Paris, Lozan ve insan hakları

İsmet İnönü, Lozan Antlaşması'nı  İmzalarken 28 Temmuz 1923
İsmet İnönü, Lozan Antlaşması'nı İmzalarken 28 Temmuz 1923

Lozan’ın en önemli kayıplarından biri milyonlarca kilometre karelik Osmanlı coğrafyası ile her çeşit münasebetin kopmuş olmasıdır. Bu kopuş sadece Osmanlı coğrafyası ile sınırlı kalmamış, Türkistan dünyası ile devam etmiştir. Koskoca Türkistan dünyası, Stalin’in pençesine mahkûm kalmıştır.

24 Temmuz 2023 günü Lozan Anlaşmasının 100. Yılını idrak etmiş bulunuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin İngiltere ve Fransa gibi batılı zengin ülkeler tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınması bu anlaşma ile gerçekleşmiştir. Balkan savaşları, 1. Dünya ve İstiklâl Harbi ile devam eden kanlı savaşlar bu anlaşma ile resmen sona ermiştir. Lozan anlaşması öteden beri zafer veya hezimet gibi karşıt iki söylemle tartışılmaktadır. Her iki söylemi savunanların gözden kaçırdığı bir noktayı dile getirmek gerek.

- Lozan Muahedesi,

- Sykes-Picot (1915),

- Belfour Deklarasyonu (1917),

- Paris Konferansı (1919), Londra ve Kahire müzakerelerinin devamıdır. Yukarıda sıraladığımız anlaşma, konferans ve müzakereleri bilmeden, anlamadan, Lozan hakkında kesin bir hüküm vermek bizi doğru bir neticeye götürmez. Bizim literatürümüzde Lozan hakkında yazılmış kitapları incelediğimizde, Paris Konferansı sonrası çıkan anlaşma ve kararlardan ve Lozan ile bağlantısından çok az bahsedildiğini görürüz.

Paris Konferansında alınan kararları özetlemeden önce özellikle 1930’lu yıllardan sonra değişen alfabe ile sadece Lozan değil, erken cumhuriyet dönemi hakkında kaynak yetersizliği sebebiyle objektif bilgiye ulaşmanın zorluğuna dikkat çekmek isterim. Takriri-Sükûn kanununa ilave edilen bir madde ile Lozan anlaşması aleyhine konuşmak ve yazmanın yasaklanmış olması, konuyu anlamanın önünde başka bir engel teşkil eder. Bu yasağın 1970’li yıllara kadar fiilen devam ettiğini biliyoruz. “Lozan Zafer mi, Hezimet mi” başlığı ile yayınlanan bir kitap ile bu tarihi anlaşma kamuoyunda tartışılmaya başlanmıştır.

Paris dünyanın odağındaki şehir

Birinci Dünya savaşının bitmesi ile 1919 yılının ilk altı ayında (ocak-temmuz) barış konferansı için dünyanın dört bir tarafından gelen temsilci kitleleri Paris’te toplandılar. Konferansın odağında zamanın üç büyük devleti adına Başbakan Lloyd George (İngiltere), Başkan Woodrow Wilson (ABD) ve Georges Clemenceau (Fransa) vardı. Bunların yanında dünyanın çok farklı coğrafyalarından krallar, prensler, gazeteciler, yazarlar, sanatçılar Paris’e akın etmişlerdi. Arabistanlı Lawrence, iktisatçı Keynes ve uzak doğudan Ho Şi Min gibi meşhur şahsiyetler Paris’te boy gösterenler arasında idi. (Paris 1919 barış konferansı ve dünyayı değiştiren altı ayın hikâyesi, Margaret Macmillan)

