Salgın, afetler, evler ve şehirler

Enerji ihtiyacı bu derece öne çıktığında elektrik üretimi için çevreyi kirletmek, tabiatı tahrip etmek önemsiz hâle gelir. Tabiatı tahrip ederek ayakta kalmaya çalışırken öte yandan sonraki nesillerin geleceğini yok etmiş oluyoruz.
Enerji ihtiyacı bu derece öne çıktığında elektrik üretimi için çevreyi kirletmek, tabiatı tahrip etmek önemsiz hâle gelir. Tabiatı tahrip ederek ayakta kalmaya çalışırken öte yandan sonraki nesillerin geleceğini yok etmiş oluyoruz.

Her ekonomi-politiğin kendine mahsus bir ev modeli olur, olmalıdır. Ancak günümüzde çevre tahribatının ulaştığı boyut düşünüldüğünde, adaletsiz gelir dağılımı, eşitsizlik, sonu gelmez krizler, salgınlar gibi dünyanın devasa dertleri göz önüne getirildiğinde çözümlerin ev/konut/şehir ölçeği ile sınırlı kalamayacağı, kalmaması gerektiği açıktır. Belki de hayatımızı yeniden mânâlı hâle getirmeye, hayat tasavvurumuzu yeniden gözden geçirmeye, gerekirse hayat şeklimizi tümden değiştirmeye sıra gelmiştir.

Salgının bize göre diğer önemli sonucu, büyük şehirlerin geleceğinin sorgulanmasına yol açmış olmasıdır.
Salgının bize göre diğer önemli sonucu, büyük şehirlerin geleceğinin sorgulanmasına yol açmış olmasıdır.

Bu yazı 11 Mayıs 2020 tarihinde, Gerçek Hayat dergisinin 1020. sayısında yayınlanmıştır.

Salgın can almaya, hasta etmeye, psişik rahatsızlık vermeye, işsiz bırakmaya, sosyal ve iktisadî hayata darbe vurmaya devam ediyor. Dileğimiz bir an önce bitmesi. Ölenlere rahmet, hastalara şifa, geride kalanlara sabırlar diliyoruz.

Görünen o ki Covid-19, Sars, Mers, Ebola gibi sürümlerin bir devamı. Önümüzdeki yıllarda farklı isimle yeni bir virüs dalgası kimseyi şaşırtmayacak. Öte yandan virüs, ister insan eliyle ister başka bir yolla üretilmiş olsun her an kontrol dışına çıkabileceğini ve türümüzü toptan tehdit edebileceğini göstermiş oldu. Salgının bize göre diğer önemli sonucu, büyük şehirlerin geleceğinin sorgulanmasına yol açmış olmasıdır.

Artık bugünden sonra salgın “nasıl ortaya çıktı”, “aşısı ne zaman bulunacak” suâlleri kadar “niçin büyük şehirlerde hızlı yayıldı”, “modern hayat tarzının bu sonuçta etkisi var mı” gibi suâllerle de yüzleşmemiz gerekiyor. Her şeye rağmen salgının neden ve sonuçları üzerinde doğru teşhisler konulabilir, makul değerlendirmeler yapılabilirse geride kalanlar için büyük bir tecrübe olabileceğini düşünüyorum.

Virüsler insanlık için bir tehdit ama tek tehdit değil.

Önümüzdeki yıllarda iklim düzensizliği, suların yükselmesi, okyanuslarda asitlenme, kıtlık, kuraklık, zirai toprakların verimsizleşmesi, nükleer sızıntı, siber saldırı ya da henüz adını bile bilmediğimiz başka bir felaket türü ile karşılaşmak mümkün. Bu yüzden olası afetler/felaketler karşısında en dayanıklı ev/şehir/hayat modelleri üzerine durmamız gerekiyor.

Apartmanlar Güvenli Değil

Gerek apartman gerek şehirlerin en zayıf tarafı, enerji bağımlı olmalarıdır.
Gerek apartman gerek şehirlerin en zayıf tarafı, enerji bağımlı olmalarıdır.

