Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti (MAH) Mason tehlikesi

Masonluk Türkiye’ye 1738 tarihinden sonra girerek ecnebi Obediyansları altında işlemeye başlamıştır.
Masonluk Türkiye’ye 1738 tarihinden sonra girerek ecnebi Obediyansları altında işlemeye başlamıştır.

Masonluk 1723’den sonra İngiltere’den Fransa’ya girmiştir. Hür Masonluk teşekkülü, ırk ve din tefriki gözetmeden kurulmuş bir kardeşlik (ORPRE)dir. Bu Fransızca kelime, kardeşlik manasında 1688 senesinden beri kullanılmaktadır.

MASONLUĞUN TARİHÇESİ

Hür ve modern masonluk İngiltere’de doğmuştur. Hür Masonluk Ortaçağ’da yalnız bina yapanların, yani tam manasıyla inşacı mason olanların kurumu idi. Bunlara, ayırt etmek için bilahare ‘OPERATÎF MASONLAR’ denildi. Bunların içine müruru zamanla iltihak etmiş veya kabul edilmiş diyebileceğimiz ‘MACONACCEPTE’ler de girdi ve Masonluk biraz nazarileşti. İlk büyük Mason locası, 1721’de Londra şehrinde İngiltere’nin dört mahfilinin birleşmesiyle teessüs etmiştir. 1721 tarihinde İngiltere büyük locası üstadı GEOROES PAYNE localara bir emir vererek uluorta loca kurulmasını men etti. Bu suretle teşekkülde tâbiiyet diyebileceğimiz OBENDİENCE ortaya çıktı. 1723 ANDERSON esas teşkilatı ile bu vaziyet daha kuvvetlendi.

Eski zamanlarda Masonların her memlekette o memleketin dini ne ise ona tabi olmaları kabul edilmişti, bilahare Protestan Masonlar dinde toleransı ortaya attılar. Masonluk 1723’den sonra İngiltere’den Fransa’ya girmiştir. Hür Masonluk teşekkülü, ırk ve din tefriki gözetmeden kurulmuş bir kardeşlik (ORPRE)dir. Bu Fransızca kelime, kardeşlik manasında 1688 senesinden beri kullanılmaktadır. Masonluğun Eski ve Kabul Edilmiş İskoç riti, kâinatın ulu mimarını (GRAND ARCHITECTE DE l’UNIVERS) alenen beyan ve tasdik eder. Ancak hakikatin taharrisine hiçbir had koymaz ve kapılarını her ırk ve itikada mensup insanlara açar, saliklerini dinî ve siyasî fikirlerinde ve itikatlarında hür bırakır ve onların bu işlerine hiç karışmaz. Bu hâle göre İskoç Riti Masonluğunun esasında (DOGMATIQUE) doğmacılık mevcut değildir.

Masonların İstanbul Karaköy’deki ilk merkezlerinden...
Masonların İstanbul Karaköy’deki ilk merkezlerinden...

MASONLUĞUN TÜRKİYE’DEKİ TARİHÇESİ

Masonluk Türkiye’ye 1738 tarihinden sonra girerek ecnebi Obediyansları altında işlemeye başlamıştır. Hür Masonluğun müdekkik tarihçilerinden İsviçreli ETOUARD QOARTÎER’in 1917’de yazmış olduğu “HÜR MASONLUKTA İKİ ASIR” adındaki eserinde, Bâbıâli’nin Masonluğa aleyhtar olduğunu 1748 tarihi ile s.90 da kaydetmiştir. 1738-1748 arasındaki bu devir, Masonluğun Türkiye’de kurulmasına ve yayılmasına en müsait bir devir telakki edilebilir. İstanbul’da ilk Masonlar arasında adı geçen bir mühtedi KUMBARACI AHMET PAŞA vardır ki, bu zatın 14’üncü Louis zamanında Fransa’dan kaçan bir kont olduğu mâlumdur. Gene bu arada Tophane semtinde oturan zengin bir tacir Yusuf Çelebi’nin mevcudiyeti Fransızca eserlerden birinde yer almıştır Bu devirde ve müteakiben de Mason locaları hep ecnebi tesisleri olup, müntesipleri arasında Müslim ve gayrimüslim Osmanlı tebaası da bulunmaktaydı.

