Niçin okuruz, niçin dinleriz ve niçin izleriz?

Sanat sahası da aslen tıpkı bilim ve felsefe sahaları gibi katiyen gökten zembille zirvesine konma teşebbüsüne fırsat vermez. Veya paraşütle.
Sanat sahası da aslen tıpkı bilim ve felsefe sahaları gibi katiyen gökten zembille zirvesine konma teşebbüsüne fırsat vermez. Veya paraşütle.

İnsan, meselâ matematik öğrenmek istediğinde asla birilerinden kitap listesi temin etmeyi düşünmediği hâlde, edebiyatla, sinemayla, müzikle ve benzeri sanat dallarıyla güya ilgilendiğinde hiç sakınmadan listelere itibar etmekte bir beis görmemekte. Garip değil mi? Herhangi bir şeyi öğrenmek, en azından o şeye belli bir miktar vukufiyet kesbedebilmek için mutlaka sarfedilmesi mecburi bir gayretin varlığını kabul eden kişi, hiç sakınmadan, meselâ 100 roman okuyarak kendisini ‘roman meselesini hâlletmiş’ varsayabilmekte.

Bu yazı 4 Mayıs 2020 tarihinde, Gerçek Hayat dergisinin 1019. sayısında yayınlanmıştır.


Kendimizi ister münevver, ister entelektüel, isterse de aydın sayalım, aynı şey; insan okumanın veya benzeri faaliyetlerin içerisinde bulunmayı sürdürmekteyse ve geçimini de bu iştigallerden biriyle sağlamaktaysa o kişi, tarihte eşi görülmemiş bir yeni tipin ta kendisidir. Dağbaşında bile yaşıyorsa o insan Sanayi Devrimi’nin pek yaman bir çocuğudur ve kendisinden önceki insan tipolojilerinden bir veya birkaçına şu veya bu miktarda benzese dahi aslen yepyeni bir muhakeme mekanizmasının sahibidir. Kendisinden önceki insan tipleri arasında zahiren en çok âlime benzese bile aslında en çok da ona uzaktır.

Bu insanın ayırıcı vasfı okumak, dinlemek ve izlemek... Yaklaşık 250 yıl tiyatro izledi; yüz küsur yıldırsa sinema. Bir dönemler binlerce kişiyi içine alabilen konser salonlarında dinlediği müziğini şimdi binlerce müzisyeni içine alabilen küçücük âletlerin içine sığdırıp dinlemeye devam etse de bu insan tipi, bir şekilde müzikle fazlasıyla haşır-neşirdir.

Aydınlanma İhtiyacı

Pek çoğumuz okurken veya münasip işler yaparken yahut da sadece onunla hemhâl olmak maksadıyla müzik dinleriz; sinemada, evde televizyon karşısında veya mobil cihazlarla hareket hâlindeyken, daha doğrusu fırsat buldukça da film izleriz. Yahut dizi ve benzerlerini.

Aralarında ne miktarda kemmiyet ile keyfiyet farkı bulunursa bulunsun, zihnin birbirinden farklı bölümlerine seslenen bu üç ameli sıklıkla tatbik ettiği için kişi bu sıfata lâyık görülmüyor mu zaten? Yine de sormak icap etmekte: Niçin okuruz, niçin dinleriz ve niçin izleriz?

İlk bakışta cevabı basit görünen sorulara karşılık bulmakta aceleci davranmak ne büyük hata. Öyle ya, ‘yararlanmak’ gibi bir karşılık tam da yanıbaşımızda durduğu hâlde böylesi bir soruyu sormak abesle iştigal dahi âddedilebilir.

Hâlbuki işin aslı hiç de öyle değil. Çünkü bu ve benzeri sorulara verdiğimiz, yahut belli bir miktar üzerinde düşündükten ve zorunlu araştırmaları tamamladıktan sonra bulduğumuz, daha doğrusu, farkına varmasak dahi tercih ettiğimiz karşılıklar, mizacımıza dair zannettiğimizden çok daha fazla ipucu barındırabilir. Elbette bu ipuçlarını tutarlı bir tarzda değerlendirip benliğimize torpil geçmeden derinlerimizde kendimizden bile sakladığımız can yakıcı gerçeklerimizi kabullenmeye hazırsak. Yoksa gördüklerimizin üstünü örtmek için bahane kılığına bürünmüş örtü mü yok.

İstifade ve Haz Farkı

Bu üç soruya verilecek karşılıkların hepsi aslında şu iki sınıftan birine girmek mecburiyetinde: istifade veya haz.

İlkin istifade mevzuuna gözatalım.

