Nisa: Çöpteki bebek yahut kadınlığımızın ahvali!

Modern dönemde
kadınların hali günümüzde
Nisa bebeğin ahvaline
bakılarak okunabilir.
Modern dönemde kadınların hali günümüzde Nisa bebeğin ahvaline bakılarak okunabilir.

Şiddet kime yönelirse yönelsin, kadın, çocuk ve hatta erkek kabul edilebilir bir şey değildir. Canlı varlıklar, hayvanlar için de bu böyledir. Bugün “şiddet” denildiği zaman “erkek şiddeti” hatırlanıyor. Çünkü haberleşme cihazları, gazeteler, televizyonlar…tek şiddet çeşidi tanıyorlar: Erkek şiddeti! Bu mecraları besleyen, bazıları planlı programlı, resmî-yarı resmî veya gayri resmî yapıların varlığı da bilinmez değildir.

Erkek şiddeti acaba plastik kadınlara mı uygulanıyor? Ancak onlar şiddetin tarafı olacak iradeleri olmadığı için kusursuzdur. Kul kusursuz olmaz, bunun erkeği kadını yoktur.

Şiddeti tek tarafa yıkmak yerine, kadın erkek ilişkileri konusunda yatıştırıcı tedbirler almak daha hakkaniyetli ve insanidir. Bir cinsi korurken, diğerini peşinen mahkûm etmek hakkı, hakkaniyeti bir yana bırakmak demektir. Şimdilerde, neredeyse insanların bir cinsi bütünüyle potansiyel şiddet unsuru olarak görülmektedir. Son olarak İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı genelge bu görüşü zirveye çıkarıyor: 5 milyon erkeğin bu minval üzere eğitimden geçirilmesi planlanıyormuş! Kim kimi, hangi esasa göre eğitecek?

Bunun bir başlangıç olduğunu düşünebiliriz, önümüzdeki yıllarda beş milyonu 10 milyona, sonraki yıllarda daha yüksek rakamlara yükselterek bütün erkek cinsini eğitmek hedefleniyor olmalı! Bunu rastgele bir çılgınlık mı, yoksa sosyal paranoya olarak mı nitelemeliyiz? Erkekleri kitle halinde şiddet unsuru olarak görmek başka nasıl izah edilebilir?

Toplumun temelini dinamitlemek!

Türkiye’de Anayasa aileyi esas alıyor, “toplumun temeli ailedir” diyor, bu sürekli teyid ediliyor. Fakat aile merkezli yaklaşımların bilhassa son yıllarda terk edildiğini, şiddeti erkekleştirerek iki cinsin karşılıklılık esasının bir kenara bırakıldığını görüyoruz.

Erkeğin fizikî olarak kadın erkek eşitliğini bozduğu kabul ediliyor ve bunun üzerine bir şiddet kültürü bina ediliyor. Şiddetin fizikisi yanında başka türlü tezahürleri de olabileceği akıldan çıkarılıyor. Yerine göre söz bir şiddet unsurudur! Cinselliğin kullanılması bir şiddet unsurudur.

Kadın-erkek konusunu aileyi hiçe sayan saldırgan feminizm seviyesinde ele almak…5 milyon erkeğe eğitim vermeye kalkışmak ancak böyle bir arka planla açıklanabilir.

Devlet madem aileyi temel olarak almış, uygulamalarda kadının veya erkeğin korunması değil ailenin korunması merkeze konulmalıdır. Eğer aile korunamazsa, ayakta tutulamazsa kadın da hakkıyla korunamaz, erkek de. Ve asıl olan çocuklara olur. Şunu unutmayalım: Milletin geleceğini tehdit eden bir mesele ile karşı karşıyayız.

Meşruiyet çizgisinin dışına çıkmak

Son yıllarda revaç verilen bu anlayış, aile dışı çözümleri, yani cinsler arası gayri meşru ilişkileri yaygınlaştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Ailenin çözülmesi en şiddetli tesirini çocuklar üzerinde göstermektedir. Evlilik dışında beraberlikler, arkadaşlıklar vs. neredeyse ailenin beraberliği kadar olağan karşılanır hale gelmiştir. Televizyonlarda aileyi şiddet unsuru olarak gösteren dizilerden biri bitmeden diğeri başlamaktadır. Kadın ve erkeğin meşru beraberliği evliliktir, bu kabul üzerinden yürünmedikçe ne kadınlar ve ne de erkekler gerçekten mutlu olabilir. Gayri meşru ilişkilerin toplumun geleceğini nasıl etkileyeceğini tahmin edemiyorsak, yapılacak bir şey yoktur: Millet varlığının nasıl tahrib edildiğini seyretmekten başka!

Bugün aile merkezli düşünülmediği için erkek ve kadın üzerinden yürünmektedir. Aile merkezli düşünüldüğünde baba ve anne devreye girer. Erkeği koca ve baba olarak görmeyen, kadını karı ve anne olarak saymayan bir bakış açısı insanî çözümler ortaya koyamaz. Bugün ortaya çıkan sonuçlar ailenin ve aile içindeki rollerin inkâr edilmesinde aranmalıdır. Bilhassa kadının aile dışında tanımlanması, onun anneliğinin bir değer olmaktan çıkarılması bir eşitlik davası gibi görülüyor. Bu noktada eşitlik adaletin önündeki en büyük engel haline gelmektedir.

