Özbekistan’da Türklük meselesi

1853 yılı itibarıyla Çar Rusya’sı fiili olarak Türkistan topraklarına adım atmış, 1865’te Türkista’ın kalbine saplanarak idaresini kurmuş olsa da halkın Türklük şuuru ve Türkistan algısına zarar verememişti. Hokand Hanlığı (1709-1876) Fergana oblastına dönüştürülmüştü ancak Buhara Emirliği (1501-1920) ile Hive Hanlığı (1510-1920) Rus Çarlığına bağlı vasal bir devlet olarak varlığını muhafaza etmekteydi. Türkistan aydınları ise halkın maddi, manevi ahvalini ıslah etmek için adeta seferber olmuşlardı.
1853 yılı itibarıyla Çar Rusya’sı fiili olarak Türkistan topraklarına adım atmış, 1865’te Türkista’ın kalbine saplanarak idaresini kurmuş olsa da halkın Türklük şuuru ve Türkistan algısına zarar verememişti. Hokand Hanlığı (1709-1876) Fergana oblastına dönüştürülmüştü ancak Buhara Emirliği (1501-1920) ile Hive Hanlığı (1510-1920) Rus Çarlığına bağlı vasal bir devlet olarak varlığını muhafaza etmekteydi. Türkistan aydınları ise halkın maddi, manevi ahvalini ıslah etmek için adeta seferber olmuşlardı.

Batı dünyasında Avrupa Birliği fikri, çok eski zamanlardan beri filozofların, bilginlerin rüyalarına girerdi. Victor Hugo, birbirine kan kusturan Avrupa devletlerinin bir gün barış içinde “Avrupa Birliği” altında birleşmelerini hayal etmişti. Gün geldi, bu rüya gerçekleşti. Bugün bir avuç aydının rüyası olarak görünen Türk birliği de gün gelecek, gerçek olacak. Bunu görmek inşallah bize de nasip olur. Böylece mahrum bırakıldığımız Türklüğümüze kavuşmuş oluruz.

Bir Özbekistanlı olarak sözüme şöyle başlamak isterim: Biz Türk kelimesinden arındırılmaya çalışılan toplumlarız. Coğrafyamızı ‘Orta Asya’ diye öğrenen, okuyan, tanımlayan, mahkûm olan, mahkûm bırakılan toplumlarız! Ulu Türkistan, vatan adı olarak bizden alıkonuldu, küçük bir vilayetin adına “patentlendi.” Türk kimliğinden mâsivâ olanlarız. Özümüzden ırak olan parçalanmış bir bütünüz.

Özbek kimliği nasıl oluştu?

Özbekler, Türk tarihinin önemli bir parçası sayılır. Özbek adı, siyasî ve içtimaî mânâ taşıyan bir kelimedir, ancak etnik bir mefhum değildir. Hatta 92 boydan oluşan konfederatif bir çatı mahiyeti taşıdığını söylemek mümkündür. Geçmişten günümüze doğru baktığımızda bugün Özbek adı altında millî varlığını koruyan 50 milyon halkın gelişimi etnik bir grubun oluşumu ve bu etnik gruba verilen isim bakımından ayrı ayrı yol izlemiştir. Başka Türk boylarına nazaran etnik açıdan zor ve karmaşık geçmişe sahip olan Özbeklerin etnik oluşumu, farklı bakış açılarını ortaya koyar.

Özbeklerin etnik kimliği meselesi, 14-15. yüzyıllara Deşti Kıpçak’tan gelen Türk ve Türkleşmiş Moğolların Maveraünnehr’e siyasi intikaline dayanmaktadır. Yani Özbeklerin bir kavim olarak sahneye çıkması Özbek Han sonrası gelişmeler ile başlayıp Şeybani Han’ın Maveraünnehr’deki siyasi girişimleri ile şimdiki Özbek halkının yaşadığı bölgeye taşındı.
Özbeklerin etnik kimliği meselesi, 14-15. yüzyıllara Deşti Kıpçak’tan gelen Türk ve Türkleşmiş Moğolların Maveraünnehr’e siyasi intikaline dayanmaktadır. Yani Özbeklerin bir kavim olarak sahneye çıkması Özbek Han sonrası gelişmeler ile başlayıp Şeybani Han’ın Maveraünnehr’deki siyasi girişimleri ile şimdiki Özbek halkının yaşadığı bölgeye taşındı.

