Sezaryen edilen Türkiye’nin çıkış yolu

2021’de ülkemizdeki doğumların %57 kadarı
sezaryenle gerçekleştirilmiş. Yani 3 doğumdan
biri hâlâ sezaryenle yaptırılıyor. Korona
sürecindeki vahşi uygulamaları ile tanıdığımız DSÖ
bile “sezaryen önemli kalıcı komplikasyonlara,
sakatlık ve ölümlere neden olabilir” diyor.
2021’de ülkemizdeki doğumların %57 kadarı sezaryenle gerçekleştirilmiş. Yani 3 doğumdan biri hâlâ sezaryenle yaptırılıyor. Korona sürecindeki vahşi uygulamaları ile tanıdığımız DSÖ bile “sezaryen önemli kalıcı komplikasyonlara, sakatlık ve ölümlere neden olabilir” diyor.

Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) bu konuyu çözmek isterse işleri pek de zor değil. Farzımuhal sezaryen doğum için 30 bin lira ödüyorsanız, normal doğum için 40 bin lira ödediğinizde, bu rakamların yüzde 3-5’lere kadar düşeceğini göreceksiniz. Normal doğum yapan kadına 5 bin, sezaryenle doğum yapana ise bin lira doğum teşviki verdiğinizde bu mesele otomatik olarak çözülür. Zîra normal doğuma fazla bedel ödemek maddi bir yük getirmez. Aksine annenin, bebeğin dolayısıyla ülkenin genel sağlığını korur.

Geçtiğimiz ay vefat eden sinema oyuncusu Billur Kalkavan’ın bir televizyon kanalına verdiği mülâkatın bir kesiti dolaştı sosyal medyada.

Kalkavan şöyle diyordu konuşmasında: “Kadınlar zorlaştırıyor her şeyi hayatta. Doğum da öyle zor bir şey değil. Çünkü ben hayvanlardan biliyorum. Şimdi günümüz kadını doğuramıyor biliyorsunuz. Çoğu sezaryenli, onun için de çoğu astımlı, alerjenli bebekler doğuyor devamlı.

Doğum, cinsellik, menopoz… Neyse kadının hayatında yaşadığı… Bunların hepsi çok basit şeyler. Bir şey abartmayacaksın kafanda. Sen kafanda abartarak her şeyi zorlaştırırsın.

Köylerde tarlada doğuran kadın hiç şikâyet etmiyor. Belki on tane çocuk doğuruyor, kadın sırtına atıp işine devam ediyor. Bu kaprisler, bu balonlar falan filan, bilmem neler, hastane odaları… Ne oluyoruz ya!

Allah (c.c.) bize bir şey vermiş, bir doğal akış var. Bunu bozduğun sürece her şey bozulur hayatta. Kısaca kadınlar zorlaştırıyor her şeyi…”

Kalkavan’ın bu sözleri bizi, ülkemizi istilâ eden sezaryen konusunu yazmaya itti. Bir kadın olarak diyorum ki, ülkemizin sezaryenlik yapılması gerçekten acı verici.

Türkiye sezaryenli doğumda dünya birincisi. Dünya ortalamasının iki katından daha fazla sezaryen yapılıyor ülkemde. Devlet yani siyaset kurumu, sağlık bakanlığı, SGK ve diğer kurumlar ise tabiri caizse sadece seyrediyor.

İlk sezaryen nasıl yapıldı?

Yaygın kanaate göre Romalı Jül Sezar'ın annesinin karnı yarılarak çıkarıldığı için ve bundan hareketle bu uygulamaya ‘sezaryen’ ismi verilmiştir. Oysa bu sadece spekülasyondan ibaretmiş. Tarihte bugünkü mânâda ilk sezaryen 1815’de İngiltere’de yapılsa da günümüz uygulaması ise ilk olarak 1881 yılında Alman jinekolog Ferdinand Adolf Kehrer tarafından başlatılmış.

Türkiye’de ilk 1905’de Cemil Topuzlu tarafından yapılan sezaryen, ABD’de ta 1974’e kadar uygulanmamıştır. Çünkü ABD’de 1960’lara kadar doğum kontrolü yapmak şöyle dursun, söylemek bile yasaktır. ABD Yüksek Mahkemesinin Rockefeller rüşvetleri ile anayasadaki doğum kontrol yasağını ortadan kaldırmasıyla doğum kontrolü teşviki tüm dünyada bir silaha dönüşecektir. Aynı zamanlarda ülkemizde de Müslüman Türk’ün nüfusunun azaltılması için tüm imkanlar seferber edilecektir.