Bu salgın büyük şehirler kadar apartmanların da ne kadar ‘kırılgan’ ve ‘dayanıksız’ yapılar olduğunu göstermiş oldu. Milyarlarca insan dairelerine hapsoldu, kapıdan dışarıya adım atamaz hâle geldi. Sokak neyse de insanın bahçeye çıkamaması hiç aklî ve sürdürülebilir değil. Besin üretmeden insan nasıl yaşar, yağmurdan kaçarken doluya, salgından kaçarken açlığa yakalanmak buna denir. Daha önceki bir yazımızda apartmanların depremlere, sellere, diğer fizikî, içtimaî ve iktisadî krizlere karşı da dayanıklı olmadığını yazmıştık, burada tekrar etmiyoruz.

Diğer yandan gerek apartman gerek şehirlerin en zayıf tarafı, enerji bağımlı olmalarıdır. Bu konu üzerinde biraz durmakta fayda var. Bugün enerjisiz, elektriksiz bir hayat düşünemiyoruz. Oysa 1879 yılında ampulün bulunmasına kadar hiçbir evde/şehirde elektrik yoktu, fakat eksikliği de duyulmuyordu. Bugün uzun süreli bir elektrik kesintisi durumunda nelerle karşılaşabileceğimizi şöyle bir tasavvur etmeye çalışalım.

  • ■ Elektrik olmazsa hidrofor çalışmaz,
  • ■ üst katlara su çıkmaz,
  • ■ kombi-kazan çalışmaz,
  • ■ evler buz kesilir,
  • ■ sıcak su olmaz,
  • ■ banyo yapılmaz,
  • ■ buzdolabı çalışmaz,
  • ■ yiyecekler bozulur,
  • ■ çamaşır yıkanmaz,
  • ■ asansör çalışmaz,
  • ■ yaşlılar üst katlara çıkamaz ve daha pek çok şey yapılamaz.

Bundan birkaç sene önce bir arkadaş anlatmıştı; anne ve babası ziyaretine gelmiş, elektrik kesildiği ve jeneratör de arızalı olduğu için asansör çalışmamış, evlerine geri dönmek zorunda kalmışlar. Daha da önemlisi uzun süreli elektrik kesintisinde iş hayatı durur, fabrikalar kapanır, hastanelerde ameliyat yapılmaz, okullar kapanır…

Diğer yandan enerji ihtiyacı bu derece öne çıktığında elektrik üretimi için çevreyi kirletmek, tabiatı tahrip etmek önemsiz hâle gelir. Tabiatı tahrip ederek ayakta kalmaya çalışırken öte yandan sonraki nesillerin geleceğini yok etmiş oluyoruz. İşte tam bu noktada hem enerji bağımlılığına, hem afetlere, hem salgınlara karşı apartman yerine (bağımlılığı asgari) bahçeli ev modelinin ne kadar avantajlı ve ideal çözümler sunabileceğini görmemiz gerekiyor. 40-50 m2 küçük bir bahçeye sahip bir aile yiyeceği ürünlerin 1/3’ünü kendisi üretebilir, bir kümes ile yumurta ve beyaz etini üretebilir, yağmur suyu toplayabilir, su kuyusu açabilir, bir rüzgârgülü ile elektriğini üretebilir, vs.

Büyük Şehirlerin Kırılganlığı

 Şehirlerin yoğunluğu azaltmaktan başka çare yok, bu aynı zamanda diğer sorunların çözümüne de katkı sağlayacaktır.
Şehirlerin yoğunluğu azaltmaktan başka çare yok, bu aynı zamanda diğer sorunların çözümüne de katkı sağlayacaktır.

Salgının şehir ölçeğinde etkilerine gelince; Amerika’da New York, Türkiye’de İstanbul’da olduğu gibi her ülkede en çok vaka ve ölümler büyük şehirlerde görüldü. Sağlık Bakanı’nın 03.04.2020 tarihli açıklaması bunu teyit ediyor; “Virüsün kişi başına bulaştırma ortalaması dünyada 1/3 iken İstanbul’da 1/16’dır” Yani salgının etkinliği nüfus yoğunluğuna bağlı olarak artıyor. Şehirlerin yoğunluğu azaltmaktan başka çare yok, bu aynı zamanda diğer sorunların çözümüne de katkı sağlayacaktır. Ancak bu iş zorba yöntemlerle değil nüfus çeken yatırımlar iptal edilerek yapılmalıdır.

Geçmişte Platon mükemmel bir şehir için 5.040 kişilik bir nüfus teklif etmişti, çağdaş şehirler için böyle bir sayı teklif eden var mı bilmiyorum. Ancak müzmin dertleriyle büyük şehirlerde nüfus eşiğinin çoktan aşıldığını söyleyebiliriz.

