Rejimi değil devleti kutlamak!

Rejimi değil devleti kutlamak.
Rejimi değil devleti kutlamak.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında İslâm’a ve Osmanlıya düşmanlık üzerine kurulan siyasî teori artık külliyen reddedilmelidir. Hâlâ ders kitaplarında Osmanlı karşıtı, İslâm karşıtı ibareler, ifadeler yer alabilmektedir. Türkiye’de tarih şuuru inkılâpçı kafa tarafından darbelenmiş ve tarih şuurundan nasipsiz nesiller yetiştirmekle öğünülmüştür. Zihni faaliyetlerimizi rejim tasallutundan kurtararak normalleştirmek, tarihimizin derinliğini gözden kaçırmamak ve tarih şuurumuzu bunun üzerine bina etmek mecburiyetindeyiz.

Cumhuriyet’in bir asrını geride bıraktık. Kutlamaların kendini “cumhuriyetçi” olarak ilân edenler tarafından yetersiz bulunduğu çeşitli şekillerde dile getirildi. Onlara kalsa nasıl bir kutlama yapılırdı? Bizim bildiğimiz kadarıyla Cumhuriyet’in yuvarlak yıldönümlerinde 10. yıldan itibaren kutlamalar ağır bir rejim propagandası üzerine kurulmuştur. Propagandanın esası, bizim için tarihin cumhuriyetle başladığı, cumhuriyet olmasa hiçbir gelişme olamayacağı şeklindedir.

Bu 10. Yıl Marşı’nda sloganlaştırılmıştır. On yılda 15 milyon genç yaratılmış, anayurt dört baştan demir ağlarla örülmüş, on yılda her savaştan başarıyla çıkılmıştır vs.

Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’nin nüfusunun 12 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Zaman içinde nüfus yenilenerek 15 milyona çıkmıştır. Şunu da hatırlayalım: 1933’teki nüfusun yüzde doksanı Osmanlı vatandaşı olarak hayata başlamıştı. Cumhuriyet Osmanlıdan 4.112 km. demiryolu devraldı, 1933’e kadar 1.900 km. demiryolu yapıldı. Eğer Anadolu demir ağlarla örülmüşse, bu demir ağların hâlâ çoğunluğu Osmanlı bakiyesidir. Elbette o zamanın şartlarında yapılan bu demiryollarını küçümsemiyoruz, fakat bütün payın 10 yıllık döneme mâl edilmesi ciddiyetsizliktir.

10. yılda Türkiye 1923 şartlarından çok fazla uzaklaştı

1923-1933 arasında hangi savaşlar olmuş da bunlardan zaferle çıkılmıştır? Bu on yıl içinde Türkiye hiçbir ülke ile savaşmamıştır. İçeride bazı kalkışmalar olmuştur. Bunlar da bastırılmıştır. Savaşın geniş mânâda kullanıldığını düşünsek bile ne iktisâdî sahada ne eğitimde ne sosyal gelişmede gerçek mânâda bir başarı sözkonusu. 10. yılda Türkiye 1923 şartlarından çok fazla uzaklaşmıştır.

Cumhuriyet’in övünme vesilesi yapılan uygulamaları “inkılâp-devrim” olarak adlandırılır ve bunlar cumhur/halk yok sayılarak, hatta cumhura rağmen icra edilmiştir. Bugün bu devrimlerin övünülecek bir tarafını bulmak mümkün değildir. Bugünün dünyasında “Şapka inkılâbı” ile övünülebilir mi? Medreseleri, yani bize âit bin yıllık maarif kurumlarını kapatmak neden övünme vesilesi olsun ki?

Hatta modern yüksek öğretim kurumu Darülfünun da ortadan kaldırılmıştır. Harf inkılâbıyla bin yıl içinde yüzbinlerce kitap yazılmış bir alfabenin yasaklanmasıyla övünmek tam mânâsıyla aymazlıktır. Kolay alfabe ile üç beş yılda okur yazar olunuvereceğine inansak bile uygulama ortadadır. Türkiye’nin Latin harfli okuryazarlıkta yüzde 20’lere ulaşamadığı bir zamanda Japonya ve Çin, dünyanın en zor alfabesiyle yüzde yüz okuryazarlığı yakalamıştı. Dil inkılâbı, mûsîkî inkılâbı da bin yıl içinde ortaya koyduğumuz medenî mirasın reddinden başka anlama gelmemektedir.

100 yılın ilk 27 senesi diktacı tek parti rejimi

Cumhuriyet yıldönümlerinde kutlamalar devlet merkezli değil, rejim merkezlidir. Cumhuriyet sonrası 100 yılın ilk 27 senesi diktacı tek parti rejimidir. Bu cumhuriyetin diktacı bir monarşiden farkı yoktur. 1950 sonrası demokratik cumhuriyettir, fakat bu da kendini “cumhuriyetçi” olarak ilân edilenler tarafından gerçek cumhuriyet olarak görülmemiş, halkın seçimini inkıtaa uğratan darbeler ve müdahaleler yapılmıştır.