Biraz tarihçeden bahsedelim; Özbek milletinin etnik oluşumu, uzun cereyan eden bir süreçtir. Arapların Maveraünnehr (Nehir ötesindeki yerler demektir) dediği Batı Türkistan’da farklı zamanlarda farklı maksatlarla gelen ve orada yerleşen kabile, boy ve ulusların zamanla yerli ahali ile karışarak içinde eridiğini, özellikle belirtmek gerekir. Bugünkü Özbekler, en eski dönemlerde yaşadığı vaha adıyla “Soğdlar”, “Harezmliler”, “Baktriler”, “Parkanalılar” gibi isimler ile anıldılar.

  • Özbeklerin iki nehir; Amu Derya ve Sır Derya arasında halk olarak teşekkül bulmalarında milattan önce kuzeyden gelen Türkçe konuşan göçebe kabileler ve Amu Derya’nın güney tarafından intikal eden Farsça konuşan halkların, 4-5. yüzyıllarda Kuzeyden gelen Hioniler, Kidariler ve Akhunlar, 6-8. yüzyıllarda Orta Asya ve şimdiki kuzey Afganistan’da hükümranlığını sürdüren Batı Göktürk’lerin önemi büyük olmuştur. 9-11. yüzyıllarda ilk Türk İslam Devleti olarak Karlukların kurduğu Karahanlılar Devleti, Özbek kimliğinin oluşumuna imkân sağlamıştır.

Özbeklerin etnik kimliği meselesi, 14-15. yüzyıllara Deşti Kıpçak’tan gelen Türk ve Türkleşmiş Moğolların Maveraünnehr’e siyasi intikaline dayanmaktadır. Yani Özbeklerin bir kavim olarak sahneye çıkması Özbek Han sonrası gelişmeler ile başlayıp Şeybani Han’ın Maveraünnehr’deki siyasi girişimleri ile şimdiki Özbek halkının yaşadığı bölgeye taşındı. 20. yüzyılda Özbekler, artık bir ulus olarak şekillenmeye daha doğrusu şekillendirilmeye başladı.

  • Bölgede hüküm sürmüş devletler
  • Özbek bölgesinde hüküm süren devletler:
  • • Baktria, Sogdiana, Harezm devletleri (M.Ö. 7-6. yy)
  • • Batı Göktürkler (552-745)
  • • Samaniler (819-1005)
  • • Karahanlılar (912-1212)
  • • Selçuklular (1038- 1194)
  • • Gazneliler (977-1186)
  • Çağataylar (1227-1370)
  • • Timur ve Timurlular Devleti (1370-1506)
  • • Buhara Hanlığı adı altında hüküm süren Şeybaniler Devleti (1500-1601)
  • • Astarhanlılar (1601-1757)
  • • Mangıtlar (1757-1920)’ın yanı sıra Hokand Hanlığı (1709-1876) ve Hive Hanlığı (1512-1920).

Özbekçenin özelliğinden de belli ki, iki nehir arasında yaşayan toplum, siyasî, sosyal değişimin etkileriyle Türk ve Fars kültürünün bileşiminden meydana gelmektedir. Tarihte kurulan devletler Türkçe ile beraber Farsça’nın Doğu kolu olan Tacikçeden istifade etti. Edebiyat dili olarak Farsça Türkçe’nin karşısında hep rakip bir dil oldu. Harp dili olarak önem taşıyan Türkçe, Çağatay Edebiyatı çatısı altında sanatkâr bir nitelik kazandı.

