Seni hiç iyi bilmezdik Robert Fisk!

Fisk’in Yeşilova sabıkası malum. Hikâyeyi biliyorsunuz. Habere giderken güya yanlışlıkla içi CIA elemanlarıyla dolu bir Apache helikopterine bindiriliyor ve ne tesadüfse “Türk askerlerinin Kürt mültecilere verilen yardımları çaldığı” iddia edilen noktaya indiriliyor. Görüşü alınan kişiler sadece Amerikan ve İngiliz ajanları /askerleri. Türk tarafından zinhar olayı doğrulatma yok. Israrla “Ben oradaydım, bizzat gördüm” diyerek kendini saçma bir şekilde haklı çıkarmaya çalışması cabası. CIA tezgâhı bir hadisede şıracının şahidi bozacı.
Fisk’in Yeşilova sabıkası malum. Hikâyeyi biliyorsunuz. Habere giderken güya yanlışlıkla içi CIA elemanlarıyla dolu bir Apache helikopterine bindiriliyor ve ne tesadüfse “Türk askerlerinin Kürt mültecilere verilen yardımları çaldığı” iddia edilen noktaya indiriliyor. Görüşü alınan kişiler sadece Amerikan ve İngiliz ajanları /askerleri. Türk tarafından zinhar olayı doğrulatma yok. Israrla “Ben oradaydım, bizzat gördüm” diyerek kendini saçma bir şekilde haklı çıkarmaya çalışması cabası. CIA tezgâhı bir hadisede şıracının şahidi bozacı.

“Türkiye Ortadoğu'nun kapısını güm güm çalıyor; yeni bir Ortadoğu'nun parçası olmak isteyen yeni bir ülke sıfatıyla, Mısır Devrimi'ni selamlıyor, Filistin devletini destekliyor, Suriye'deki Beşar Esed rejimine yaptırım tehditlerinde bulunuyor, kuşatma altındaki Gazze'ye giden yardım konvoyundaki dokuz Türk'ün 2010'da öldürülmesinin ardından İsrail'le ilişkileri fiilen koparıyor. Generaller görevden alınıyor, Erdoğan hükümeti taze bir özgüvenle donanıyor. Araplar Türkiye bayrakları sallıyor, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu yana böyle bir şeye tanık olmuş değiliz. Amerikalılar uzun zamandır müttefiki olan Türkiye'nin öfkesini ve iddiasını anlamıyor. Dostane generalleri ve lsrail'le iyi ilişkileri olan, bir başka eski imparatorluğun, Sovyetler Birliği'nin karşısında fazlasıyla güvenilir bir kale sayılan, bir zamanların uysal Türkiye'sine ne oldu?”

Robert Fisk – Büyük Medeniyet Savaşı, Ortadoğu’nun Fethi

2011 Kasım’ında Türkçeye çevrilen kitabına yazdığı önsözde, Paul Wolfowitz örneğinden hareketle Batılı dostlarını eleştiriyordu. 2003 yılındaki Irak işgal işgalinde topraklarını kullanmak için Amerikalılara izin vermeyen Türkiye, dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz’i hayrete düşürmüş, "Generallerin bu konuda söyleyecek lafı yok mu?" deyivermişti. Robert Fisk’in tepkisi netti: “Wolfowitz Türkiye’yi anlamıyordu.”

Peki, neydi mesele? Fisk’e göre, bir NATO ülkesi olmasına rağmen Türkiye kendisine tarafsız bir yol seçmişti. Bu durum Batılılar tarafından bir türlü anlaşılamıyordu. Çünkü Batı dünyası, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazının altından hiç çıkmayacağını düşünüyordu. Batılılar elbette Atatürk’ü seviyorlardı. Çünkü o, Ortadoğu’daki güvenilir ve güçlü adamdı. İcad ettiği laik toplum, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçişi Batılıları pek mutlu etmiş, 2. Dünya Savaşı’ndan önce ölümüne pek üzülmüşlerdi. Zira Türkiye’yi Müttefikler safından savaşa sokacağından nerdeyse eminlerdi.

