Modern üniversitelerin öncüsü: Nizâmiye medreseleri

Kur’an ve Sünnet’e bağlı bir tasavvuf anlayışının yerleştirilmesiyle ahlâkî eğitime ehemmiyet verilmiş, böylelikle muhtemel bir sapkınlığın da önü alınmıştı.
Kur’an ve Sünnet’e bağlı bir tasavvuf anlayışının yerleştirilmesiyle ahlâkî eğitime ehemmiyet verilmiş, böylelikle muhtemel bir sapkınlığın da önü alınmıştı.

Nizamülmülk tarafından başta Bağdat olmak üzere Büyük Selçuklu hâkimiyetindeki çeşitli şehirlerde kurulan Nizamiye medreseleri Salerno, Paris ve Oxford Üniversiteleri’nin de öncüsü olmuştu. Müfredat ve muhteva bakımından modern üniversitelere rehberlik eden medreselerin asıl kuruluş gayesi Şiî-Batınî fikirlerle mücadeleydi.

Nizâmülmülk
Nizâmülmülk

Sünnî düşüncenin tesisi bakımından önemli bir vazife ifa eden medreseleri Osmanlı devrindeki İznik, Sahn-ı Seman ve Süleymaniye gibi medreseler takip etmiştir. Nizamiye üst başlığı altında kurulan bu medreselerin ilki Alparslan döneminde Sultan’ın izni ve vezir Nizamülmülk’ün gayretleriyle açılmış, daha sonra imparatorluğun önemli merkezlerinde (Belh, Musul, Nisâbûr, Herat, İsfehan, Basra, Merv, Rey) eğitime başlamışlardı. Kısa zamanda çok geniş bir coğrafyaya yayılıp Türkistan içlerinden Endülüs’e kadar İslam dünyasının fikrî olarak altyapısını oluşturmuş; Sünnî düşünce karşısında Şiî ve Mutezile’yi zayıflatmıştır. Nizamiye Medreseleri yalnız ilmî ve fikrî bir fonksiyon icra etmemiş aynı zamanda tebayı devlet otoritesi ve kanunlara riayet eden kişiler hâline getirmişti.

Selçuklular döneminde açılan bu medreseler ilme hizmet etmekle kalmamış, dönemin âlimlerini de istihdam ederek ilmî seviyenin yükselmesine de hizmet etmişlerdi. Bu âlimler yalnız dönemini değil, asırlar sonrasını etkileyen şahsiyetler oldu. Bunlar arasında İmamü’l-Harameyn Cüveynî, Ebû İshak eş-Şirazî, İmam Gazalî ve Zekeriya Tebrizî gibi sahasında otorite kabul edilen kişiler vardır. Bu âlimler hem verdikleri dersler hem de ilmî kitaplar sayesinde Şiî fikirlerin yaygınlaşmasını engellemiş; diğer taraftan buradan yetişen kadrolar imparatorluğun idareci sınıfını oluşturmuştu.

Nizâmiye Medreseleri’nin bir başka fonskiyonu da tasavvufun hâkim kılınması yolunda olmuştu.

Kur’an ve Sünnet’e bağlı bir tasavvuf anlayışının yerleştirilmesiyle ahlâkî eğitime ehemmiyet verilmiş, böylelikle muhtemel bir sapkınlığın da önü alınmıştı. Dönemin önemli sûfî âlimlerinden es-Serrâc’la başlayan Sünnî tasavvuf görüşü, Nişâbûr’da Abdülkerim Kuşeyrî (v.1072) ile devam etmiş, medrese ve tekke birlikteliği sağlanarak zahirî ve batınî tevhid temin edilmişti.

  • Tasavvufî anlayış Kuşeyrî’nin talebesi Ebû Ali el-Farmedî ile devam etmiş; Gazalî’nin fıkıhta ve tasavvufta üstadı el-Farmedî, Kuşeyrî ile Gazalî’yi birbirine bağlayan köprü vazifesi görmüştü. Ebû Ali Farmedî, yazılı eser bırakmamış olmasına rağmen Gazalî’yi yetiştirerek Sünnî tasavvufun gelişmesine hizmet etmişti. Nişabur Nizamiye Medresesi’ndeki İmamü’l-Harameyn Cüveynî ile birlikte asıl doktrini ortaya koyan Bağdat Nizamiye Medresesi’ne bugünkü anlamda rektör olan Gazalî’dir. İmam Gazalî gerek yazdığı reddiyeler gerekse temel akideleri bir araya getirmesiyle Sünnî İslam inancına yeniden hayatiyet kazandırmış, İslam düşüncesine canlılık vermişti.

Osmanlılara miras kalacak olan tasavvuf anlayışının da temellerini atan Gazalî Kur’an-ı Kerim ve hadîs-i şeriflerin ışığında en zor meseleleri dahi açıklayarak bu telâkkiye meşruiyet kazandırmıştı. İslam dünyasında eriştiği şöhretten dolayı bazı âlimlerin Bağdat Nizamiye Medresesi’nde ders verebilmek için birbirleriyle yarıştıkları ve bu isteklerini her vesileyle dile getirdikleri de bilinmektedir. Bu şöhretin en büyük kaynağı tabii ki İmam Gazalî idi.