Millî aydınlanma ve birlik fikri

19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında İsmail Bey Gaspıralı’nın (1851-1914) “Dilde, işte, fikirde birlik” düsturu Türk dünyasında milli aydınlanma rüzgârı estirdi. Balkanlardan Kafkaslara, Anadolu’dan Türkistan’a Türklük bilinciyle millî birlik ağı kuruldu ve Türk toplumları millî gaye üzerinde birleşmeye başladı. Birlik fikri, İstanbul’dan Semerkand’a, Buhara’ya, Harezm’e, Hokand’a, Taşkent’e ve Merv’e dek yankısını buldu.

Birlik fikri, İstanbul’dan Semerkand’a, Buhara’ya, Harezm’e, Hokand’a, Taşkent’e ve Merv’e dek yankısını buldu.
Birlik fikri, İstanbul’dan Semerkand’a, Buhara’ya, Harezm’e, Hokand’a, Taşkent’e ve Merv’e dek yankısını buldu.

1853 yılı itibarıyla Çar Rusya’sı fiili olarak Türkistan topraklarına adım atmış, 1865’te Türkistan’ın kalbine saplanarak idaresini kurmuş olsa da halkın Türklük şuuru ve Türkistan algısına zarar verememişti. Hokand Hanlığı (1709-1876) Fergana oblastına dönüştürülmüştü ancak Buhara Emirliği (1501-1920) ile Hive Hanlığı (1510-1920) Rus Çarlığına bağlı vasal bir devlet olarak varlığını muhafaza etmekteydi. Türkistan aydınları ise halkın maddî, mânevî ahvalini ıslah etmek için adeta seferber olmuşlardı.

Kendi Türk, toprağı Türkistan

Abdurauf Fitrat (1886-1938), Özbeklerin düşünürü, bir cedit aydınıdır. Kendini Türk, yaşadığı toprağı Türkistan diye zikreden millî mücadele hareketinin önder şahsiyetlerindendir. İlim adamı, yazar, şair, tarihçi, siyaset adamı Abdurauf Fıtrat, millî kimlik ve millî irade meselelerini hararetle kaleme almış; toplumu aydınlatma, millî şuuru uyandırma hareketlerinde aktif olmuştur. Şu sözler ona aittir:

“Rusya devleti bizim ülkelerimize gelerek işgal etti. Artık biz Türkistanlılar Avrupa kültürünü taşıyan Rus milletine müptela olduk…
“Rusya devleti bizim ülkelerimize gelerek işgal etti. Artık biz Türkistanlılar Avrupa kültürünü taşıyan Rus milletine müptela olduk…

“Rusya devleti bizim ülkelerimize gelerek işgal etti. Artık biz Türkistanlılar Avrupa kültürünü taşıyan Rus milletine müptela olduk… Rus hükümeti Türk çocuklarının yararına bir iş yaptı mı veya yapmaya kalktı mı? Teessüf ederim ki, yok! Bizim dînî ve millî duygularımızı öldürmek arzusuyla Ostroumov gibi misyoner papazların idaresinde gazeteler yayınladı, okullar açtı. Kendi kimliğimizi, dinimizi öğreten okulları ve gazeteleri kapattı. Şeriat mahkemelerimizin hukuk ve salahiyetini büyük bir ölçüde gasp etti. Mahkemelerde, evlerde, yollarda, ticaret işlerinde hatta tren vagonlarında bile Türkistan yerlisinin hukuku Türkistan’da misafir olan Rus ve Ermeni’den daha aşağıda tutuldu.”

  • Şu feryadın sahibi de odur:
  • “Ey ulu Turan, aslanlar ülkesi!
  • Sana ne oldu?
  • Dünya’yı “urho”ları (savaş haykırısı) ile titreten kaplan yürekli balaların nerede?
  • Niçin sesleri çıkmaz?
  • Niçin çekindiler?
  • Niçin gittiler?
  • Savaş meydanlarını başkalarına neden bıraktılar?”

