PKK’nın kendini feshetmesi ne mânâya geliyor?

27 Kasım 1978’de Diyarbakır-Lice Fis Ovasında yapılan toplantıyla örgütlenen PKK, 5-7 Mayıs 2025’te yapılan 12’nci kongresinde kendini feshettiğini açıkladı. Kimilerinin menfi birçok anlam yüklediği bu tarihî gelişme; Eren Bülbül’ün annesi, Diyarbakır anneleri ve barışa hasret milyonlarca vatandaşımız için akan kanın durması demek.
1993, 1995, 1998, 2006, 2009, 2013 yıllarında defalarca ateşkes ilan eden, 4 Nisan 2002’de fesih kararı alıp sonra bozan örgütün bu sefer sözünde durup durmayacağı basında ve kamuoyunda sürekli tartışılıyor. “Güvenlik güçleri, PKK’yla zaten etkili bir şekilde mücadele ediyor ve ülke sınırları içinde örgüte nefes aldırmıyordu” deniyor. Haklı olarak geçmişte yaşanan açılım süreçlerinin ardından oluşan kaos ortamının sonuçlarına dair acı hâtıralar dile getiriliyor.

Ancak bu kez PKK’yı destekleyen güçlü bir FETÖ yok ve örgütün müzakeresiz silahları teslim etmesi isteniyor. Bunu sadece hükümet değil, Devlet Bahçeli, Özgür Özel, Ayşe Bülbül, 3 Eylül 2019’dan beri nöbet tutan Diyarbakır anneleri, hapisteki Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş da istiyor. Burada önemli olan, “DEM Parti de bunu gerçekten isteyecek ve PKK boyunduruğundan kurtulup kendine oy verenlerin talepleri yönünde siyaset yapacak mı?” sorusunun cevabı. Yıllardır oluşan bir Kürt siyasi realitesi var ve bunun artık PKK dogmalarıyla yürüyemeyeceği aşikâr. Bunu, terör örgütü kuran Abdullah Öcalan 27 Şubat’ta okunan mektubunda açıkça söylemişti.
PKK sorununun sadece yurt içinde değil, Irak ve Suriye’de de çözülmesi güvenliğimiz ve geleceğimiz açısından mühim. Bölgede bir terör oluşumuna Türkiye yıllardır şiddetle karşı koyuyor. Komşuluk ve akrabalık bağları nedeniyle yaşanan her sorunda birinci muhatap Türkiye olduğu için çözümün önemi daha da artıyor.
Sığınılacak liman Türkiye
Geçmişte Halepçe’de yaşanan kimyevî saldırıdan sonra 450 bin civarında Iraklı Kürt ülkemize sığınmıştı. Suriye iç savaşı sürecinde Esad rejiminden, DEAŞ’tan ve hatta YPG’den kaçan 350 bin civarında Kürt de yine çareyi Türkiye’ye sığınmakta bulmuştu. PKK’lıların söyleminin aksine Kürtlerin gözünde Türkiye, savaşılacak değil sığınılacak bir ana vatan.
Türkiye bir yandan terör saldırılarından korunmak isterken diğer yandan bölgede yaşanan her olumsuzlukta insanların yerinden yurdundan olmasını ve göç akınına uğramayı engellemek istiyor.
Şu anda terör örgütünün en güçlü olduğu yer Suriye. ABD’nin eğitim ve lojistik desteğiyle adeta düzenli bir ordu kuran YPG, Suriye’nin kurtuluşu için çalışmak yerine ülkeyi bölmeye çabaladığı için devrimi yapan ve Esed’i gönderen tarafta olamadı. Bu siyasi kayıp, gücünü zayıflatsa da ABD hâlâ arkasında olduğu ve Şam’da kurulan yeni hükümet yeteri kadar güçlenemediği için kolay teslim olmak istemiyor.
Türkiye’nin baskılarıyla merkezî orduya katılacaklarını ve silahlarını teslim edeceklerini açıklasalar da henüz bu yönde bir gelişme yok. Bilakis Alevî-Sünnî çatışmasını körükleyerek alan ve zaman kazanmaya çalışıyorlar.

Türkiye kendi içindeki sorunu çözmeye çok yakınken örgütün Suriye’deki kolunu bükmek için elinden geleni yapacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda MİT’in görevlendirildiğini açıklamış, “silah bırakma ve fesih süreci titizlikle takip ediliyor” demişti. MİT’in gelişmeleri izlemekle yetinmediğini belirtelim. Suriye devrimine giden yoldaki etkisi herkesin mâlumu.
Özetlemek gerekirse, PKK’nın fesih kararı ile başlayan gündemdeki tartışmalar sürecin ana konusu değil. Birinci konu, DEM partisi PKK’sız siyaset yapabilecek mi? İkinci konu, örgütün Suriye kolu ehlileşecek mi? Önümüzdeki günlerde işte bu soruların cevaplarına odaklanacağız.