İstanbul’da 1738 yılında tesis edilen ilk loca Fransız locası idi. Türkiye’de Masonluk bariz olarak 1853-1856 tarihlerinde ve Sultan Abdülmecit zamanında görülmüştür. Daha eski tarihlerdeki teşekküller hakkında şu malumat mevcuttur: “1767 de İstanbul’da Cenova büyük locası (St. Jean Du Le-Vaut) ve 1783 de Lehistan büyük şarkı (Auror De Tsarigrade) adlarında iki loca tesis edilmiştir. Bundan başka İngilizlerin de İstanbul’da localar tesis ettikleri sabittir. 1730 tarihlerinde İstanbul’da Galata ile Azap kapısı arasındaki mıntıkada, o zamanlarda Frenkler ve hassaten Venediklilerin bakayasında bulunan (Levantinlerin) sakin bulundukları cihetle bunlar tarafından bir loca açılmıştır. Bu loca Üçüncü Sultan Selim’in hallinden sonra kapanmıştır.

1781-1807 arasında Selanik’te Cenova büyük locasına tâbi bir locada faaliyette bulunmuştur ve gene İzmir’de Üçüncü Sultan Selim samanında bir İtalyan locası faaliyette idi. Masonluk gelişmesini Kırım muharebesi sırasında (1853-1856) ve müteakip yıllarda artırmıştır. Muharebeden evvel Londra’da elçi olan Mustafa Reşit Paşa mason olmuştur, muharebe esnasında paşa sadrazamdı ve Türkiye’deki İngiliz elçisi Lord Rading ile Galata kulesi civarında Bereketzade mescidi yakınlarında İskoçyadaki (Edimburg) büyük locasına tabi olmak üzere bir loca tesis ediyorlar. 1858 yılında Fransızlar tarafından İstanbul’da Union D’orient Locası, Osmanlı hükümeti nezdinde Babıali hukuk müşaviri olan Lois Amiable tarafından 1869’da İstanbul’da açılan Etoile Du Bosphore locası ve gene İstanbul da Areti adında Rumca çalışan bir loca mevcuttu.

Kırım harbini müteakip İskoçya büyük locası tarafından İzmir’de altı lisan üzerine çalışan altı loca kurulmuştur. Dilleri İngilizce, Fransızca, Rumca, Ermenice, Yahudice ve Türkçedir. Gene İzmir’de 1876 sıralarında Rumca çalışan Melese adında bir loca vardı. Sultan Abdulhamid zamanında İstanbul’da Ermeni vatandaşlar tarafından Ser isminde bir loca açıldı ve Avrupa’da tahsil gürmüş Ermenilerle Türkler bu Locaya rağbet gösterdiler. 1886’da Kayseri’de Veritas Coneciata ve 1898’de Ankara’da Vilayet mühendisi Zafiraki Yanopoulo tarafından İtalyan Obediyanslı localar açılıyor. İstanbul’da Rumlar, Yunan obediyansında Prodos isminde Beyoğlu’nda Hacopoulo pasajında bir Loca açıyorlar. Bu loca 1908 meşrutiyetinden biraz evvel kapanıyor. Sultan İkinci Abdülhamid’in son devrine doğru İtalya obediyansında Bazansiya Rizorta adında bir loca Fransızca olarak çalışmış ve nasılsa 1908 tarihine kadar yaşamıştır.

İtalya obediyansına bağlı ve Kadıköy - Haydarpaşa arasındaki rıhtım üzerinde lokali olan Calcedonia adında bir loca çalışmakta idi ki 1988 tarihini müteakip kapatıldı. Memleketimizde Masonluk hakkında takibat, İkinci Abdülhamid zamanında ve hele son devirlerinde şiddetlenmiştir. 1861 tarihli Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti çerçevesi içinde bir TÜRK-OSMANLI yüksek mason şurasının kurulması, 1907’de teşekkül etmiş olan Mısır Yüksek Şurası’na istinaden mümkün oluyor. İkinci Meşrutiyeti müteakip TÜRK-OSMANLI yüksek şurasının teşkiline, Mısır yüksek şurası asasından bütün salahiyet ve vesaiki haiz ve hâmil olup Osmanlı Ordusunda da bir Fırka Kumandanlığında bulunan aslen Mısırlı ve 33 dereceli Mason prens Aziz Hasan Paşa memur olmuş ve teşkilinden sonra da Türk- Osmanlı yüksek şurasına aza olarak katılmıştır.