 Dostane generalleri ve lsrail'le iyi ilişkileri olan, bir başka eski imparatorluğun, Sovyetler Birliği'nin karşısında fazlasıyla güvenilir bir kale sayılan, bir zamanların uysal Türkiye'sine ne oldu?” Robert Fisk – Büyük Medeniyet Savaşı, Ortadoğu’nun Fethi
Dostane generalleri ve lsrail'le iyi ilişkileri olan, bir başka eski imparatorluğun, Sovyetler Birliği'nin karşısında fazlasıyla güvenilir bir kale sayılan, bir zamanların uysal Türkiye'sine ne oldu?” Robert Fisk – Büyük Medeniyet Savaşı, Ortadoğu’nun Fethi

Fisk’e kalsa Türkiye’nin AB’ye girmesinde bir sakınca da yoktu. Münih’te şato sahibi bir Alman ile girdiği diyaloğu burada zikretmek lazım. Ülkesindeki Türklerden yakınan Alman, bütün ailelerini Almanya’ya taşıdıkları halde Almanlar ile entegre olmayan, Almanca öğrenmek istemeyen Türkleri şikâyet ederek “Bizim gibi olmak istemediler” demişti. Fisk’in cevabı ise şöyle olmuştu:

“O zaman Türkler AB’ye katılmayı talep ettiklerinde, yani bizim gibi olmak istediklerinde Türkiye’yi niçin geri çevirdik?”

Batıya entegre ama neyin karşılığında?

Evet, Türkiye Fisk’in gözünde Batı’ya entegre edilmeliydi. Ama bu düşüncesinin temel motivasyonu Türklere duyduğu sevgi değildi elbette. Nitekim şu satırlar Türklere karşı gerçek hissiyatını ortaya koyuyor:

Batı'nın modern çağda İslam silahları karşısında aldığı ilk yenilginin Araplardan değil, Gelibolu ve Irak'taki Kut-ül Amara'da Türklerden geldiğini ne çabuk unutuyoruz.”
Batı'nın modern çağda İslam silahları karşısında aldığı ilk yenilginin Araplardan değil, Gelibolu ve Irak'taki Kut-ül Amara'da Türklerden geldiğini ne çabuk unutuyoruz.”

“Türkiye'yi Ermeni halkına karşı akıl almaz bir soykırıma, 20. yüzyılın ilk holokostuna girişmek için kışkırtan 1. Dünya Savaşı ve Gelibolu çıkartmaları, Versay'da barış anlaşması yapılırken o Ermeni halkını kendi kaderine terk etmiştir. Aynı şeyi Kürdistan halkına da yapmıştır. Bill'in Büyük Savaşı'nda biz Avrupalılar ilk kez kimyasal silahlar kullandık, Ortadoğu'ya miras bırakacağımız bir başka gelişmeydi bu. Ve Batı'nın modern çağda İslam silahları karşısında aldığı ilk yenilginin Araplardan değil, Gelibolu ve Irak'taki Kut-ül Amara'da Türklerden geldiğini ne çabuk unutuyoruz.”

Ermeni Taşnak ve Hınçak çetelerinin Anadolu’da döktüğü mâsum Müslüman kanını görmezden gelen, üstelik Batılı devletleri Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye topraklarında Ermenistan ve Kürdistan devletlerini kurdurmadıkları için suçlayan biri, niçin Türklerin AB’ye girmesini ister, bilin bakalım?

  • Cevap:
  • 1. Türkleri iyice kendilerine benzetip millî benliklerinden koparmak için.
  • 2. Zamanında bölemedikleri ülkeyi daha rahat bölebilsinler diye.

Zaten bu meramını dile getirmekten imtina etmiyor:

“Türkiye'nin soykırımı kabul etmemesinin gerçek sebebinin ne olabileceğini biliyorum: pek çok Ermeni kaybettikleri toprakları için tazminat isteyecek. Ve eğer Türkiye günün birinde Avrupa Birliği'ne girerse (ki bunu tümüyle destekliyorum), AB vatandaşı olan Ermeniler hataların 'düzeltilmesi' ve topraklarının geri verilmesi yönünde pekâlâ çaba gösterebilir. Bu o kadar korkunç bir şey mi?”

Bir Türkü öldürmek nasıl bir şey?

Babası Bill’den 1. Dünya Savaşı hatıralarını duyarak, savaş bölgelerini çocukluğunda gezerek büyüyen Robert Fisk’in iştahla anlattığı şu bölümde bir Türk öldürmenin hissiyatı bakın, ne şekilde ifade ediyor?