Paris’te Almanya ile Versay, Avusturya ile Saint Germain, Macaristan ile Trianon ve Bulgaristan ile Neuilly anlaşmaları imzalanmış ve ilgili ülkelerin parlamentolarında onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Osmanlı için hazırlanan Sevr, Osmanlı Meclis-i Mebusan’da hiçbir zaman onaylanmamış hatta müzakere bile edilmemiş dolayısıyla yürürlüğe girememiştir. Aksine Meclis-i Mebusan, İngiliz işgaline uğrayan İstanbul’da yaptığı son oturumda Misak-I Millî’yi ilan etmiş, Sevr belgesini onaylamayı gündemine dahi alma gereği duymamıştır. Buna rağmen çoğu Osmanlı düşmanlarının Sevr onaylanmış gibi kin kusmakta.

O sıra dışı altı ay boyunca Paris şehri, iflas etmiş imparatorlukların tasfiye edildiği ve yeni devletlerin ortaya çıktığı, sanki tek bir dünya devletinin başkenti idi.

Lozan anlaşması ile gelen büyük değişim

Anlaşma metninde geçen maddelerin dışında Lozan’ın Türk tarihine getirdiği iki büyük değişim ve dönüşümden bahsetmenin mümkün olduğunu düşünüyoruz.

Birincisi: 3 kıtada 6 asırdan fazla hüküm süren Osmanlı Devleti’nin Lozan’da tasfiyesi yapılmıştır. Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi vatan toprakları üzerindeki tüm hükümranlık haklarından feragat edilmiştir. Söz konusu coğrafyalarda, İngiltere ve Fransa emrindeki manda rejimleri egemenlik haklarını devralmıştır.

Lozan anlaşması ile gelen ikinci önemli değişim; Selçuklularla başlayan, Osmanlı ile devam eden Haçlı-Hıristiyan Avrupa ile Müslüman-Osmanlı arasında asırlar süren haç-hilal mücadelesinin sona ermesi olmuştur.

Lozan Anlaşması ile Türkiye’de devlet yönetiminde zihniyet devrimi gerçekleşmiş, şapkadan alfabeye, hukuk sisteminden eğitim politikalarına kadar vatandaşın kadın-erkek günlük hayatı her yönüyle batıya özenen bir değişime maruz kalmıştır.

19. Asrın başlarında Sultan 2. Mahmud ile başlayan modernleşme-Batılılaşma çabalarının, Lozan ile zirveye ulaştığını söyleyebiliriz. Sultan 2. Mahmud’un sarıktan fese geçiş ile başlattığı kıyafetteki yenileşme, Mustafa Kemal Paşa iktidarında fes yerine şapka ile radikal bir merhaleye geçmiştir.

TBMM heyetinin Lozan’da imzaladığı anlaşmayı asırlık modernleşme çabalarının finali olarak nitelemek mümkündür. Lozan anlaşmasının mimarı Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Meclis gurubu, zengin ve dominant Batı ile entegre olmayı esas alan hem fikri hem de siyasi bir harekettir. Lozan’a muhalefet eden grup ise saltanat-hilafet ile birlikte muhafazakâr gelenekçi politikaları savunan kişilerden oluşuyordu. Padişah 6. Mehmet Vahideddin Han’ın kendi iradesi ile tahtından feragat etmesi, muhalif gurubu bir siyasi boşluğa düşürdü. Bu sebeple olsa gerek muhalif grup, Mustafa Kemal Paşa karşısında tezlerini savunamamış ve siyasi başarısızlığa mahkûm olmuştur.

Lozan anlaşmasının onaylanmasından birkaç ay sonra Cumhuriyet’in ilânı ülkede yeni bir heyecan yaratmış, batılılaşma, çağdaşlaşma söylemlerinin yanında barış vaatleri ile Mustafa Kemal Paşa siyasi gücünü iyice tahkim etmiştir. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde kurulan tek parti rejimi, 1950 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir.

Lozan’ da kim kazandı? Kim kaybetti?

