Özlenecek en son ülke: Hayali İran ütopyası

İran ütopyası çöktü, enkazın altında ise sadece İran halkları değil, tüm bölge insanı kaldı.
İran ütopyası çöktü, enkazın altında ise sadece İran halkları değil, tüm bölge insanı kaldı.

İslamcılar nezdinde İran’ın foyasını ortaya çıkaran Suriye meselesi oldu. Esed namına savunmasız bir halkı biçen Tahran güdümlü silahlı çeteler, ümmetçilik motivasyonuyla hayal kırıklıklarını saklamaya çalışanları tarihi bir yüzleşmeye çağırdı. İran ütopyası çöktü, enkazın altında ise sadece İran halkları değil, tüm bölge insanı kaldı. Suriye meselesi İran ile ilgili abartılan askeri gerçeklerin ortaya çıkmasına da aracı oldu. Örneğin Suriye’nin mazlum halkına bomba yağdıran İran’ın, İsrail saldırıları karşısında çaresiz kaldığını, karşılık veremediğini gördük. Bu bize neyi gösterdi? Fars kılıcının ancak sivilleri kestiğini...

Sosyal medyada oluşan her bir sıkıntı ve sorun üzerinden yabancı ülkelere özenti duyan çokça yazı ve yoruma rastlayabilirsiniz. Teknolojiden ekonomiye, demokrasi ve özgürlüklerden kültür ve sanata kadar mesela batı ülkeleriyle ilgili birçok hayali yorumla da karşılaşabilirsiniz. Kendi toplumuna ve ülkesine odaklanıp iyileşmesine çalışmaktansa başkasına özenip hatta hayranlık duymak bir toplumsal davranış haline gelecek kadar yaygınlaşabiliyor. Kendimizi neden bu denli hor gördüğümüz noktasına kafa yormak lazım.

Kendini sorgulamanın kötü bir yanı yok. Hatta başarı için motivasyon kaynağı da olabilir. Ancak bu sorgulamayı yaparken dikkatli olmak, sınırları aşmamak, abartmamak lazım. İşte bu abartıların en bariz örneklerden biri de “İran Kültürü” ve genel olarak “İran Medeniyeti” ile ilgilidir. ‘Komşu komşunun külüne muhtaçtır’ derler ama gerçekçi bir bakışın yerini bilgi kirliliğinden oluşan hayranlık alırsa ateşi sizden olan ocağın elinizde sadece külü kalır.

Uygulanan bir tarihe duyulan hayranlık

Çok değil bundan yüz yıl öncesine kadar İran’da en az bin yıllık bir Türk hükümdarlığı gerçeği vardı. 1925 yılında son Türk hanedanı Kaçarlar devri kapanınca Fars kökenli Pehleviler iş başına geldi. Tarihin köhne kitabında gelmeleriyle gitmeleri birkaç satırlık hikâye bile olsa, günümüz İran algısını oluşturmakta önemli bir iz bıraktılar. Çoğu ülke gibi İran’da da ulus devlet inşası bir üst kimlik etrafında oluşturuldu. Zamanın güçlüsü, tarihi olduğu gibi değil istediği gibi yazdı. Böylece çoğunluk olmayan Farslar ülkenin tek sahibiymiş gibi tanıtıldılar. Tarih neredeyse sıfırdan yazıldı. İşte gözü dönmüş Pehlevi faşizmi, ülke nüfusunun yarısına tekabül eden Türkler dahil diğer tüm halkları yok saydı. Ortaya Âriyâ ve Âriyâi ırk tanımı çıktı.

İran’da milyonlarca Türk özellikle de Azerbaycan Türklerine Josef Stalin’in tekniği uygulanarak yoktan yeni bir kimlik uyduruldu. Azeri kelimesi İran Türklerine verilirken maksat coğrafya tanımı değildi, insanların Türk olmadığını kanıtlamak için verildi. Bilim adamlarını şaşkınlığa uğratan bu büyük yalan, günümüzde İran’ın Türklere yönelik resmi politikası haline geldi. Bu teze göre İran’da yaşayan milyonlarca Türk aslen dilleri Farsça olan Âriyâilermiş fakat Moğolların hücumuyla birlikte kılıç gücüyle Türkleştirilmişlerdir.

Son 1000 yılına Türklerin damga vurduğu 2500 yıl iddiasının gerçekliği bir yana, Türkiye’de hem de akademide bu kadarına razı olmayıp kadim İran tarihini ikiye üçe çarpanlar mevcut.
Son 1000 yılına Türklerin damga vurduğu 2500 yıl iddiasının gerçekliği bir yana, Türkiye’de hem de akademide bu kadarına razı olmayıp kadim İran tarihini ikiye üçe çarpanlar mevcut.

Buna göre İran’da müthiş bir asimilasyon politikası başlatıldı. İş o kadar ilerledi ki, ikinci Pehlevi döneminde 1976’da İran’ın resmi takvimi Pers İmparatorluğunun kurucusu kabul ettikleri Kiroş’un 2500 yıl önce taç koyma tarihinden itibaren yeniden düzenlendi. Son 1000 yılına Türklerin damga vurduğu 2500 yıl iddiasının gerçekliği bir yana, Türkiye’de hem de akademide bu kadarına razı olmayıp kadim İran tarihini ikiye üçe çarpanlar mevcut. İşte İran efsanesinin temeli bu uydurulan tarihe dayanıyor.

