Modern bir şehrin sırrı

Filmin dışsesi yapımcı Mark Hellinger’ın başlangıçta ifade ettiği gibi New York Esrarı, başka filmlere benzemiyor. Pek az filmde görülebilecek modern bir bediiyyat idrakına yaslanan ve modern bir şehri teşrih masasına yatırırken insan-mekân-ruh sacayağını silkelemekten çekinmeyen bir ‘eser’. Uzun vakitlerdir içinde yaşadığımız hâlde millet olarak bizim haberdar dahi olamadığımız zamane hakikatlerinin muhakemesi adeta.
Filmin dışsesi yapımcı Mark Hellinger’ın başlangıçta ifade ettiği gibi New York Esrarı, başka filmlere benzemiyor. Pek az filmde görülebilecek modern bir bediiyyat idrakına yaslanan ve modern bir şehri teşrih masasına yatırırken insan-mekân-ruh sacayağını silkelemekten çekinmeyen bir ‘eser’. Uzun vakitlerdir içinde yaşadığımız hâlde millet olarak bizim haberdar dahi olamadığımız zamane hakikatlerinin muhakemesi adeta.

New York Esrarı geçen yüzyıldan kalma bir plâstisite şaheseri. Yani mevzuundan çok o mevzuu ifade tarzıyla klâsikleşmiş bir eser; hatta kimilerine göre şaheser. Pek az filmde görülebilecek modern bir bediiyyat idrakına yaslanan ve modern bir şehri teşrih masasına yatırırken insan-mekân-ruh sacayağını silkelemekten çekinmeyen bir ‘eser’. Uzun vakitlerdir içinde yaşadığımız hâlde millet olarak bizim haberdar dahi olamadığımız zamane hakikatlerinin muhakemesi adeta. Kapitalizmin kalbinin rutininin tespiti. Bu filmiyle yönetmen, karşısında durduğu kapitalizmi, onun mekânlaşmış hâli sayabileceğimiz bir şehir durumundaki New York üzerinden tahlil ediyor.

Evvelâ şu hususu teslim edelim: New York Esrarı yâhut daha meşhur ismiyle ‘Çıplak Şehir’, geçen yüzyıldan kalma bir plâstisite şaheseri. Yani mevzuundan çok o mevzuu ifade tarzıyla klâsikleşmiş bir eser; hatta kimilerine göre şaheser. Sadece ‘gomonis’ Jules Dassin’in değil, siyah-beyaz Hollywood’un da. Hani 1960 tarihli Pazarları Asla (Never on Sunday) ile 1964 tarihli meşhur Topkapı’nın yönetmeni Dassin’in. Tescilli komünistliği yüzünden ülkesinin dışında yaşamak ve ölmek zorunda kalan Dassin bu filmiyle, aslında ideolojik bagaja ihtiyaç hissetmeden, ruhen ve zihnen karşısında durduğu kapitalizmi, onun mekânlaşmış hâli sayabileceğimiz bir şehir durumundaki New York üzerinden tahlil ediyor.

Evvelâ şu hususu teslim edelim: New York Esrarı yâhut daha meşhur ismiyle ‘Çıplak Şehir’, geçen yüzyıldan kalma bir plâstisite şaheseri.
Evvelâ şu hususu teslim edelim: New York Esrarı yâhut daha meşhur ismiyle ‘Çıplak Şehir’, geçen yüzyıldan kalma bir plâstisite şaheseri.

New York Esrarı (The Naked City) 1948 yapımı bir kara film. Yani mevzuu polisiye. Senaryo Albert Maltz ile Malvin Wald imzalı. Wald aynı zamanda hikâyenin de sahibi. Ama bence filmin maharet sergilediği sahalar görüntü yönetimi ile kurgu. Zaten film aynı zamanda bu iki sahada birden Oscar ödüllü. Barry Fitzgerald, Howard Duff ve Dorothy Hart’ın başrollerini paylaştığı filmin yönetmeni ise Jules Dassin. Müzikler ise dönemin en meşhur soundtrack bestekârı Miklos Rozsa’ya ait.