3 Mart 1909 tarihinde şura ilk toplantısını yapmıştır. Toplantıya iştirak edenlerden bazıları: Rıza Tevfik, Nesim Mazliyah, Mişel Noradunkyan, David J. Kohen, Hüseyin Cahit, Emanuel Karasu… 1913 yılı ortalarına kadar Prens Aziz Hasan Paşa Türk Mason Şarkının reislik, yüksek idare ve himaye vazifelerini ifa etmiştir. (Bu zat Mısırlı Prens Halim Paşa’nın yeğenidir.) 1918 Senesi sonundan 1920 Mayıs ayına kadar TÜRK-OSMANLI Yüksek Şurası, Türkiye’de kurulu bütün Mason locaları için hâmi mevkiini muhafaza etmiştir. Büyük meşrikin dördüncü devresinde 17.1.1919 tarihinde yapılan seçimde meşriki azamlığa Dr. Rıza Tevfik, muavinliğe Dr. Fuat Süreyya, birinci ve ikinci sürveyanlıklara Tioleon ve Arsenyan, büyük hatip ve kâtipliklere Celal Derviş ve Zeki Derviş seçilmişlerdir. Bilahare Rıza Tevfik istifa ederek ayrılıyor ve yerine Fuat Hulusi geçiyor.

BEŞİNCİ DEVRE

Beşinci devre (1921-I924) intihabında Dr. Besim Ömer Paşa Meşriki Azamlığa, Dr. Miralay Viktor Galimidi muavinliğe, Mustafa Zühtü ve Barzilay birinci ve ikinci sürveyanlıklara, Servet Yesari ve Ali Refik büyük hatip ve büyük kâtipliklere seçilmişlerdir. 1925 tarihinde Cumhur Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya 33’üncü derece ile fahri reislik unvanının tevcihi Fuat Hulusi başkanlığındaki bir heyet tarafından teklif edildi ve kat’i red cevabı alındı. 1930 yılı mart ayı içinde İstanbul’daki localardan birinde faal aza olarak Şükrü Kaya, Haşan Saka ve Selanik’te Mason olmuş Tevfik Rüştü, Cemil Uybat ve Kazım Özalp bulunmaktadırlar. M. Kemal, Vali Üstündağ, amiral Mehmet Ali ve Fahrettin Kerim Gökay mason teşkilatında rol oynamış 33 dereceli liderlerdendiler.

SEKİZİNCİ DEVRE

Sekizinci devre 1930-1933 seçiminde CHP İstanbul mutemedi Hakkı Şinasi celseye riyaset etmiş ve üstat kürsüsünden murahhaslara hitaben: “Hükümet, mason cemiyetini tanımıyor. Türk Yükselme Cemiyeti’ni tanıyor. Biz de ancak Türk Yükselme Cemiyeti için intihap yapacağız” demiştir. İntihap yapılmış birçok münakaşalar cereyan etmiş, neticede M. Kemal meşriki âzâmlıktan istifada etmiş ve Türk Yükselme Cemiyeti Unvanına (Türkiye Büyük Meşriki) tabirinin (ve bu cemiyet mensuplarına mason denir) fıkrasının ilave edilmesi kabul edilmiştir. Bu şımarık böbürlenme ve

faaliyetler neticesinde Ekim-1935 (Ekim-1935) tarihinde Türkiye Mason teşkilatının faaliyeti tatil edilmiş ve büyük Meşrik mesaisi de durdurulmuştur. Büyük Atatürk’ün ölümünden sonra teşkilat tekrar faaliyete geçmiş, ATATÜRK’ün en yakın arkadaşı milli Kahraman İnönü’nün millî siyasetinin atmosferi içinde çalışmak mecburiyetinde kalmışlardır. DP’nin iktidara geçtiği 14 Mayıs 1950 tarihinden sonra masonlar kendileri için en müsait devrin başladığına kani olarak gelişme yolundaki faaliyetlerine büyük bir hız vermişlerdir. Zamanla DP’ye dâhil bir kısım kodamanların da teşkilata iltihakları suretiyle hükümetin müzaharetine mazhar olmuşlar ve bu destek ve himayeden âzamî faydalanmak suretiyle gelişmelerini ve yayılmalarını en müsait şartlar altında yürütmeye muvaffak olmuşlardır. Türkiye Mason Derneği’nin Tepebaşı’ndaki yeni binasının 19 Eylül 1952’de yapılan açılışı töreninde Meşriki azam Mim Kemal