Öve öve bitiremedikleri İran kültürü nerede?

Türkiye’de en popüler İran övgülerinden biri de kültür ve sanat dalıdır. Bir takım siyasi motivasyonları bir kenara koyarsak İran Filmlerinin Türkiye’de ilgi görmesi gayet normal. Ancak bu noktada mesele gerçekten sanıldığı gibi mi? Türkiye’deki genel kanaat İran’da kültür ve sanatın çok ileri düzeyde olduğu yönünde. Oysa İran’daki verileri dikkate alınca bu durum pek de inandırıcı gelmiyor. Mesela İran İstatistik Kurumu verilerine göre İranlıların yüzde 88.6’sı hayatında bir kez bile tiyatro oyunu seyretmemiş. Her beş İranlıdan sadece biri, o da kaç ayda bir sinemaya gidiyor. İran Musikisinde de durum benzer şekilde. Halkın yüzde 80’ini aşan kesimi hayatlarında bir konsere gitmemiş. Günlük kitap okuma süresi sadece 5 dakika. İran’da yetkililer “Türkiye ve Malezya gibi ülkelerden gerideyiz” diyerek dövünüp dururken, Türkiye’deki “İranlılar çok okuyan kültürlü bir halk” imajına şaşmamak elde değil.

İmam Rıza Türbesi, İran'ın Meşhed kentinde yer alan, Oniki İmam'ın sekizinci imamı olan İmam Rıza'nın kabrini de içine alan bir yapılar kümesidir.
İmam Rıza Türbesi, İran'ın Meşhed kentinde yer alan, Oniki İmam'ın sekizinci imamı olan İmam Rıza'nın kabrini de içine alan bir yapılar kümesidir.

Milyonlarca bağımlı ve hırsız

İran Uyuşturucuyla Mücadele Birimi Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Hemid Serami’nin açıklamasına göre ülkede 4 milyon 400 bin kişi uyuşturucu bağımlısıdır. Bu sayıya bir de bağımlı sayılmayan ama yine de belli aralıklarla kullanan kişiler eklenince özellikle kentlerde yetişkinlerin ciddi bir bölümünün uyuşturucu çukuruna düştüğünü söyleyebiliriz. Kötü alışkanlıkların bu denli yaygın olduğu İran’da, geçen yıl sadece hırsızlık suçundan gözaltına alınan 1 milyon kişi bulunduğunu biliyor muydunuz? Niye böyle? Çünkü İran toplumunun üçte biri mutlak fakirlik sınırının altında.

2011-2020 yılları arasındaki verilere göre İran’da evlenme oranı yüzde 36 azalmış, boşanmalar ise yüzde 28 artmış. Toplumun temeli olan âile ortamında da durum iç açıcı değil. Bu veriler ışığında Türkiye’deki sıkıntıları eleştirenlere İran’ın övülecek pek bir yanı olmadı.

Ütopya hayal kırıklığı oldu

1979 sonrası Türkiye’de kendini “İslam Cumhuriyeti” rüzgârına kaptıranların sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Her birinin motivasyonu farklı olmakla beraber hepsi hayal satıyordu. İran imkânsızı başaracak diye önce kendileri sonra da etraftakileri inandırmaya çalışıyorlardı. Ama işin gerçeği çok çabuk ortaya çıktı. Hemen her alanda başarısızlık örneği olsa da, İran propagandanın hakkını sonuna kadar verdi.

İslam Cumhuriyeti taktiğinin geçmediği yerde Anti-Amerikancılığı öne çıkardı ve gemisini yürütmeye devam etti. İslamcılar nezdinde İran’ın foyasını ortaya çıkaran Suriye meselesi oldu. Esed namına savunmasız bir halkı biçen Tahran güdümlü silahlı çeteler, ümmetçilik motivasyonuyla hayal kırıklıklarını saklamaya çalışanları tarihi bir yüzleşmeye çağırdı. İran ütopyasının heykeli çöktü, enkazın altında ise sadece İran halkları değil, tüm bölge insanı kaldı.

Suriye meselesi İran ile ilgili abartılan askeri gerçeklerin ortaya çıkmasına da aracı oldu. Örneğin Suriye’nin mazlum halkına bomba yağdıran İran’ın, İsrail saldırıları karşısında çaresiz kaldığını, karşılık veremediğini gördük. Bu bize neyi gösterdi? Fars kılıcının ancak sivilleri kestiğini...

Son birkaç yıl içinde İran’ın neden olduğu insânî faciaları başka bir ülke işleseydi ne olurdu acaba? 2020’de Ukrayna Uluslararası Havayolları 752 sefer sayılı yolcu uçağını iki füze ile düşürüp 176 insanı öldüren İran’ın bu yaptığı yanına kâr kalmadı mı? Batı ülkeleri bütün fiiliyatı ile ‘aşırılığın tek şubesi benim’ diye bağıran İran’ı değil de coğrafyada tek işi yara sarmak olan Türkiye’yi durmadan kötülüyorsa bunu hayra mı yoralım şimdi?