Bir cinayetin anatomisi

Film şehirde işlenen bir cinayeti bahane ederek aslında şehrin kendisini, hatta modern şehrin varoluş hikâyesini anlatma gayretinde: Binlerce yıldır belki bir arada ama asla bu kadar iç içe yaşamayan insanlar, adeta dev bir karınca yuvasına tıkıldıklarında nasıl hareket etmeye başlar, neler hisseder ve hem birbirleriyle, hem de kendileriyle nasıl bir ilişki tesis ederler? Büyük şehirde insan, kırdakinin zıddına ne çeşit tavır ve eda farklılıklarına bürünür, ne tarz bir ben idrakı inşa eder? Film bu ve benzeri sorulara cevap vermiyor; tersine, bu neviden soruları muhatabına soruyor ve kişiyi bu mevzularda tefekküre davet ediyor.

Film şehirde işlenen bir cinayeti bahane ederek aslında şehrin kendisini, hatta modern şehrin varoluş hikâyesini anlatma gayretinde
Film şehirde işlenen bir cinayeti bahane ederek aslında şehrin kendisini, hatta modern şehrin varoluş hikâyesini anlatma gayretinde

Hayır, ‘mocumentary’ denilen ve kendisini belgeselmiş gibi takdim eden yapımlara benzetmiyorum New York Esrarı’nı. Gerçi filmin başında, tıpkı belgesellerdeki gibi bir dışses var ve izleyiciyi, anlatılanları nasıl idrak ve ihsas etmesi icap ettiğine dair alenen yönlendirmekteyse de nihayetinde konulu bir filmden bahsetmekteyiz. Hatta bu yönlendirmeyi, kitapların başındaki takdimle de eş tutabiliriz: Ey muhatap, elbet herhangi bir şeyi pek çok şekilde anlayabilirsin. Ama ben senin muhatap olduğun bu ‘metni’ şöyle anlamanı talep ediyorum!

Gene de film adeta müspet mânâda bir mocumentary. Çünkü kapitalizmin başşehrinin teferruatlı böylesi bir tasviri, bu ve benzeri meselelerden haberdarlar için bir tahrik kuvveti hükmünde.
Gene de film adeta müspet mânâda bir mocumentary. Çünkü kapitalizmin başşehrinin teferruatlı böylesi bir tasviri, bu ve benzeri meselelerden haberdarlar için bir tahrik kuvveti hükmünde.

Gene de film adeta müspet mânâda bir mocumentary. Çünkü kapitalizmin başşehrinin teferruatlı böylesi bir tasviri, bu ve benzeri meselelerden haberdarlar için bir tahrik kuvveti hükmünde. Başka bir ifadeyle filmin resmettiği tasvir, bizi moderniteyi insan ve şehir üzerinden tahlile davet ediyor. Bu yüzden New Yor Esrarı’nın sureti, siretinin önüne geçmekte.

Bu arada filmin ince mizahiliğini işaret bakımından söylüyorum: Bahsi geçen dışses, bizzat filmin yapımcısına ait.

Cinayet seviciliği

Cinayet mi? Katilleri filmin başında görmekteyiz zaten. Ve paranın parayı çektiği gibi cinayet de cinayeti çekmekte.

Sıradan Amerikalıların en başta gelen meşgalelerinden birinin cinayetler, hususen de seri katiller olduğunu öğrenmek bize ne söyler? Amerikalıların kan emiciliklerini mi, onlardan bağımsız bir şekilde modern şehirde insanın, dolayısıyla hayatın mânâsının değişmesine binaen kıymetinin de değiştiğini ve bu kıymetin de beş paralık olduğunu mu, cinayetin bir kendini ifade, hatta bir yaşama tarzı hâline geldiğini mi, yoksa hepsini birden mi? Hatta meseleye antropolojik bir çerçeveyi de dâhil ederek bakalım: Kapitalizmin çekirdeğini teşkil eden zevatın pek çoğu Avrupa’nın değişik yerlerinden gelme. Doğru ama farklı milliyetlere ve farklı dinlere mensup bu insanların kadim inançlarının paganlığa dayanmasıyla mevzuu irtibatlandırmak kâbil mi?