Öke’nin, mason kardeşlerinin candan alkışlarıyla alkışlanan konuşmasından alınan şu pasaj bilhassa calibi dikkattir: “Kardeşlerim, Padişahların, diktatörlerin, elinden saltanat asasını alan rejimlerde fikir hürriyetini melce tanıyan Türk Masonluğunun en kudretli ve en şuurlu bir hâmisidir. Biz ona güveniyor ve inanıyoruz. Onun ve ona hürmetkâr olan hükümetin, her vakit partiler dışında, her vesile ile bitaraf ve sadık bir müdafii olduğumuzdan ve daima da böyle kalacağımızdan şüphe edilmemelidir.” Bu sözlerde tehlikeyi görerek faaliyetlerine son veren Büyük Atatürk ve onun izinde yürüyen İnönü’ye karşı gizli bir kinin mevcudiyetini sezmemek imkânsızdır. Buna mukabil de kendilerine sınırsız bir serbestiyet tanıyan DP iktidarına minnet ve şükranları açıkça ifade edilmektedir.

TARİHÇE’DE ÖZETLEME

1- Hayali Masonluk, Hazreti Musa’ya ve Tevrat’a kadar götürülmekte ve hatta Hazreti Âdem’e kadar uzatılmaktadır.

2- Daha insaflı Masonlar, tarihlerini Süleyman (Salamon) mabedinin inşasına istinat ettirmektedirler.

3- Akla daha uygun gelen bir nazariyede Fransızcada duvarcı mânâsına gelen ‘maçon’ kelimesi, masonların en doğru olarak mahiyetini tayin eder.

TAHLİL VE KIYMETLENDİRME

Masonluğun Türkiye’deki tarihçesinde ibretle görüyoruz ki; asırların, türlü entrikaların ve harplerin yıkamadığı muhteşem Osmanlı İmparatorluğu’nun ulu gövdesine yabancı uyruklu muhtelif mason hücre ve elemanlarınca veba mikrobu gibi saldırıyorlar. Ellerindeki ölüm fermanındaki imza Masonluğun esas düsturu: Hürriyet – Müsavat - ve Uhuvvettir. Allah telakkisi ve din anlayışı, müritlerinin takdirine bırakılmış, akait bahsinde fikir serdetmekten kaçınmış kökleri dışarıda, zehirli tomurcukları içte açan bu teşekkülün ve faaliyetlerinin TÜRK’e faydalı olacağı tezinde kelam etmek, en hafif tabir ile TÜRK’e küfretmek olur. Ermeni, Yahudi, Rum, İngiliz, Fransız, İtalyan, mason hücreleri anavatanda cirit atıyorlar ve yuvalarını ekalliyetlerin temerküz ettiği bölgelerde kuruyorlar, destekleniyorlar ve gelişiyorlar.

Mason locaları denen bu tekkelere rağbet eden Türkler ilk zamanlarda, biraz Avrupa’da dolaşmış yüzü, gözü açılmış, Frenkçeyi hecelemiş züppeleşmiş kişilerdi. Mason avcılığının hedefi: Tahsilli, kültürlü, nüfuzlu yani bir kelime ile cemiyetlerin kalburüstü şahsiyetleridir. Hele bunlar bir de dönme olurlarsa idealdir. Çünkü mefkûreleri olan muazzam fikirler ancak onlar tarafından rağbet görecek ve benimsenecektir. Mensubu olanlarda cemiyet içerisinde kendilerinden başka hiç kimsenin anlayamayacağı muazzam, üstün fikir ve dâvâların sahip ve yöneticisi olmanın gururunu duyacak ve gizli yumuşak ellerin sinsi okşamaları ile bu kabaran gururlar neler neler yapmayacaktır. Osmanlı İmparatorluğu parçalanacak, İslam âlemi paramparça olacak fakat onlar biran dahi duraklamadan dişlerini ve tırnaklarını geçirdikleri gövdenin kanını emmeye devam edeceklerdir.