Hüriyyet Çağrıları

1913 yılında kurulan Turan cemiyeti Türkistan ülkesinde birtakım faaliyetlere imza atar. Ubeydulla Hoca, Münevverkarı Abdureşithan, Abdulla Avlanî, Muhammetcan Padşah Hoca bu cemiyetin mensuplarından birkaçı idi.

Bu dönemde kaleme alınan yazılarda hep Türkistan, Türk milleti, Türkistan halkı, Türk dili, Türk yazısı, Türk Tarihi ve Türk edebiyatı öncelikli mevzular olmuştur.

“Şanlı hürriyet - Türkistan’ındır,

Şanlı Türkistan - çalışanındır!” sözleriyle Türkistan halkı hürriyete ve gayrete teşvik edilmiştir.

“Biz Türkistanlılar vatanımızı canımızdan daha üstün görürüz” diyen Abdulla Avlanî ise ‘Türkî Gülistan yahut Ahlâk’ adlı eserinde ‘Terbiye, ya hayat ya necat ya memat (ölüm) ya sadakat ya felaket..’ der.

Mahmut Hoca Behbudî (1875-1919) ise “Türkistan balalarını ilimsiz bırakmayın” diye haykırır. Abdulhamit Süleyman Çolpan (1893-1938) ise şöyle figan eder:

  • “Güzel Türkistan, sana ne oldu?
  • Seher vaktinde güllerin soldu.
  • Çemenler berbat, kuşlar da feryat
  • Hepsi bir mahzun, olmaz mı dil şad?”

Haci Muin de (1883-1942): “Ey Türkistan emektarı, ayağa kalk! Düşmanlarını ez! Yurdunu koru!” diye soydaşlarını hürriyet meydanına teşvik eder.

Özgür Türkistan’ı Bolşevikler yıktı

Çarlık Rusya’sı Türkistan istilasından yarım asır geçtikten sonra Türkistan’ın münevver evlatlarından Münevver Kari Abdürreşithanov (1878-1931): “Hak alınır, verilmez” diye meydana atıldığında, Çolpan “Türkistanlık şanımız! Turanlı unvanımız! Vatan bizim canımız! Feda olsun kanımız!” dediğinde Türkistan halkı birleşti, tüm Özbek, Kazak, Kırgız, Tatar, Türkmen bir oldu, Türkistan’da bir muhtariyet ilan etti. 1917 yılında Fergana vadisi Hokand şehrinde ilan edilen bu birlik, Türkistan’daki halkların hak ve hukuklarını her açıdan korunacağını dünyaya duyurdu.

Fakat Lenin başkanlığındaki Bolşevikler idareyi alıp Sovyetler Birliği kurulduğunu ilan edince sadece yetmiş gün yaşayan bu muhtariyet kanlı bir şekilde bastırıldı. Türk’üm, Türkistanlıyım diye yükselen avazlar susturuldu, millet iradesi, milli şuur, milli hak-hukuk düşünceleri üzerine toprak atıldı. 1938 yılında bütün Türkistan genelinde uygulanan aydınlar katliamı, fikir soykırımı, Türklük algısını da katletti ve bu hadise etkisini maalesef günümüze kadar hissettiriyor. Türkistan’ın aydın siyasetçileri, zengin iş adamları, fikir adamları, şairleri, yazarları, mühendisleri, doktorları, hukuk bilginleri v.s. milleti ayakta tutacak tüm fertleri tek tek kurşuna dizildi, diri diri yakıldı, toprağa gömüldü. Türkistan, münevver evlatlarını kaybetti.

Dil ve alfabe yoluyla ayrıştırma

Sovyet Rusya, kendi idaresi altında tuttuğu toplumları komünizm ideolojisiyle yontarak Sovyet adamı üretmeye gayret etti. Türk topraklarında Ruslaştırma aracı olarak dil ve alfabe kullanıldı. Milletlerin mümtaz özelliği olan dili yani Türkistan Türkçesini dönüştürmeye çalıştılar. Toplumu dönüştürmek maksadıyla alınan kararlar sayesinde Türkistanlı kavimlerin dillerinde ses özelliğini karşılayan harfleri eksik veya fazla uygulamasıyla farklı gramer ölçülerine tabi tutuldu. Bağımsızlık sonrası Türkistan coğrafyasında dil ve alfabe, yeni milli kimliğin inşası ve ayrıştırma unsuru olarak devam etti.