Asıl mesele şudur: Siyasî rejim üzerinden değil, tarihî devamlılık üzerinden konuşmayı tercih etmeliyiz. Bu itibarla bu topraklardaki devlet kurma irademizin başlangıcı için Malazgirt zaferini esas alırız. Elbette bundan önce Pasinler muharebesinde Bizans güçlerini mağlub ettiğimizi unutmadığımız gibi Malazgirt’in kahramanı büyük Alp Arslan’ın 1064’te Anadolu’nun kuzey doğusunda Ani şehrinin fethini aklımızdan çıkarmayız. İşte bu sebeptendir ki, Kutalmış oğlu Süleyman Şah Anadolu’nun batısında, İstanbul’un burnunun dibinde İznik’te, sadece 4 yıl sonra Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuştur.

Cumhuriyet’in 100. yılı şöyle veya böyle kutlanmıştır. Bu, tarihimizde siyasî bir değişme anıdır, fakat tarihimizin esası olacak bir değişim değildir.
Cumhuriyet’in 100. yılı şöyle veya böyle kutlanmıştır. Bu, tarihimizde siyasî bir değişme anıdır, fakat tarihimizin esası olacak bir değişim değildir.

Anadolu'daki devletimizin 950. yılı!

Eğer 1075 esas alınırsa 2 yıl sonra Anadolu’daki devletimizin 950. yılını kutlayacağız. 1077 esas alınırsa 4 yıl sonra bu kutlamalar yapılacak.

“Olmasaydı olmazdı” safsatasını bir tarafa bırakarak, bu topraklarda Selçuklu hâkimiyeti kurulmasa idi, Selçuklunun inkırazından sonra Osmanlı devleti hükümranlığını ilân etmese idi, cumhuriyet de sözkonusu olmazdı.

Türkiye rejim meddahlığı ile 100 yıl idare edilmiştir. Şimdi devletin kökleri üzerinde yükselebileceği idrakiyle hareket etmek zorundayız.

Yüzyıl önce bize karşı vekâlet savaşı veren Yunan’ı bertaraf etmemiz bir övünme vesilesi olabilir, fakat Selçukluların Anadolu’da neredeyse yüz yıl süren Haçlılara karşı olağanüstü mücadelesini hatırdan çıkarmamalıyız. Bilhassa iki Kılıç Arslan’ın hem Haçlılara hem Bizans’a karşı mücadeleleri, bu toprakları vatanlaştırmak için kanla sulanmadık toprak bırakmamıştır. İşte bu devletin temelinde, Selçuklunun muazzam haçlı orduları karşısında vatan edinme mücadelesi vardır.

Osmanlı, Selçuklu’nun zemininde ulu bir çınar olarak yükselmiş, Moğol istilasından sonra kesinti ihtimalini ortadan kaldırmıştır. Osmanlı, Haçlı saldırılarını iâde edercesine Avrupa ortalarına kadar yürüyüşünü sürdürmüştür. İstanbul’un fethi, Türkiye kavramının bütünleşmesi anlamına gelir. Yavuz Sultan Selim hem İran sınırını tayin etmiş hem de Osmanlı Devleti’nin İslâm toprakları üzerindeki hâkimiyetini her bakımdan tesis etmiştir.

Türkiye merkezinin tarihî rolü ihmal edilerek, muazzam Osmanlı varlığı yok sayılarak bir devlet tasavvuru oluşturmak ancak güdük biz zihnin mahsulü olabilir. Cumhuriyetçi zihin işte bu güdüklük ile malûldür. Eğer “orada ne işimiz var” diyorsak, şu soruyu da soranlar çıkabilir: “Burada ne işimiz var?”

İslam ve Osmanlı'ya düşmanlık teorisi reddedilmeli

Cumhuriyet’in ilk yıllarında İslâm’a ve Osmanlıya düşmanlık üzerine kurulan siyasî teori artık külliyen reddedilmelidir. Hâlâ ders kitaplarında Osmanlı karşıtı, İslâm karşıtı ibareler, ifadeler yer alabilmektedir. Türkiye’de tarih şuuru inkılâpçı kafa tarafından darbelenmiş ve tarih şuurundan nasipsiz nesiller yetiştirmekle öğünülmüştür.

Zihni faaliyetlerimizi rejim tasallutundan kurtararak normalleştirmek, tarihimizin derinliğini gözden kaçırmamak ve tarih şuurumuzu bunun üzerine bina etmek mecburiyetindeyiz.

Cumhuriyet’in 100. yılı şöyle veya böyle kutlanmıştır. Bu, tarihimizde siyasî bir değişme anıdır, fakat tarihimizin esası olacak bir değişim değildir. Tarihimiz binlerce yıllıktır, fakat çok kesintiler olmuştur. Bin yıldır devam eden bir devletten söz edebiliriz. Anadolu’daki devlet tarihimiz 950. yılına ulaşırken, Selçuklunun Dandakan savaşını (1040) esas alırsak, Büyük Selçuklu ile birlikte devletimizin 1000. yılına yaklaştığımızı söyleyebiliriz. Bizler bininci yılı idrak edemeyebiliriz. Fakat millî zihnimizin bu bininci yılı layıkıyla idrak edeceğinden şüphe etmiyoruz.