“Masonluk; insanların salâhına, fikri ve içtimâi tekâmülüne çalışan terakkiperver bir müessesedir.

Mensuplarına müsamaha, nefse ve gayre hürmet ve riayeti telkin eder. Hal ve hareketler ile herkese hüsnü misal olmayı, sözleri, yazıları ile masonluğun esaslarını yaymayı tavsiye eder.

Metafizik telakkileri âzâsının takdirine bırakır, âkait bahsinde katı bir fikir serdetmez.

Masonluğun esas düsturu: Hürriyet, müsavat ve uhuvvettir.”

İşte Masonluğun kültürlü insanları aldatan, parlak sözleri, fakat ne yazık ki bu ifadeler yalnız bir maskeden ibarettir. Bu uslu ve uysal maskenin altında ne korkunç bir çehre saklıdır. Kültür seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun yalnız kültür hiçbir zaman bu çehreyi teşhise kâfi gelmez. Onun korktuğu ve bucak bucak saklandığı yegâne kuvvet milliyetçilik ruhu, millî haysiyet, millî şeref ve millî gururdur. İşte Masonların hakiki hedefi, yoksa ne hürriyet, ne müsavat ve ne de uhuvvettir. Milleti millet yapan özü, o büyük cevheri için için sinsi sinsi kemirmek ve kof bir gövde gibi yere sermektir. “Gaye vasıtayı mubah kılar” düsturu esas prensipleridir. Şimdi bu korkunç gayeyi ve gaye sahiplerini teşhise çalışalım. Masonların tarihi kendi hüviyetleri kadar karanlıktır. İnsan cemiyetleri içinde kökleştikçe ve şehirlerini sosyal tabakalara yaydıkça değişen ve bâzen tarihin ilk çağına bâzen ortaçağa ve nihayet 1789 Fransız İhtilaline kadar giden ileri geri kararsız ve gün geçtikçe yalan ve hurafelere bürünmüş bir tarihleri vardır.

Bu tarih bahsinde yerine göre ne kadar hayal ve ne kadar yalan payı olursa olsun muhakkak olan tek şey, bu melun kanserin insanlık bünyesinin en mühim can noktalarına dişlerini geçirmiş, zehrini yaymış olmasıdır. Saf ve mâsumları kandırarak, zenginlere daha büyük ihtiraslar vadederek ve harislere menfaat ve himayeler sağlıya sağlıya bu günkü duruma gelmişlerdir. Birçok müellifler Masonluğun bizatihi Yahudilik mahsulü olduğunu ve Tevrat’a dayandığını iddia etmişlerse de bu mütâlaa fazla tarafkiranedir ve ispat edilememiştir. Yahudilerin Masonluk içindeki iptidai rolü, KABBALE denilen ve ağızdan ağıza intikal suretiyle zamanımıza kadar gelen mistik ve esatiri Yahudi ilminin ve fikirlerinin bilvasıta tesirinden ibaret bir rolü olduğu anlaşılmıştır. Böylece Fransız ihtilaline gelinceye kadar birçok yerlerde Yahudiler daima mason localarından uzakta görülüyordu.

Bununla beraber daha birçok amiller ve sekizinci asırda fazla münteşir bulunan tabiatçılar, Masonluğun tesisinde rol oynamışlardır. Asırlarca Yahudilerin sonsuz hürriyet istekleri ve sahte müsavat iddiaları, insanlığın ezeli sırrını arayan kafalar, Allah’ı anlamayan, anlatamayan ve onu araştırmaktan bıkan güruh için maddi bir ihtişam yaratmak, insana (hâşâ sümme hâşâ) ulûhiyet vermek daha kolay geliyordu. Büyük Fransız ihtilali, Masonlukla Yahudilik arasında tam ve hakiki irtibatın başlangıcı olmuştur. Fransız ihtilalinden sonradır ki, Masonlukla Yahudilik arasındaki rabıta gittikçe daha sağlamlaşmış ve ondokuzuncu asır içinde bu iki cereyan dünyayı baştanbaşa fethetmek üzere taarruza geçmiştir. Yahudi ideolojisinde, Masonluk ideolojisini kendisine çeken bir yakınlık mevcuttur. Her ikisinin de müştereken tabi oldukları bir prensip, “insaniyet prensibi” bu bağın esasını teşkil eder.

