MBS, “Suudi Arabistan'ın Mustafa Kemal’i” mi?

Muhammed bin selman.
Muhammed bin selman.

Atatürk örneği aynı zamanda MbS’nin kaçınması gereken şeyi de gösteriyor: Yukarıdan aşağıya zoraki bir laikleşme projesini. MbS, Suudi Arabistan toplumunu da sürecin aşamalarına mümkün olduğu kadar dahil ederse, Atatürk’ten çok daha etkili bir iş yapabilir. Aksi halde Suudi Arabistan’da bugün büyük ölçüde korku ve baskıdan dolayı çıkamayan seslerin uzun vadede ciddi toplumsal sorunlara ve huzursuzluklara yol açma riski bulunuyor.

Dünyaca ünlü DJ’lerin katıldığı müzik festivalleri, dans performansları, konserler, renkli defileler… Pek çok insanın aklına tüm bunların merkezinin Riyad olabileceği gelmiyordur şüphesiz.

Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın son yıllarda gerçekleştirdiği reformlarla birlikte Krallık, bugüne kadar akıllara kazınmış imajından tamamen farklı bir noktaya doğru adım adım ilerliyor.

Daha birkaç sene öncesine kadar kadınların araba dahi kullanamadığı ülkede bugün sadece kadınları değil tüm toplumu etkileyen radikal bir dönüşüm yaşanıyor. Dinin, Suudi Arabistan’da hayatın her alanını belirleyen ve şekillendiren etkisi giderek zayıflıyor.

Dinin sokaktaki etkisini zayıflatma yönünde atılan en önemli adım, hiç kuşkusuz, özellikle kadınların kamusal alanda giyim ve davranışlarını denetleyen, namaz vakitlerinde açık olan işletmelere ceza kesen, mutavva olarak bilinen dini polisin gücünün ciddi oranda kırılması oldu.

Kemalizmin Suudi Arabistan versiyonu mu?

  • Yapılan reformların bir kısmı -bilhassa kadınları özgürleştirici olanlar- uluslararası toplumda memnuniyetle karşılansa da, Suudi Arabistan gibi katı, geleneksel ve kapalı bir toplumda nasıl karşılandığı çok daha karmaşık. Zira kadınların araba kullanması tartışmalarında bile uzun yıllardır “toplum henüz buna hazır değil” argümanının sıkça dile getirildiği bir ülkede tüm bu reformların ve radikal değişimlerin ülke genelinde bir bayram havası estirdiğini söylemek pek gerçekçi değil. Diğer bir deyişle; Prens’in açılımlarına yönelik toplumsal desteğin gücünü şu aşamada net bir biçimde bilmiyoruz.

Diğer yandan, “yukarıdan aşağıya-aşağıdan yukarıya sekülerleşme” tartışmaları farklı dönemlerde farklı ülkeler için olduğu gibi şu anda da MBS yönetimi altındaki Suudi Arabistan için yapılmakta. Kadınlara araç kullanma izni veren radikal kararı başta olmak üzere MBS bugüne kadar ülkesinde yaptığı reformlar nedeniyle Batı’da zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatük ile karşılaştırılır oldu.

ABD’li diplomat Dennis Ross,“MbS’yi daha çok Mustafa Kemal Atatürk gibi görüyorum” diye yazarken, dünyaca ünlü siyaset bilimci Vali Nasr da benzer şekilde MbS’nin başlattığı süreç için “Kemalizmin Suudi Arabistan versiyonu” tanımını yapmıştı.

Afganistan’ın Amanullah Han’ından İran’ın Rıza Şah’ına Mısır’ın Cemal Abdül Nasır’ından ve Tunus’un Habib Burgiba’sına geçmişte pek çok devlet adamına ilham veren Atatürk’ün, MBS için bir rol model olup olmadığı ya da aradaki tarihsel farklılıklar tartışmaya açık, ancak yapılan bu benzetme yine de üzerinde düşünmeye değer.

Öncelikle söz konusu karşılaştırmanın tamamen haksız ve yersiz olmadığı söylenebilir. Hem Ross hem de Nasr’ın gözlemlediği gibi, MbS’nin şimdiye kadar Suudi Arabistan’ın hakim Vehhabi temelli dini düzenine karşı yaptıkları, Atatürk’ün zamanında Türkiye’deki laikleştirici reformlarını çağrıştırıyor.