1924 yılında Sovyetler hükümetinin Türkistan’da “Parçala ve Yönet” politikası gereği Timur devletinden sonra üçe bölünen coğrafya daha çoğaltılarak beşe ayrılmış oldu. Stalin hükümeti toplumu yapılandırma siyaseti gereği eğitim kurumlarında “Türkistan çok milletli, çok uluslu bir coğrafya” olarak okutuldu.

Coğrafyadaki ulusların karşılıklı çatışmalarını önlemek, potansiyel problemleri ortadan kaldırmak bahanesi altında ileride daha büyük sorunlar çıkarmak için “millî sınırlar” çizildi. Sınırlar çizilirken güya bölgede konuşulan dilin esas alındığı söylendi. Ama bugün Özbekistan sınırları içinde çok sayıda Tacikçe, Kazakça, Türkmence konuşan yerli halk bulunuyor. Aynı şekilde Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan sınırları içinde de Özbekçe konuşan, kendini Özbek olarak tanımlayan insanlar yaşıyor. Yani bölge parçalanırken dil birliği esas alınmadı, bahane olarak kullanıldı.

Türkistan’ı yapay sınırlar ile böldüler

Sovyetler Birliği’nin Türkistan halkı arasındaki birliği engellemek amacıyla inşa ettiği yapay sınırlar, günümüzde bölgede yaşanan karmaşık sınır problemlerinin temelini oluşturuyor.

  • Fergana Vadisi, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan sınırlarının kesiştiği bir bölgedir. Bu bölgede tartışmalı sınırlar nedeniyle sürekli huzursuzluk yaşanıyor. Bunun yanı sıra bölgede bulunan eksklav alanlar (eksklav, bir devletin başka bir devletin toprakları içinde sahip olduğu bölgedir) zaman zaman çatışmalara sebep olabiliyor. Bu noktada Özbekistan’ın Kırgızistan’da Soh, Şahimerdan, Taş-Döbö, Çon Kara, Tayan olmak üzere beş eksklavı, Kırgızistan’ın Özbekistan’da Barak eksklavı, Tacikistan’ın Özbekistan’da Sarvan, Kırgızistan’da ise Voruh ve Batı Kalacha eksklavları olmak üzere bölgede toplam dokuz eksklav alan bulunmaktadır.

Tacikistan’ın Kırgızistan’da bulunan 30 bin nüfuslu Voruh eksklavı ve Özbekistan’ın yine Kırgızistan sınırları içinde bulunan 50 bin nüfuslu Soh eksklavı haricindeki bölgeler daha küçük topraklara ve nüfusa sahip. Bundan dolayı en önemli sorunlar Voruh ve Soh bölgelerinde ortaya çıkıyor. Daha ilginç olanı Kırgızistan sınırları içindeki Özbekistan’a ait eksklavın ahalisi Tacik etnik kimliğini taşıyor. Türkistan’ın yan yana yaşayan kadim toplumları ayrıştırılıp okullarda çok milletli coğrafya diye okutulması işte böyle sorunlara yol açıyor.

Timur kültü ile yeni kimlik inşası

Diğer Türk toplumlarında olduğu gibi Özbekler için de çizilmiş sınırlar içinde yeni bir millî kimlik inşasına girişildi. Yeniden tarih yazıldı, dil ve kültür ise kendi ruhundan uzak biçimde yeniden şekillendirildi.