Günümüzde hâlâ aşılamayan bu mesele yüzünden ülkemizin doğum oranı diplere yani Fransa’nın bile gerisine düşmüştür. Sezaryende ise liderliği mucidi İngiliz ve Almanlara bile vermiyoruz.

Tükiye’de ilk sezaryen nasıl yapıldı?

Türkiye’de ilk sezaryeni İttihatçı Cemil Topuzlu yapmıştı. Abdülhamid Han devrinde devlet bursu ile cerrahi ihtisas için Avrupa’ya/Paris’e okumaya gönderilen Cemil Topuz’lu İstanbul’a döndükten bir süre sonra Nişantaşı’ndaki İzmir Palas’ta gerekmediği hâlde Osmanlı’nın ilk sezaryen doğumunu yaptırır.

Sezaryenle doğum isteğini hiç bir kadına kabul ettiremezler. Tapınakçıların merkez olarak kullandıkları İzmir Palas’ın bekçisinin gebe karısı Nazmiye Hanım, içki içirilerek sarhoş edilir. Sonra narkozlanıp, ameliyat edilerek çocuğu rızası dışında sezaryenle alınır.

Türkiye’deki Rockefeller tıbbının taşıyıcısı olarak da kabul edilen bu mason zâtın sezaryen uygulamasından haberdar olan Sultan 2. Abdülhamid Han, Topuzlu’yu çağırıp gerekçesini sorar. İkna olmayan Sultan, Topuzlu’nun rütbesini müşirlikten/mareşallikten miralaylığa/albaylığa düşürür. Buna kızan Topuzlu, askerlikten istifa eder.

Prof. Hüsrev Hatemi ve Prof. Aykut Kazancıgil, Topuzlu’nun hatıratını zerre eleştiri yapmak şöyle dursun övgüler düzerek neşrettiler.

Sezaryenci Topuzlu, Paris’te iken Jön Türklere katılmış, 31 Mart’tan sonra ise İttihat ve Terakki’de yer almış bir mason ve bunun diyeti olarak 1912’de İstanbul Belediye Başkanlığı’na getirilmiş. Birinci Cihan Harbi’nde ise İstanbul’dan kaçarak Cenevre’ye sığınmış. Topuzlu, Abdülhamid Han döneminin meşhur şeyhülislamı Mehmed Cemaleddin Efendi’nin damadıdır. Şeyhülislam, İttihat ve Terakki’nin Alman yanlısı olarak 1. Dünya Savaşına girmesine itiraz ettiği için Topuzlu’nun arkadaşları tarafından 1913’de Mısır'a sürülmüş bir âlim. ‘İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucuları arasında olmasına rağmen Cumhuriyet devrinde de büyük iltifat görür Dr. Topuzlu. Büyük Kulübün yanına yaptığı masonik sembollerle dolu köşkü ve âilesinin ise başına gelmedik kalmaz.

Türkiye’nin önündeki en büyük iki dert

TÜİK’in 2022 rakamlarına göre 2021 yılında Türkiye’de 1 milyon 79 bin 842 bebek canlı olarak dünyaya gelmiş. Canlı doğan bebeklerin %51,3'ü erkek, %48,7'si kız. 2020’de evli kadın başına 1,76 olan doğum, ne yazık ki 2021’de 1,70’e gerilemiş. Şunu belirtmeden geçmemeliyiz ki, Türkiye’nin önündeki en büyük âfet; doğumun hızla düşmesi. Bu ivedilikle engellenmezse Türkiye’nin geleceği olamaz.

Türkiye’nin diğer en büyük meselesi ise sezaryen doğumu. 2021’de ülkemizdeki doğumların %57 kadarı sezaryenle gerçekleştirilmiş. Yani 3 doğumdan biri hâlâ sezaryenle yaptırılıyor. Korona sürecindeki vahşi uygulamaları ile tanıdığımız DSÖ bile “sezaryen önemli kalıcı komplikasyonlara, sakatlık ve ölümlere neden olabilir” diyor. Buna rağmen “Sezaryen ideal olarak sadece tıbben gerekli durumlarda yapılmalıdır” diyerek de sezaryeni tıbbî bir zorunluluk gibi pazarlıyor.

AB ülkelerinde ortalama %28 olan sezaryenin Türkiye’de %57 olması akıl alır şey midir? Hasta Hakları Aktivistleri Derneğinin "Geri Dönüşü Olmayan Karar: Sezaryen" isimli raporuna göre en çok sezaryen, fakir ailelere yapılıyor. Ayrıca %69,7 ile özel hastaneler yapıyor bunu. Kuzeydoğu Anadolu bölgesinde %37,5 olan rakam, Akdeniz’de %60’lara yükseliyor.