II. Mahmud örneği daha uygun sanki

Ancak MbS’nin Suudi Arabistan’da, Atatürk’ün Türkiye’de yaptığı gibi radikal ve köklü bir değişiklik yaratmak için önünde çok daha uzun ve çetrefili bir yol var. MBS-Atatürk karşılaştırması yapanlar için, MBS’nin, devletin laikleştirilmesi konusunda Atatürk’ün karşılaştığından çok daha farklı zorluklarla karşı karşıya olduğunu belirtmek gerek. Zira MbS’nin görevi Atatürk’ünkinden çok daha zorlu ve yıldırıcı bir süreç olacak. Bunun birkaç sebebi var.

Birincisi;MbS’nin karşısındaki dini otorite, Atatürk’ün kendi laikleştirici reformlarını hayata geçirdiği dönemde karşılaştığı dini otoriteye göre çok daha derin ve kapsamlı bir şekilde devletle iç içe geçmiş durumda. Atatürk, ulemanın devlet üzerindeki etkisini büyük oranda zayıflatan ve kısıtlayan neredeyse bir asırlık Osmanlı modernleşme sürecinin ardından reformlarını uygulamaya koymaya başlamıştı. Ulemanın güçlü olduğu iki alan, hukuk ve eğitimde, zaten büyük bir mesafe kat edilmişti. Mesela, Atatürk’ün sadece medeni hukuku laikleştirmesi gerekiyordu. Diğer bir ifadeyle Atatürk, laikleşme reformlarını başlatırken, karşısında zaten ciddi ölçüde zayıflamış, hukuk ve eğitim alanlarında gücünü büyük ölçüde yitirmiş bir dini otorite vardı. Öte yandan Suudi Arabistan’da ulemanın bilhassa adalet ve eğitim sistemleri üzerinde hala süregiden güçlü bir etkisi ve kontrolü söz konusu. Krallığın ana mahkemeleri halen daha Şeriat Mahkemeleri. Salt dini okulların yanında, diğer devlet okullarında da yoğun bir dini ders yükü var. Dini otoritenin devlet içindeki konumu itibarıyla Suudi Arabistan’ın, Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın başlarındaki halini anımsattığını söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle MbS, Atatürk’ten daha çok II. Mahmut’a benzetilebilir ve bu nedenle de söz konusu sultanın ve ardından gelen bir dizi Osmanlı padişahı ve bürokratının ancak yüzyıllık bir süreçte başardığını tek başına ve daha kısa bir sürede başarmak zorunda.

Rejimin destekçisi bir dini yapı

İkincisi; MbS’nin karşısında, en azından kraliyet ailesi ve devlet katında meşruiyeti sorgulanmayan bir dini otorite var. Oysa MbS’nin aksine Atatürk, kritik Kurtuluş Savaşı boyunca kendi liderliğine karşı duran bir dini otorite ile karşı karşıyaydı. Öyle ki İstanbul merkezli dini otorite, Atatürk’e ve Kurtuluş Savaşına karşı padişah tarafından çıkarılan isyanlara destek verdi, hatta Atatürk’ün idamını onaylayan bir fetva bile yayınladı. Savaş sırasındaki bu duruşu ile dini otorite Cumhuriyet kurucuları katında imajını ve meşruiyetini büyük ölçüde zedeledi. Suudi Arabistan’da ise ulemanın/dini otoritenin meşruiyetini kraliyet ailesi ve devlet düzeyinde baltalayacak bir durumun varlığından söz edilemez. Suudi dini otoritesi krallığın her yeniden kuruluşunda ve takibinde el-Suud ailesinin iktidarının perçinlenmesinde kritik roller oynadı. Ayrıca, son yeniden kuruluştan itibaren de Suudi dini otoritesi her büyük krizde iktidardaki el Suud ailesinin yanında yer aldı ve rejimin sadık bir destekçisi olarak kaldı.