Sovyetlerden sonra ortaya çıkan ideolojik boşluk, gücünü ve meşruiyetini geçmişten alan bir millî ideoloji oluşturularak aşılmaya çalışıldı. Bağımsızlık sonrası ülkeyi idare eden İslam Kerimov zamanında, başarılarla dolu tarihî miras yeni bağımsız Özbekistan ve Özbekler için esas olarak belirlendi. Timur şahsiyeti Özbek ulusu için kült niteliğinde önem kazandı(rıldı). Özbek halkının millî kimliği, atalar ve bilhassa Timur’un şahsiyeti ve mirası üzerinden tasarlanmaya gayret edildi.

 Timur şahsiyeti Özbek ulusu için kült niteliğinde önem kazandı(rıldı). Özbek halkının millî kimliği, atalar ve bilhassa Timur’un şahsiyeti ve mirası üzerinden tasarlanmaya gayret edildi.
Timur şahsiyeti Özbek ulusu için kült niteliğinde önem kazandı(rıldı). Özbek halkının millî kimliği, atalar ve bilhassa Timur’un şahsiyeti ve mirası üzerinden tasarlanmaya gayret edildi.

Yeni ideoloji, vatandaşların millî iradesini, özgüvenini arttırmanın yanında, iyi ahlâklı, özgüvenli, vatanını seven ve vatana sadık vatandaşlar yetiştirmek için en önemli kaynak haline gelmişti. İnsanlık temeddününe zenginlik katan ecdatlar yâdı oldu.

“İmam Buharî, İmam Tîrmizî, Hoca Bahaüddin Nakşibendî, Hoca Ahmet Yesevî, Harezmî, Birunî, İbn-i Sina, Timur, Mirza Uluğbey, Zahireddin Muhammed Babür ve birçok ecdatları Özbeklerin millî kültürü, gelişimine büyük katkıda bulunmuş ve halkın milli iftiharı olmuşlardır. Fakat tarihî başarılar dile getirilirken bile Türklük vurgusu yine gereği gibi yapılamadı.

Tek kimlik Türklük olmalı zaten öyleydi

Özbekler Nevaî’yi millî şairleri olarak kabul ederler. Özbekistan’da “Ali Şir Nevaî kimdir?” diye sorduğunuzda “Nevaîi Özbek şairidir” cevabını alırsınız. Fakat tarihe dönüp baktığımızda Nevaîi bir Türk’tü ve Türk şairiydi. Nitekim Türkmenler de “Ali Şir Nevaî Türkmen şairidir”, Uygurlar da “Ali Şir Nevaî Uygur şairidir” diye savunuyorlar. Çünkü bu coğrafya 1924’ten önce sadece Türk’tü, değerlerine Özbek, Türkmen, Uygur olarak değil, Türk olarak sahip çıkıyordu ve hepsi Türk diye adlandırılıyordu. Yani bugün ki gibi suni adlandırmalar yok sadece Türk adı vardı.

Nasreddin Hoca ve ortak değerler

Nasreddin Hoca örneğiyle devam edersek, Özbekler Nasreddin Hoca’nın Buharalı olduğuna inanırlar. Hatta Buhara’daki Lab-i Havuz kompleksinde Hoca Nasreddin’in heykeli dikilidir. Kazaklarda Nasreddin Koja, Türkmenlerde “Ependi”, Kırgızıstan’da “Apandi”, Türkiye’de ise Akşehirli Nasreddin Hoca olarak sahip çıkılır.

Nasreddin Hoca örneğiyle devam edersek, Özbekler Nasreddin Hoca’nın Buharalı olduğuna inanırlar. Hatta Buhara’daki Lab-i Havuz kompleksinde Hoca Nasreddin’in heykeli dikilidir.
Nasreddin Hoca örneğiyle devam edersek, Özbekler Nasreddin Hoca’nın Buharalı olduğuna inanırlar. Hatta Buhara’daki Lab-i Havuz kompleksinde Hoca Nasreddin’in heykeli dikilidir.