“Er Dickens Birinci Dünya Savaşı'nı Müslümanlarla savaşarak geçirmişti. İlkin Çanakkale

Boğazı'nda Türklerle ve ardından Mezopotamya'da yine (içinde Arap askerlerin de yer aldığı) Türk ordusuyla. Kızı Hilda'nın anlattığına göre, bir komutanından sık sık hayranlıkla bahsederdi. General Sir Charles Munro'ydu bu komutan, 55'inde Gelibolu harekâtının son günlerinde çarpışmış ve sonra Britanya istilası başlarken Güney Irak’taki Basra'da ortaya çıkıvermişti. Fakat Munro'nun liderliği Dickens'ın evli kız kardeşinin yeğenini, Samuel Martin'i kurtarmaya yetmemiş, Martin Basra'da Türkler tarafından öldürülmüştü. ‘Babam bir Türkü öldürmenin nasıl bir şey olduğunu anlatırdı, 'yeğeninin' intikamını aldığını düşünüyormuş. Aynı bölükte olup olmadıklarını bilmiyorum, fakat ikisi de 22 yaşındaymış’ diye anlatıyor Hilda.”

Boğazı'nda Türklerle ve ardından Mezopotamya'da yine (içinde Arap askerlerin de yer aldığı) Türk ordusuyla. Kızı Hilda'nın anlattığına göre, bir komutanından sık sık hayranlıkla bahsederdi.
Boğazı'nda Türklerle ve ardından Mezopotamya'da yine (içinde Arap askerlerin de yer aldığı) Türk ordusuyla. Kızı Hilda'nın anlattığına göre, bir komutanından sık sık hayranlıkla bahsederdi.

Londra ile Basra arasındaki mesafe ne kadar? Tam 5 bin 761 kilometre. Binlerce kilometre uzaktan gelip Türk’ün toprağına göz dikecek, silahla karşısına dikileceksin. Türk de haklı olarak toprağını savununca, intikam çığlıkları atıp alçakça cinayetler işleyeceksin. Sonra bunu zevkle çocuklarına anlatacak, onları birer Türk düşmanı olarak yetiştireceksin. Mevzu bundan ibaret. Fisk ve avenesinin halet-i ruhiyesi tastamam bu işte!

CIA işi Yeşilova hadisesi

Fisk’in Yeşilova sabıkası mâlum. Hikâyeyi biliyorsunuz. Habere giderken güya yanlışlıkla içi CIA elemanlarıyla dolu bir Apache helikopterine bindiriliyor ve ne tesadüfse “Türk askerlerinin Kürt mültecilere verilen yardımları çaldığı” iddia edilen noktaya indiriliyor. Görüşü alınan kişiler sadece Amerikan ve İngiliz ajanları / askerleri. Türk tarafından zinhar iddiayı doğrulatma yok. Israrla “Ben oradaydım, bizzat gördüm” diyerek kendini saçma bir şekilde haklı çıkarmaya çalışması cabası. CIA tezgâhı bir hadisede şıracının şahidi bozacı.

Esed’in yancısı

Başka sabıkaları da var. Mesela Suriye’de 1 milyon insanın kanına girip yüzbinleri hâlen zindanlarda işkencelerle inleten, 7 milyon insanı yerinden yurdundan eden Esed gibi bir caniyi aklamaya çalışması. Şu rezil sözlere bakın...

  • “Auschwitz, Yahudi Holokostu, Ruanda soykırımı, Ermeni Holokostu ve 20'inci yüzyılın sayısız mezalimi (burada Rusya'nın Hitler'in elinde verdiği kayıpları da hatırlayabiliriz), Guta'ya kıyasla 'mahşer günü'ne çok daha yakındı. Bu korkunç kuşatmayı geçtiğimiz yüzyılın insanlığa karşı suçlarıyla kıyaslamak, çok daha kötü suçların milyonlarca masum kurbanına saygısızlık etmek olur.”

Saygısız sensin kâtilin oğlu Robert Fisk! Esed’in yaptığı katliamı sadece Doğu Guta’ya münhasır kılarak 1 milyon insanın ölümünü hafife aldın. Yahudi holokostu ile Ermeni holokostu dediklerin propaganda ürünü, ardındaki gerçekleri sorguladığında pis kokuların geldiğini elbet sen de biliyordun. Ama kullanışlı yalanlar üretmek -tıpkı Yeşilova hâdisesinde olduğu gibi- işinize geliyor.

Ruanda soykırımı gerçekten tüyler ürperticiydi ama Esed’in yaptıkları hem nitelik, hem de nicelik olarak Ruanda’yı çoktan aştı. Sezar kod adlı Suriyeli askerin işkence fotoğraflarını bütün dünya gördü. Meşhur Ortadoğu muhabiri Robert Fisk’in Sezar fotoğrafları için sesini yükselttiğini gören oldu mu?