Üçüncüsü; MbS, Atatürk’e göre çok daha kentleşmiş ve okuryazar bir toplumda reformlarını yapıyor. Rakamlarla ortaya koymak gerekirse, MbS’nin veliaht prens olduğu 2017 yılı itibarıyla Suudi Arabistan’da yetişkin kadın nüfusun okuryazarlık oranı yüzde 92,7, yetişkin erkek nüfusun okuryazarlık oranı yüzde 97,1 iken, kentsel nüfus toplam nüfusun yüzde 83,6’sını oluşturuyordu. Atatürk’ün laikleştirici reformlarını büyük ölçüde hayata geçirdiği 1935 yılında, Türkiye’de ise yetişkin kadın nüfusun okuryazarlık oranı yüzde 8,04, yetişkin erkek nüfusun okuryazarlık oranı yüzde 30,81 iken, kentsel nüfus toplam nüfusun yüzde 24,21’inioluşturuyordu. Aradaki fark çarpıcı ve önemli zira okuryazarlık ve kentleşme, bireylerin eğitim kurumları yoluyla resmi İslami öğretilere maruz kalma ihtimalini artıran iki temel faktör.

Türk toplumunun kırsal doğası ve okuryazarlık oranının düşüklüğü nedeniyle Atatürk laikleştirici reformlarını, resmi dini öğretilerin din-devlet ilişkileri hakkında ne söylediğiyle daha az ilgilenen bir toplumda üstlendi. MbS ise, İslami öğretiler hakkında çok kapsamlı ve derin bilgi sahibi olan daha şehirli ve daha okuryazar bir toplumda reform yapıyor.

Konjonktür farkı da var

Son olarak, Suud Veliaht Prens, reformlarını Atatürk’ün zamanından tamamen farklı bir uluslararası bağlamda gerçekleştiriyor. MbS’nin karşı karşıya olduğu dünya, çeşitli iletişim araçlarıyla çok daha yoğun bir şekilde birbirine bağlı. Atatürk’ün yönettiği dünya ise bundan oldukça farklıydı. Atatürk’ün karşı karşıya olduğu uluslararası toplum, yukarıdan aşağıya bir devlet modernizasyonu projesine düşman değildi, hatta bir takım insan hakları ihlallerine bile pekala göz yumabilirdi. Ancak MbS’nin içinde bulunduğu uluslararası toplum, insan hakları ihlallerine karşı, göstermelik dahi olsa daha duyarlı ve sesini yükseltiyor, hükümetlere bunlara tepki vermeleri için gerektiğinde baskı yapabiliyor. Bu nedenle MbS, Suudi devleti ve toplumu için tahayyül ettiği vizyon her ne olursa olsun bunu gerçekleştirmede Atatürk kadar sert ve hızlı gidemeyebilir.

Sonuç olarak MbS bugün, Atatürk’ün yaklaşık bir asır önce karşılaştığından daha göz korkutucu bir görevle karşı karşıya. Ancak bu, tüm zorluklarına rağmen Suudi Arabistan’daki sekülerleşme girişiminin uzun vadeli etkinliği için bir avantaj da olabilir. Atatürk, sekülerleştirici reformlarının niteliği ve esası hakkında Türk toplumuna bilgi vermek veya danışmak gibi bir çabaya girişmedi. Savaş meydanındaki bir askeri komutan edasıyla reformlarını emretti ve emirlerine uyulmasını bekledi. Bu devlet adamlığı tarzının bir sonucu olarak Türkiye’de devlet laikleşti, ancak toplum değil. Bu çatlak, yüzyılın geri kalanında da çözülmemiş bir siyasi gerilim kaynağı haline geldi. Nitekim Türkiye’de bugün halen daha dinin siyasetteki yeri tartışılmaya devam ediyor.

MbS, şayet böyle bir projeyi sürdürmeyi planlıyorsa, Suudi Arabistan’ı daha sağlıklı bir devlet laikleşmesi yoluna sokmak fırsatına sahip. Veliaht Prens, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’de başardığını kesinlikle başarabilir. Ancak Atatürk örneği -veya modeli- aynı zamanda MbS’nin kaçınması gereken şeyi de gösteriyor: Yukarıdan aşağıya zoraki bir laikleşme projesini. MbS, Suudi Arabistan toplumunu da sürecin aşamalarına mümkün olduğu kadar dahil ederse, Atatürk’ten çok daha etkili bir iş yapabilir. Aksi halde Suudi Arabistan’da bugün büyük ölçüde korku ve baskıdan dolayı çıkamayan seslerin uzun vadede ciddi toplumsal sorunlara ve huzursuzluklara yol açma riski bulunuyor.