Herhangi bir şeyin meşruuyla gayrımeşruu arasındaki mesafeyi insanoğlu, garip bir şekilde işine geldiği gibi uzatıp kısaltmakta mahir. Hâlbuki istifade, tabiatı gereği birinin menfaatine iken başka birinin (veya şeylerin) zararına olabilmekte. Klâsik insan zihni ile çağdaş insan zihni arasındaki o say say bitmez farklardan biri de tam burada kendini belli etmekte: Klâsik insanın nezdinde istifade, ben ile bizin ortak paydasında ve gayet geniş bir daire etrafında tezahür ederken çağdaş insan için fayda tamamen benmerkezli bir odağa yoğunlaşmakta ve etki alanı da en fazla çekirdek aile efradıyla sınırlanmakta. Dolayısıyla klâsik insanın nezdinde fayda örtük bir şekilde hayrı da kapsamakta iken çağdaş insanın gözünde fayda, çoğunlukla çıkara denk düşmekte.

  • Toparlayarak ifade edelim, kâhir ekseriyete göre okumak, dinlemek ve izlemek, aslında kişisel gelişim (!) merkezli bir faaliyet. Nadiren hedefi kısmen belli bir şahsi ‘gelişme’ maksadıyla okumak demek, aslında eline geçirdiğini talan etmek demek; elindekini değerlendirmek değil. O yüzden de bu insanlar, meselâ iki alet ilimden, matematik ile yabancı dilden herhangi birini öğrenmek istediklerinde asla birilerinden kitap listesi temin etmeyi düşünmedikleri hâlde, edebiyatla, sinemayla, müzikle ve benzeri sanat dallarıyla güya ilgilendiklerinde hiç sakınmadan ‘Okunması Gereken 100 Kitap’ veya ‘Ölmeden İzlenmesi Gereken Şu Kadar Film’ yahut da ‘Mutlaka Dinlenmesi Gereken Bilmem Kaç Caz Albümü’ gibi listelere itibar etmekte hiçbir beis görmemekte.

Garip değil mi? Herhangi bir şeyi öğrenmek, en azından o şeye belli bir miktar vukufiyet kesbedebilmek için mutlaka sarfedilmesi mecburi bir gayretin varlığını kabul eden kişi, hiç sakınmadan, meselâ 100 roman okuyarak kendisini ‘roman meselesini hâlletmiş’ varsayabilmekte.

Hazzen İdrak Mevzuu

Belki de üzerinde fazla düşünmediğimiz yahut zihin tembelliğini tercih ettiğimiz için günümüz Türkçesinde haz tabirinin mâna sınırları fevkalâde daraltılmış, hatta sadece cinsiyete indirgenmiş durumda. Hâlbuki haz da aslen çeşit çeşit...

Haz üzerine imali fikir eylemekten çekinmeyen eskilere göre üç çeşit haz var:

  • 1 – Yeme-içme hazzı: Son zamanlarda İslâmcı, milliyetçi, muhafazakâr çevrelerde dahi pek matah bir şeymiş gibi hayli alâka celbeden ve sıhhi beslenme meselesinin çok üstünde takip edilen yemek mevzuatından tutun da çeşit çeşit şerbetlere, keyif verici maddelerden uyarıcılara kadar envai çeşit lezzetin tadılması üzerinden elde edilen haz...
  • 2 – Cima hazzı: Malûm...
  • 3 – Zihni haz: Öğrenme, öğretme, farketme, keşfetme, işlem yapma, ayrıştırma, çıkarsama, düşünme ve sezme gibi zihin faaliyetlerinde bulunma ve bunları sözlü yahut yazılı bir tarzda ifade etmekten neş’et eden haz.

Görüleceği gibi insanın bütün hazları, ilk ânda zannedildiği kadar envai çeşit değilmiş. Tersine, bütün o kesretin sakladıkları, pek az bir miktara indirgenebilir bir mahiyetteymiş. Ve bu üç haz çeşidinin ilk ikisinde insanoğlu hayvanat ile bir ve aynı iken ancak son kategorideki kendine mahsus.

  • Başka bir ifadeyle bizi biz yapan yegâne haz imkânımız, zihni haz. Kıymetini bilmek icap etmez mi?

Meclislerde birkaç lâf edecek miktarda sanatla iştigal ettiğini ispat gayesiyle, meselâ karakter tahlillerinden istifade maksadıyla Dostoyevski okumak başka, mevcut birikiminin kaldıracağı ve nasibince adım adım ilerleyebileceği bir istikamet doğrultusunda, belki de onca tırmanışın ardından en nihayetinde zirvede Dostoyevski’yle hemhâl olmanın zihni hazzı ve zevk idraki bambaşka.

Sanat sahası da aslen tıpkı bilim ve felsefe sahaları gibi katiyen gökten zembille zirvesine konma teşebbüsüne fırsat vermez.

Veya paraşütle.