Türkiye’yi İŞİD ile aynı safta gösterdi

Esed’i aklamak için mabadını yırtan Robert Fisk’in Suriyeli mazlumlara kucak açan Türkiye’yi terör örgütü IŞİD ile aynı safta göstermeye çalışmasını unutmadık.

“Pakistan’ın güçlü istihbarat servisleri, Sovyetler Birliği ile savaşan mücahitlere silah gönderdiler, daha sonra da Taliban’la işbirliği yaptılar. Taliban, Pakistan ordusuna ve istihbarat kurumlarına sızmayı başardı. Şimdi ise Türkiye’de IŞİD’in bazı unsurları devletin aygıtlarına sızmış gibi görünüyor.”

Türkiye sahaya inene kadar IŞİD’e karşı “al gülüm-ver gülüm” kıvamında hareket edenler kimdi? Aklımızla dalga geçer gibi “IŞİD ile mücadele yıllar sürecek” diyen isim Pentagon sözcüsü John Kirby değil miydi? Türkiye olmasa IŞİD balonunu kim patlatacaktı? Robert Fisk gibi sorumsuz -daha doğrusu emir aldıkları cenahlara karşı sorumlu – gazeteciler PKK/YPG’nin eline malzeme vermek için ellerinden geleni yaptılar.

PKK sözcüsü gibi

Nitekim Türkiye’nin Afrin Harekâtı’nda tıpkı bir PKK/YPG sözcüsü gibi konuşan bir Robert Fisk görüyor oluşumuz bizleri şaşırtmıyor. Afrin Harekâtı’nda bölgeye gidip Türkiye aleyhine peşpeşe yazılar kaleme alan Fisk, PKK/YPG terör örgütünün bölgede yıllardır işlediği / halen işlemekte olduğu cinayetleri hiçbir zaman gündeme taşımayı düşünmedi.

  • “Türkler güya Kürt YPG savaşçılarını hedef alıyorlarmış. Suriye’nin Kürt bölgesinde ironik bir şekilde Zeytin Dalı ismi verilen harekât, zeytin ağaçlarının çevirdiği taş yapılardan oluşan Mabeta köyünde mide bulandırıyor. El Hatr aile üstelik Kürt değil, Arap. Kuzeydeki Tel Krah köyünden gelmiş mülteciler.”

Nasıl, PKK bülteni gibi, değil mi? Fisk’in tescilli Türkiye düşmanlığının FETÖ yandaşlığını ihtiva etmemesi düşünülebilir mi? Buyrun, bu da 15 Temmuz’a ilişkin yazdıkları...

"Sonra ... gazetesini açıyorum. Gazete ekonomik ilerleme ile ilgili haberlerle dolu. Bu bir ilüzyon. Beşinci sayfada ise bitik haldeki 14 adamın fotoğrafı var. Bir tanıdığım bana bu adamların general olduklarını ve dövüldüklerini söylüyor... Yani ağızlarımızı kapamalı, yaşananları unutmalı ve -tabii ki Erdoğan yönetiminde- geleceğe mi bakmalıyız? Yoksa gazetedeki gözü yaşlı generallere bakıp Erdoğan'ın idam cezasını geri getirme ile ilgili sözlerini hatırlayarak biraz titremeli miyiz? Türk bir arkadaşımın dediği gibi 'Her şey olabilir, her şey mümkün'."

Sinir uçlarına basmayı iyi biliyordu

Bu arada Robert Fisk’in nasıl manipülatif biri olduğuna dair önemli bir mevzuyu anmadan geçmeyelim. Yeşilova hadisesi’nde Türk polisi tarafından sorgulanırken Atatürk övgüsü yaparak içeri tıkılmaktan kurtulduğunu, sınırdışı edilmek suretiyle paçayı kurtardığını hikâye eden Fisk; 15 Temmuz sonrası geldiği İstanbul’da, kamu alanlarındaki Atatürk portrelerinde azalma olduğuna dair kendince bir gözlemde bulunmuş, Türk kamuoyunun sinir uçlarına basmayı bilhassa görev edinmişti.

  • Robert Fisk’in ölümünün ardından Türk kamuoyunda yazılanlara bakınca hayret etmemek elde değil. Yok şöyle bilgiliydi, yok şöyle gazeteciydi... Bırakın bu işleri!... Bizi, bizim hakkımızda ne düşündüğü ilgilendirir öncelikli olarak. Tipik bir Türk düşmanıydı vesselam.