Bu da aynı değerleri taşıyan bir toplumun parçaları olduğumuzu gösterir. 1920-1925 yıllarına kadar Türkistan’da Özbek, Türkmen, Kırgız ve Kazak milli kimliği diye bir husus mevcut değildi.

Atılan olumlu adımlar

İslam Kerimov yönetiminden (1991-2016) farklı olarak Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in Türk dünyasıyla ilişkilere verdiği önem, memleketteki Türklük şuurunun kuvvetlenmesi bakımından olumlu bir gelişmedir. 25 Ekim 2017’de Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in Türkiye ziyareti, Nisan 2018’de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Özbekistan ziyareti stratejik ilişkileri daha da güçlendirdi. 10 Şubat 2018’de Türkiye vatandaşları için Özbekistan seyahati için uygulana gelen vize mevzuatı kaldırıldı. Türk Cumhuriyetleri olan Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan hem de Tacikistan ile dostluk temeline dayalı komşuluk politikalarını başlattı.

25 Ekim 2017’de Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in Türkiye ziyareti, Nisan 2018’de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Özbekistan ziyareti stratejik ilişkileri daha da güçlendirdi.
25 Ekim 2017’de Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in Türkiye ziyareti, Nisan 2018’de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Özbekistan ziyareti stratejik ilişkileri daha da güçlendirdi.

Türk dili konuşan ülkeler arasında kapsamlı işbirliğini teşvik etmek amacı ile kurulan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi)’ne Ekim 2019’da Özbekistan da katıldı. Özbekistan’ın Türk Konseyi’ne katılmasıyla birlikte Türk dünyasının siyasi çatı kuruluşu her anlamda büyük güç kazanmış oldu. Özbekistan Türk dünyasında Türkiye’den sonra ikinci en kalabalık nüfusa sahip olan ülkedir ve yedi bağımsız Türk Cumhuriyetinden biridir. Özbekistan’ın coğrafi konumu, güçlü bir orduya sahip olması ve 33 milyonun üzerinde nüfusu barındıran bölgesel bir güç olması hasebiyle Türk Konseyi’ne katılımı hem örgüt kapsamındaki ikili ve çoklu ilişkileri hem de örgütün uluslararası arenadaki ağırlığını etkiledi.

Türk Dünyası tek çatı altında birleşmeli

Bugün Türk Dünyasında Türklük şuurunun en güçlü olduğu yer Türkiye’dir. Daha sonra Azerbaycan gelir. Azerbaycan her ne kadar diğer Türk cumhuriyetleri gibi Sovyetler sisteminden çıkmış olsa da, Türkiye ile coğrafi yakınlığı ve sıkı ilişkileri Türklük şuurunu diri tutmuştur. Evet, Türkistan coğrafyası Türklüğün intişar ettiği topraklardır fakat Türklük şuurunun gelişmesi için güçlü desteğe ihtiyacı vardır. Türk Dünyası içinde ilişkiler daha da güçlendikçe Türklük şuuru da güçlenmiş olacaktır.

Özbek, Türkmen, Uygur olarak değil, Türk olarak sahip çıkıyordu ve hepsi Türk diye adlandırılıyordu. Yani bugün ki gibi suni adlandırmalar yok sadece Türk adı vardı.
Özbek, Türkmen, Uygur olarak değil, Türk olarak sahip çıkıyordu ve hepsi Türk diye adlandırılıyordu. Yani bugün ki gibi suni adlandırmalar yok sadece Türk adı vardı.

Batı dünyasında Avrupa Birliği fikri, çok eski zamanlardan beri filozofların, bilginlerin rüyalarına girerdi. Victor Hugo, birbirine kan kusturan Avrupa devletlerinin bir gün barış içinde “Avrupa Birliği” altında birleşmelerini hayal etmişti. Gün geldi, bu rüya gerçekleşti. Bugün bir avuç aydınının rüyası olarak görünen Türk birliği de gün gelecek, gerçek olacak. Bunu görmek inşallah bize de nasip olur. Böylece mahrum bırakıldığımız Türklüğümüze kavuşmuş oluruz.