Anneliğin reddi, mücerred kadınlık ideolojisi, kariyercilik Türkiye’nin sosyal yapısını uzun vadede ciddi sarsıntılara maruz bırakacaktır, hatta şimdiki görmezden gelinen sarsıntılar büyük yıkımların işaretini vermektedir.

Anne şefkati, baba merhameti olmadan çocukların geleceği karanlıktır. Bu karanlığın ülkemizde gittikçe daha fazla hissedildiğini fark etmemek mümkün değildir. Boşanma temayülünün zirveye tırmandığı bir zamanda, çocukların geleceğini nasıl teminat altına alabiliriz.

Bugünkü düzen oyununu kadın üzerinden oynamaktadır. Kadını eş olmaktan, anne olmaktan uzaklaştırdıktan sonra çatışma, münaferet had safhaya varmaktadır. Kadın eğer çocuk sahibi olmuşsa, anne olmayı değil kariyeri tercih etmektedir. Bunun da bir başka şekilde çocuğu sokağa bırakma fiili olduğu ortada.
Bugünkü düzen oyununu kadın üzerinden oynamaktadır. Kadını eş olmaktan, anne olmaktan uzaklaştırdıktan sonra çatışma, münaferet had safhaya varmaktadır. Kadın eğer çocuk sahibi olmuşsa, anne olmayı değil kariyeri tercih etmektedir. Bunun da bir başka şekilde çocuğu sokağa bırakma fiili olduğu ortada.

Oyun kadın üzerinden oynanıyor!

Bugünkü düzen oyununu kadın üzerinden oynamaktadır. Kadını eş olmaktan, anne olmaktan uzaklaştırdıktan sonra çatışma, münaferet had safhaya varmaktadır. Kadın eğer çocuk sahibi olmuşsa, anne olmayı değil kariyeri tercih etmektedir. Bunun da bir başka şekilde çocuğu sokağa bırakma fiili olduğu ortada.

Kadınların çalışması toplumumuzun yabancısı olan bir şey değildir. Her devirde kadınlarımızın aileyi ihmal etmeden çalıştığı tarihî hakikattir. Mal mülk sahibi olmak, Avrupa’da ancak 19. Asırda kadınlara tanınmışken, bizde tabiî bir hak olarak bilinir. Osmanlı döneminde vakıf yapanların yüzde kırka yakınının kadınlar olması bir fikir verebilir.

Kadınların ille de her alanda çalışması, kendini göstermesi, beklenmemelidir. Ayrıca bu matah bir şey de değildir. Bu komünist rejimlerde, faşist rejimlerde en had safhada görülmüştür. Kadınların her türlü ağır ve pis işlerde istihdam edildiği menfur rejimlere benzemenin âlemi yoktur.

Kadınlık üzerinden oynanan oyunlar ve Nisa bebek

İstanbul’un bir semtinde 3 aylık bir bebeğin sokağa terk edilmesi bu konular üzerinde bizi ciddi olarak düşünmeye zorluyor. Çocuk bulunduktan sonra onunla âcil tıp teknisyeni bir hanım ilgileniyor. İşte bu sırada kız çocuğuna takılan isim dikkat çekici:

Nisa! Nisa’nın “kadın” demek olduğunu bilenler belki hâlâ vardır! Eskiden hastanelerimizde “nisaiye” bölümleri vardı, şimdi galiba “jinekoloji” deniliyor. Nisa, günümüzde daha çok Kur’an-ı Kerim’de bir sûre olarak biliniyor. Kur’an’ın 4. Sûresi bu adı taşır. Bu sûrenin ilk âyetinde insanların kadın erkek tek nefisten yaratıldığı beyan ediliyor. Allaha karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının, deniliyor…

Şu noktadayız: Kadını koru, erkeği yok say! Hayvanı koru, insanın canı cehenneme
Şu noktadayız: Kadını koru, erkeği yok say! Hayvanı koru, insanın canı cehenneme

Modern dönemde kadınların hali günümüzde Nisa bebeğin ahvaline bakılarak okunabilir. Her türlü aldatıcılıkla kuşatılmış olan kadınlığımız bugün sokağa atılmış kız çocuğunun akıbetinden hisse çıkarılmalıdır. Kadınları yüceltmek için özendirici şekilde önlerine konulan saptırıcı imkânlar, aldatıcı fırsatlar onların felaketini hazırlıyor. Kadın erkek ilişkilerinde meşruiyeti gözetmek, en başta kadınların hayrınadır. Ailenin güçlenmesi işte bu meşruiyetin sağlanmasına bağladır. Meşruiyeti zedeleyen her yanıltıcı seçim, felaketi katlamaktan başka bir sonuç doğurmuyor.

Meşruiyeti devreden çıkardıktan sonra ortaya dökülen olumsuzlukları gidermeye çalışmak, esaslı çözümden kaçmaktan başka bir şey değildir. Esastan çözüm düşünülmüyorsa, palyatif* çözümlerin göz boyamaktan başka tesiri olmaz!

Şu noktadayız: Kadını koru, erkeği yok say! Hayvanı koru, insanın canı cehenneme!

***

Şemseddin Sami’nin Kamus-i Fransevî’sinde palyatif tarifi: (Palliatif) bir marazın esbabını imha etmeksizin âsarını ta’dil ve tahfif eden ilâc ve sâire. (Bir hastalığın sebeplerini ortadan kaldırmaksızın belirtilerini düzelten ve hafifleten ilâç ve saire…)