New York Esrarı’nı başka filmlerden ayıran hususlardan bir diğeri, her ne kadar filmde rollerinin hakkını vermeye gayret eden birçok oyuncu bulunsa da filmin hakiki başrolünü şehrin bizzat kendisinin üstlenmesi.

Şehre mahsus kötülük çiçekleri

Resim, fotoğraf ve hareketli görüntü... Üçünün de birbirinden farklı kompozisyon, dolayısıyla kadraj anlayışı bulunsa da aynı zamanda birçok ortak paydaya sahipler. New York Esrarı bir sinema filmi ama ekseri fotoğrafik bir gerçeklikle ve ona mahsus çerçeveleme anlayışıyla kotarılmış. Bu kısmi hareket eden fotoğrafları, bir manâ teşkil edecek tarzda hareketli görüntüye dönüştürmek için de bolca görüntü geçişleri kullanımı tercih edilmiş.

Resim, fotoğraf ve hareketli görüntü... Üçünün de birbirinden farklı kompozisyon, dolayısıyla kadraj anlayışı bulunsa da aynı zamanda birçok ortak paydaya sahipler.
Resim, fotoğraf ve hareketli görüntü... Üçünün de birbirinden farklı kompozisyon, dolayısıyla kadraj anlayışı bulunsa da aynı zamanda birçok ortak paydaya sahipler.

New York Esrarı’nın işaret edilesi bir başka hususiyeti ise bütün bu fotoğrafik gerçekliğe yaslanan görselliğin, stüdyoda değil, şehrin sokaklarında çekilmesi. Kapitalizmin kalbinin rutini tespit edilmekte böylelikle. Malûm, o yıllarda filmler, hususen de Hollywood’da stüdyoda çekilmekteyken New York Esrarı’nın plâtosu, New York’un bizzat kendisi: Göğü delmeye and içmiş binalar, o binaların arasına sıkışmış insan teki ve gittikçe hemcinsine yabancılaşan insanın adı konulmamış ıstırabı... Baudelaire’in ifadesiyle şehre mahsus ve ondan neşet etmiş ‘kötülük çiçekleri’nin henüz adı konulmamış insana yabancı şeytani kokusu.

Tuhaf değil mi, aradan handiyse bir yüzyıl geçecek ama zamanımızın şehirlisi, yaşadığı yerde ancak egzoz kokusu alabilmekte. O yüzden olanca şikâyetine rağmen hâlinden memnun. Hatta onca şikâyeti, memnuniyetini örtmeye mebni.

Şehrin ruhu var ama ya insanın?

Gün doğumunda, günbatımında, gecenin yarısında, günün farklı vakitlerinde zamanımızın başşehrinin makyajsız, hilesiz hâli... Kapitalizmin beden bulmuş ruhu: nizam, intizam, ahenk ve ihtişamın örtemediği ruhsuzluk. Ve buna bağlı olarak da gittikçe artan his mahrumiyeti.

Eşyaya dahi hissiyat atfedecek kadar incelmiş bir fikriyat, nasıl olur da asıl derin his sahipliyi histen âri farzeder?

Bütün bu müspet hususiyetlerinin yanında filmin başka ülkelere bir nevi ikaz mahiyeti taşıdığı da akıldan çıkarılmamalı: Mesele yüksek binalardan müteşekkil bir şehir inşa etmek değil. Asıl mesele o şehri muntazaman idare edecek zihni ve ameli tasavvurda! Şimdilerin dijital işleyişiyle yarışacak mükemmelliyette işleyen analog mekanizma.

Filmin dış sesi yapımcı Mark Hellinger’ın başlangıçta ifade ettiği gibi New York Esrarı, başka filmlere benzemiyor. Pek az filmde görülebilecek modern bir bediyyat idrakına yaslanan ve modern bir şehri teşrih masasına yatırırken insan-mekân-ruh sacayağını silkelemekten çekinmeyen bir ‘eser’. Uzun vakitlerdir içinde yaşadığımız hâlde millet olarak bizim haberdar dahi olamadığımız zamane hakikatlerinin muhakemesi adeta.

Mahkemesi hatta.