10 yıldan fazla süren savaşlarla Türk milleti büyük kayıplara uğradı. En büyük kayıp ise hanedanın ülkeyi terk etmesi sonucunda Osmanlı devletinin dağılması olmuştur. Bu dağılmayı tümüyle yok oluş şeklinde anlamak yanlıştır. Osmanlı Devleti başta vakıfları ve diğer bazı kurumları ile yaşamaya devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti adı ile ortaya çıkan yeni devlet her şeyi ile varlığını Osmanlı mirasına borçludur.

Tarihinin hiçbir döneminde devletsiz kalmayan Türk Milleti, hürriyet ve istiklâlinden ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyeceğini 1920’de Misak-Millî ile ilân etmiş, Lozan’da da Misak-Millî daha da daraltılarak yeni devletin sınırları belirlenmiştir.

  • Lozan anlaşması sonrası Balkanlar ve Türk Dünyası
  • Lozan müzakereleri 3 komisyonun teşekkülü ile 22 Kasım 1922’de başladı. Bu komisyonlardan biri, azınlıklar adını taşıyordu. Bu komisyonda üzerinde anlaşma sağlanan ilk konu, Türk-Yunan nüfus mübâdelesi oldu. Türk tarafı, ülkedeki Ortodoks Rumların Yunanistan’a gönderilmesinden yana idi. Aynı şekilde Yunanistan da topraklarındaki Müslüman Türklerin Türkiye’ye gönderilmesine evet dedi. Karşılıklı olarak 2 yıl süren bu nüfus değişimi bizim tarihimizde mübâdele olarak anılmaktadır. Ancak Batı Trakya’daki Türkler ile İstanbul'da yaşayan Rumlar bu mübâdeleye tabi olmadılar.
  • Komisyonda Müslüman olsun olmasın tüm azınlıkların insan hakları konusunda tam bir korumaya alınması üzerine müzakereler yapıldı. Türk tarafı, Müslüman toplumların her çeşit haklardan yararlandığını, İslam dinine mensup milletlerden azınlık üretmenin anlamsız olduğunu ileri sürdü. Uzun süren müzakerelerden sonra Türk tezi kabul edildi. Buna rağmen İngiliz delegeler, anlaşmaya aşağıda yazılacak metnin girmesinde ısrar ettiler. “Türkiye’de oturan herkes doğum, millî kimlik, dil, soy, din ayrımı gözetmeden devletin koruması altında olacaktır.”
  • Türk tarafı insânî bahislerde istenen tüm garantileri verdi. Lozan anlaşmasının 37 ile başlayan 42 ile biten maddeleri, azınlık ve insan hakları ile ilgilidir.
  • İnsan hakları konusundaki müzakereler ne yazık ki sadece Anadolu’daki Rumlar ve Yunanistan’daki Türklerin hakları ile sınırlı olarak kalmıştır. Geniş Balkan coğrafyasında sayıları milyonlara varan diğer Müslüman toplumlar (Türkler, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar vb.) ne yazık ki hiç anılmamıştır. Lozan’da müzakere yürüten heyet, en azından adı geçen bu Müslüman azınlıkların insan hakları konusunda belgelere girmesini sağlayabilirdi. Bunun yapılmamış olmasını, Lozan’ın önemli bir eksikliği olarak düşünüyorum. Lozan’ın en önemli kayıplarından biri, milyonlarca kilometre karelik Osmanlı coğrafyası ile her çeşit münasebetin kopmuş olmasıdır. Bu kopuş sadece Osmanlı coğrafyası ile sınırlı kalmamış, Türkistan dünyası ile devam etmiştir. Koskoca Türkistan dünyası, Stalin’in pençesine mahkûm kalmıştır.
  • Yazımızı, Lozan konusunda literatürümüzdeki eksikliği gideren Doç. Dr. Nuri Sağlam’ın ‘Batı Basınında Lozan’ adlı Albaraka yayınlarından neşredilen kitabın tavsiyesi ile bitirelim.