Milyonluk şehirlerin izdiham, ulaşım, kirlilik, gürültü gibi sıkıntılardan en çok şehir sakinleri etkileniyor. Şehirlerde karar verici mevkide bulunan siyasiler ve mahallî idareciler ise şehrin sorunlarını kökten çözmek için adım atmak yerine sadece günü kurtaracak işler üretmekle yetiniyor. Bir semtin nüfusu arttığında oraya toplu-konut yapmakla, metro hattı götürmekle sıkıntı çözülmüş olmuyor, sadece ertelemiş oluyorsunuz, harcamalar da cabası. Hâlbuki bu paralar doğrudan fukaraya, evsizlere, işsizlere yani bizzat insana yapılabilecekken, yollara, köprülere, alt-üst geçitlere yani biraz kaba bir ifadeyle taşa, betona harcanıyor. Oysa büyük şehir nüfusu sabit tutularak ulaşıma/yola/metrolara harcanan paralarla başka yerlerde yeni kasabalar, şehirler kurulabilir.

Şehircilik Heyeti

Büyük şehirlerde sıkıntıların kökten çözülemeyişinin iki nedeni olabilir.

  • ■ İlki; siyasiler ve yerel idareler küresel sermaye istekleri doğrultusunda hareket ediyorlar, bu yüzden şehirleri küçültecek projelere yanaşmıyorlar. Zira büyük şehirler hem tüketim merkezleri hem yatırım sahaları olmaları hasebiyle sermaye için sonsuz bir iş ve kazanç kapısı anlamına geliyor. Şehirde ne kadar yol, köprü, metro, otomobil, alışveriş merkezi yapılırsa yapılsın bunlara doymuyor. Sermaye kazanıyor fakat şehirler büyüdükçe sorunlar katlanarak büyüyor. Şehirlerin hem nüfus olarak hem yayıldığı alan bakımından büyümesi çok tehlikeli, büyüme kritik eşiğe ulaştığında balon gibi ânîden patlayabilir. Son salgın işte bu kontrolsüz büyüklüğün sonuçlarını biraz olsun gösterdi, tabi anlayana.
  • ■ İkinci neden, dünyanın hızla değişen meseleleri karşısında partilerin ve mahallî idarelerin tek başına çözüm üretmeye güçleri yetmemesidir. 21. asır ile birlikte artık şehirlerin ve ülkelerin sadece partiler tarafından yönetilmekte zorlanacağı günlere girmiş bulunuyoruz. Zira sorunlar hem artmış, hem çok çeşitlenmiştir. Artık her alanda mütehassıslara ihtiyaç duyuluyor.

Buna rağmen çözüm mevkiinde bulunan siyasi partilerin kurmay kadroları mütehassıslardan oluşmuyor. Yönetim kadroları ehil değilken yönetim nasıl olacak? Tabii ki uzmanlıktan kastımız diploması olanlar değil ehliyet ve liyakat sahipleridir.

Değişim Sırası Hayatımızda

Bu yüzden ev/şehir modeli tercihinde ülkemizin kültürel-sosyal-ekonomik gerçekleri mutlaka dikkate alınmalıdır.
Bu yüzden ev/şehir modeli tercihinde ülkemizin kültürel-sosyal-ekonomik gerçekleri mutlaka dikkate alınmalıdır.

21. yüzyılda yeni şehirler nasıl olmalı? Mevcut şehirler salgın ve diğer olası afetlere karşı nasıl daha dayanıklı hale getirilmeli? Bu iki soruyla eninde sonunda yüzleşeceğiz.

Bu yüzden ev/şehir modeli tercihinde ülkemizin kültürel-sosyal-ekonomik gerçekleri mutlaka dikkate alınmalıdır. Zira her ekonomi-politiğin kendine mahsus bir ev modeli olur, olmalıdır. Ancak günümüzde çevre tahribatının ulaştığı boyut düşünüldüğünde, adaletsiz gelir dağılımı, eşitsizlik, sonu gelmez krizler, salgınlar gibi dünyanın devasa dertleri göz önüne getirildiğinde çözümlerin ev/konut/şehir ölçeği ile sınırlı kalamayacağı, kalmaması gerektiği açıktır. Belki de hayatımızı yeniden mânâlı hâle getirmeye, hayat tasavvurumuzu yeniden gözden geçirmeye, gerekirse hayat şeklimizi tümden değiştirmeye sıra gelmiştir.