Dine karşı kin ve milliyetçilik şuuruna düşmanlık, millî örf, âdet ve ananelere, cengâverlik, vatanseverlik ve kahramanlık gibi, kandan gelen haslet ve meziyetlere karşı cepheleri vardır. Bütün hareketlerinde sâik ve âmil gizli, devirici ve bozguncu kuvvettir. Bu müşterek çalışmalar, bu mefkûre ve el birliği her şeyden evvel İsrailoğullarına hizmet etmektedir. Aynı dünya saadeti ideali, maziye gömülmüş bir devlete ait aynı ümit ve intizar uzun yıllar müşterek mesainin mihrakını teşkil etti. Masonluğun doğrudan doğruya bir Yahudi eseri olduğunu iddia etmek biraz mübalağa olur. Çünkü bu ikisinden Masonluğu rehber edinen ve oradan kuvvet bekleyen milletlerin ruh ve güven yapısına yönelmiş yıkıcı ve bozguncu cereyanlar gözden kaçmış olur. Mason localarının istihbarat bakımından birer malumat toplama yuvası olduğu unutulmamalıdır.

Her tarafta açtıkları mükellef ve her türlü konfora haiz localarda mensuplarına büyük itibar ve menfaatler gösterilerek onlar büyük ecnebi şahsiyetler arasında mevki sahibi yapılır ve birçok maddi menfaatler de gösterilerek çabuk yumuşatılır ve her türlü propagandaları kabule müsait bir hâle getirilir. İlmî ve insanî bir kardeşlik dolayısı ile her türlü malûmat kendilerinden kolayca alınabilir ve her türlü müzaheretleri temin edilir. İstediklerinin ağa düşürülerek localara dâhil edilmeleri de gayet kolaydır. Çünkü oraya girmeyen bir devlet adamının ilmî ve insanî bir kafadan mahrum sayılacağı ve bir Avrupalıyla muhatap olamayacağı hakkında propagandalar yapılmış ve fiili bazı misaller de gösterilmiştir. Onsekizinci asırda masonluk artık milletlerin hayat ve ölümü üzerinde müessir bir kuvvet haline gelmiş bulundu.

Çünkü İngilizlerden başka Fransızlar, İtalyanlar ve hatta küçük çaptaki devletler de bu teşekkülü siyasi emel ve entrikalarına elverişli bir müessese hâline koydular. İngiltere ve Fransa müstemlekelerinin genişliği, siyasî ve iktisadî büyük kudretleri ve işe pek erken başlamaları dolayısıyla masonluk cephesinden dünyanın her tarafında hâkim vaziyettedirler, ellerinde bulunan Yahudilerin bu teşekkülde çok fazla yardımları olmuştur. Nutuklarda bağlılık, sevgi, saygı ve kardeşlik gibi mason faziletleri, sözleri söyleyenin birer nezaket yaldızı olarak ağzından dökülen ve kalple alakası olmayan sihirli kelimeler olduğu ve yukarıdaki gayelere matuf bulunduğu, Yunan mason teşkilatının şu hareketiyle açıkça sabit olmuştur: Ekim 1954’de Yunan mason teşkilatı, Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhakı hakkında ada Rum masonlarının seslerini bütün dünyaya yaymakta en müessir vasıta olmuştur.

Türk Mason Cemiyeti Meşriki Azamı Mim Kemal Öke bu durum karşısında feryada başlamış, fakat bu acı realite karşısında en vatanperverâne yol olan bütün üyelerle birlikte istifa etmek suretiyle bu menhus faaliyetlere son verme cesaretini gösterememiştir. Maziden Atatürk’ün en müessir ikaz ve irşadından ve bu vatanın vatan olmasında harcı olanların aydınlatıcı fikir ve tavsiyelerinden ve hâlen cereyan etmekte olan en canlı hâdiselerden ders ve ibret almamakta ısrar ederek bu sakat zihniyetli yolda yürümekte ısrar edenlerin akıbeti herhalde meşriki azamları büyük üstad Ahmet Salih Korur ve müritlerinin akıbetinden farklı olmayacaktır.