekleşmediği kanaatine varılmıştır.”

Murat Bardakçı
Murat Bardakçı

Cellat kararlıdır

İşini şansa bırakmayan cellat geri adım atmama konusunda kararlıdır. Hasan Pulur ve Murat Bardakçı gibiler ise olup bitenle ilgilenmek yerine şiirin sahibinin peşine düşerler. Bakmayın bugünkü değişmişlik numaralarına, o gün hepsinin derdi bağcıdan kurtulmaktı.

İslam ve Türk düşmanı Sabetayist masonlar dışında kamunun böyle bir talebi olmamasına rağmen, Diyarbakır DGM Savcısı Yılmaz Aktaş, 11 Şubat 1998 tarihli iddianamesini şöyle bitirir: “Sanığın üzerine atılı suçtan yargılanmasının 2846 sayılı kanun hükümlerine göre mahkemenizde yapılarak eyleme uyan TCK 312/2 gereğince cezalandırılmasına karar verilmesini kamu adına talep ve iddia olunur.”

Dahası Erdoğan’ın dâvâsına, milletine, devletine asla ihanet etmeyeceğine inancı tamdı ve tamdır.
Dahası Erdoğan’ın dâvâsına, milletine, devletine asla ihanet etmeyeceğine inancı tamdı ve tamdır.

Erdoğan’ın önünün kesilmesi için 1 yıl hapsine

Aylar hatta seneler sürmesi gereken dâvâ süreci devlet görevlilerinin yüksek gayretleri ile hemencecik neticelenir. 21 Nisan 1998 tarihinde DGM heyeti bire karşı iki reyle Erdoğan’ın “Halkı din ve dil farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği kanaatine varıldığından, sanığın kişiliği de göz önüne alınarak bir yıl hapis, 860 bin lira para cezasıyla cezalandırılmasına” diyerek hükmünü açıklar. Muhalif hâkim ise berat verilmesi gerektiğini belirterek hükme katılmaz ise de artık hüküm konulmuştur. Buradaki ‘sanığın kişiliği de göz önüne alınarak’ ifadesinin ne mânâya geldiği zaten bellidir.

Dertleri neydi?

İstanbul’un büyük bir enkaz yığınına dönüşmüş meselelerini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra çözmüş bir şahsiyetin siyasi geleceğini okumak hiç de zor değildi.

Kaldı ki Erdoğan, tesadüfen belediye başkanı olmuş bir şahsiyet de değildi. İBB Başkanı olduğu tarihte en az 25 yıllık siyasi mâzisi olan bir lider namzetiydi. İslam’a canı gönülden teslimiyet ve sadakati, şahsiyeti, dirayeti ve diğer hasletleri bilinen Erdoğan’a tüm Türkiye’de yükselen teveccüh, onun yakın geleceğin başbakanı olacağının en önemli göstergesiydi ve düşmanları da bunu çok iyi biliyordu.

Bu yüzden Reis’in önünü kesmek için ivedi olarak tedbir almak istemişlerdi. Zahire göre her şey istedikleri gibiydi.

Her zaman olduğu üzere Galip olan yine Allah-ü Teâlâ’ydı.

Onlar biliyordu ki; inançlı, millet ve memleketine sevdalı, güçlü, cesur, karakterli, samimi, gayretli, izzetli bir lidere hasret olan bu Millet, O’na bir kez erişirse asla bırakmazdı. Korktukları başlarına geldi. İstanbul Belediye Başkanı olduktan sonra daha yakından tanıdıkları Tayyip Erdoğan onlara, onlar da ona sevdalandı.

Her seçimde yeniden ‘Bismillah’ ve ‘bu şarkı burada bitmez’ diyerek sadakat ve güven tazelemesi yaptılar.

Ersin Bal, “Yargıtay’dan dönmesi imkânsız” der.
Ersin Bal, “Yargıtay’dan dönmesi imkânsız” der.

‘Yargıtay’da hava belli’

Bu kez de temyiz yani Yargıtay süreci başlayacaktır. Ama daha ortada gerekçeli karar bile yoktur. Buna rağmen dönemin sabah gazetesi 22 Nisan 1998 tarihinde “Yargıtay’da hava belli” şeklindeki son derece mânîdar bir başlıkla çıkar. Sabah’ın ilk sayfasından Ersin Bal, “Yargıtay’dan dönmesi imkânsız” der.

Kararı değerlendiren Erdoğan ise “Kıymeti harbiyesi yok” diyerek kararı umursamaz. Böylece nasıl lider olunacağını gösterir.

Koskoca gazete yalan yazacak değildi ya. Gerçekten de Sabah ve Ersin Bal’ın dediği gibiydi. Yargıtay’da hava belliydi ve Yargıtay’dan dönmesi imkânsızdı. Öyle de olacaktı.

Bu millet, gönül diliyle konuşan Erdoğan’ın ne yaptıysa samimiyetle yaptığının farkındaydı.
Bu millet, gönül diliyle konuşan Erdoğan’ın ne yaptıysa samimiyetle yaptığının farkındaydı.

Acele karar verme hastalığı

Mâlum, Müslüman ferâset ve basîret sahibi kimsedir. İyiyle kötüyü, dostla düşmanı, samimi olanla riyakârı ayırt etmesini bilir. Nasıl ki, ilk imkân doğduğunda CHP’den kurtulup DP’ye yönelmişse bu Müslüman millet, AK Parti ile birlikte eski partileri de çerçöpe çevirdi. Değerlerine yabancı ve hatta düşman CHP’ye 70 yıldır yetki vermedi ve bundan sonra da ilelebet vermeyecek.

Bu millet, gönül diliyle konuşan Erdoğan’ın ne yaptıysa samimiyetle yaptığının farkındaydı. Dahası Erdoğan’ın dâvâsına, milletine, devletine asla ihanet etmeyeceğine inancı tamdı ve tamdır. Onu başkalarının tanımladığı gibi değil, yüreğinde yer verdiği şekliyle tarif etti, etmeye de devam ediyor.

Erdoğan’a sadece Cumhur Reis’i olduğu için değil, cennet mekân Abdülhamid Han’dan bu yana bîçâre dolanan Ümmetin Reisi olmayı hak ettiği için ‘Reis’ dedi ve diyor.

Bu asil ümmetin narkozdan uyanabilen fertleri acele karar verme hastalığından da kurtuldu. O, ne giden ata, ne gelen sürüye, ne de başka bir şeye takılmaz. O’nun bir dâvâsı, sevdası ve pak bir geleceği, bağlanacağı bir Reis’i var.

İşte bu yüzden seviyoruz Reis seni!