Öte yandan bazı aileler çocuklarının arzu ettikleri burçta olması için sezaryenle aldırdıkları, bunun zaman zaman çok gerilere çekildiği de dile getiriliyor. Bütün bu saplantı ve soygunun faturasını ise göz göre göre SGK yani devlet/millet ödüyor. Dünya sezaryen ortalamasını 20’lerde; Hollanda, Finlandiya ve İsveç ise nasıl %16’da tutabiliyorsa biz de başarırız, yeter ki birileri samimi olsun.

BBC’ye konuşan Dr. Ayşe Aytoz “Özel hastaneler tabii ki sezaryenle doğum yapıldığı takdirde daha çok kazanıyor olabilirler" diyor. Aynı durum, döner sermayeden prim alan üniversite ve kamu hastaneleri için de geçerli değil mi? Fatura ne kadar şişerse kazanç ve prim de o nispette artacak.

  • Çözüm çok basit: İşte teklif
  • Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) bu konuyu çözmek isterse işleri pek de zor değil. Farzımuhal sezaryen doğum için 30 bin lira ödüyorsanız, normal doğum için 40 bin lira ödediğinizde, bu rakamların yüzde 3-5’lere kadar düşeceğini göreceksiniz. Özellikle bu hususta gayret sarf eden Emine Erdoğan Hanımefendinin böyle bir politik ödeme değişikliğine gidilmesini sağlayarak, anne ve bebekleri dolayısıyla da ülkeyi büyük tehlikeden koruyabileceği kanaatindeyiz.
  • Bunun için normal doğum yapan kadına da 5 bin, sezaryenle doğum yapana ise bin lira doğum teşviki verdiğinizde bu mesele otomatik olarak çözülür. Zîra normal doğuma fazla bedel ödemek maddi bir yük getirmez. Aksine annenin, bebeğin dolayısıyla ülkenin genel sağlığını korur.
  • Doğumda verilen sancıların tehlikesi
  • Doğum sırasında kadına verilen sentetik oksitosin/sancı ne yazık ki, bebeğin fizikî ve ruhî davranışlarını bozuyor. Doğum sırasında suni sancı verilen annelerde sentetik oksitosin, oksitosin reseptörlerine bağlanarak doğum sonrası doğal oksitosin seviyelerinde düşüşe neden olur. Bu ise doğum sonu kanama ihtimalini artırır. Sentetik oksitosin süt salgılanmasını ve emzirmeyi olumsuz etkiler. Neticede mutluluk, güven, huzur ve rahat yok edilir. Buradan da hareketle diyebiliriz ki, bu uygulama normal doğumu engellemeye dönük bir silahtır.
  • Elbette korkan kadın yeni bir doğumdan imtinâ edecektir. Emmeyen bebek ise mama ile beslenecek. Peki, o “doğal” masalıyla pazarlanan sentetik mamaları kim üretiyor? Unutmadan sentetik oksitosinin çocuklarda otizm gibi mental bozuklar yaptığı bulgusunu da ekleyelim.
  • ‘Tıp Etiği Çerçevesinde Sezaryen’ başlıklı yeni makalelerinin özetinde Doç. Harun Kırılmaz ile Ebrar Ulusinan şunları yazmış: “Sezaryen annede anesteziye maruz kalmanın getirdiği komplikasyonlar, doğum sonrası kanamanın daha fazla olması, taburculuğun uzaması, iyileşmenin gecikmesi gibi riskler oluşturmaktadır. Yenidoğanda ise ciddi solunum sorunları, taburculuğun uzaması, sezaryen esnasında meydana gelen komplikasyonlar, anestezi ile ilgili risklere neden olmaktadır. Bunlara ek olarak ekonomik açıdan da bir yük oluşturmaktadır…”
  • İngiltere ve Yeni Zelanda teşvik ediyor
  • Geçtiğimiz yıllardaki bir sayısında Gerçek Hayat dergimiz İngiltere, Yeni Zelanda, Avustralya ve Kanada gibi ülkelerin sağlık bakanlıklarının, evde normal doğum yapmayı teşvik ettiği, bunun için ebe ile diğer maddî ve mânevî desteği sağladığını yazmıştı. İnternette kısa bir araştırma yaptık ve evde normal doğumla devlete yönelik maddî külfeti azaltmak ve nüfus artışını teşvik etmek isteyen ülke sayısının hızla artmakta olduğunu gözlemledik. Peki, Türkiye neyi bekliyor?